19
Mayıs
2024
Pazar
EĞİTİM

KÜRTÇE NE YAŞAR NE YAŞAMAZ...

Mevcut mevzuat tüm bu dillere izin veriyor da bir tek Kürtçeye mi izin vermiyor? Sümer dilinin öğretiminin yapıldığı üniversitelerde Kürt Dili ve Edebiyatı Bölümü'nün açılmasına ne tür yasal bir engel olabilir? Sorun öncelikle zihniyette, yasalarda değil...

Türkiye’de hep böyle olur zaten. Kürtleri ilgilendiren bir iş söz konusu olduğunda bin dereden su getirilir ve nihayetinde iş sulandırılır. Kürtlerin bir hak ve özgürlük kullanımı gündeme gelmeye görsün; çok mahir olan bürokrasi binbir kulp bulup buluşturur ve hakkın özünü boşaltır evelallah. Kürdoloji meselesinde de yaşanan budur. Bugün Kürdoloji meselesinde yaşananlar da özü itibariyle budur.

Biliyorsunuz, Kürdoloji Enstitüsü veya Kürt Dili ve Edebiyatı Bölümü açmak için yola çıkan YÖK’ün vardığı durak “Yaşayan Mardin Diller Enstitüsü” oldu. Mardin Artuklu Üniversitesi’nin Kürt Dili ve Edebiyatı Bölümü ile Kürdoloji Enstitüsü açmak için yaptığı başvuruyu reddeden YÖK, bu üniversitede Arapça, Farsça ve Süryanicenin yanı sıra Kürtçe hakkında da akademik çalışmaların yapılabileceği bir enstitü kurulmasına karar verdi. Bir alerji Hepimiz az çok biliyor veya tahmin edebiliyoruz; bu kararın altında devletin ve onun adına yetki kullananların “Kürt”, “Kürtçe”, “Kürdistan” gibi kürdili kelimelere duyduğu alerji var. Devletin yaptığı her işte en çok dikkat ettiği şey ,“aman ha sakın ola bir Kürt kelimesi geçmesin” hassasiyetidir.

Öyle ki bazen bu hassasiyeti abartır devlet; mesela alayı vala ile Kürt Açılımı başlattığını ilan eder ama zinhar Kürt kelimesini kullanmaz. İşte YÖK’ün Kürdoloji Enstitüsü veya Kürt Dili ve Edebiyatı Bölümü açmak yerine “Yaşayan Diller Enstitüsü”nde karar kılması da, Kürt kelimesini ağza almadan Kürt açılımı yapma arayışının bir tezahürüdür. Ancak bu olmaz, baştan aşağıya yanlış olan bu iş tutmaz. Çünkü: Bir kere, her şeyden önce safariye çıkmış Batılı edasıyla kullanılan bu “yaşayan diller” ibaresinin Kürtler için çok yaralayıcı olduğunu belirtelim. Kürt’e ve Kürtçeye arkeolojik ve turistik bir eşya muamelesi yapan bir bakışla ne Kürt, ne de Kürtçe sorunu çözülür.

“Ülkenin doğusunda Kürtler varmış, bunların bir de konuştukları bir dil varmış, bu da bir zenginliktir, oldu olacak onu da koruyalım” diliyle yapacağınız tek şey Kürtleri daha fazla üzmek olur. Nitekim Mardin Artuklu Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Serdar Bedii Omay, bunun altını çizdi ve “Yaşayan dil ifadesinin kullanılmasının, ülkenin ayrılmaz bir unsuru olan Kürt vatandaşlarını da rencide edeceğini” belirtti.

Anayasa’nın 42. Maddesi engel mi? YÖK, lisans eğitimi verecek bir Kürt Dili ve Edebiyatı Bölümü ile lisansüstü eğitim yapacak bir Kürdoloji enstitüsünün kurulmasına izin vermemesine gerekçe olarak Anayasanın 42. maddesini gösterdi. YÖK Başkanvekili Prof. Dr. İzzet Özgenç, Anayasanın 42. maddesinde Türk vatandaşlarına Türkçeden başka hiçbir dilin anadili olarak okutulamayacağı, öğretilemeyeceği hükmünün bulunduğunu belirtti ve “Bu hüküm karşısında biz, Türk vatandaşı olan bir kimseye Türkçeden başka bir dili ana dili olarak okutamayız, öğretemeyiz. Bu sınırlama ilköğretimden yükseköğretime kadar bütün eğitim öğretim aşamalarını kapsayan sınırlayıcı bir düzenlemedir” şeklinde bir açıklama yaptı. Bu gerekçenin hukuken yerinde olduğu kanaatinde değilim. Çünkü 42. madde ilk ve orta öğretimde Türkçeden başka dillerin vatandaşlara kendi anadilleri olarak okutulamayacağını ve öğretilemeyeceğini hükme bağlıyor ama üniversitelere yönelik herhangi bir kısıtlamayı içermiyor.

Eğer yüksek öğretim kurumlarında bu tür bir kısıtlamaya gerek duyulsaydı, yüksek öğretimi düzenleyen 130. ve 131. maddelerde bu minvalde bir düzenlemeye gidilirdi. Oysa belirtilen maddelerde böyle bir yasak yok, bu nedenle Türkiye’deki üniversitelerde birçok dilin öğretimi yapılabiliyor. Nitekim konuyla ilgili sorulara verdiği yanıtta YÖK Başkanı da, vekilinden farklı olarak düşündüğünü ortaya koydu. “Zaten biliyorsunuz, bölüm açabiliriz, enstitü açabiliriz, seçmeli ders olarak Kürtçe müsaade edebiliriz, zaten yapılıyor” diyen Prof. Dr. Yusuf Ziya Özcan’ın sözlerinden, Kürtçe için bölüm veya başka bir akademik birim kurmakta herhangi bir yasal sıkıntının bulunmadığını çıkarmak mümkün. (Radikal, 18.09.2009) Sorun yasalarda değil Aslında yasa maddeleri arasında fazla gezinmeye de gerek yok, uygulama bize çok şey söyler nitelikte.

Bugün bu ülkede Almanca, İngilizce, Fransızca, İtalyanca, Çince, Arapça, Farsça ve diğer birçok dilde lisans düzeyinde öğretimin yapılabiliyor. Mevcut mevzuat tüm bu dillere izin veriyor da bir tek Kürtçeye mi izin vermiyor? Sümer dilinin öğretiminin yapıldığı üniversitelerde Kürt Dili ve Edebiyatı Bölümü’nün açılmasına ne tür yasal bir engel olabilir? Sorun öncelikle zihniyette, yasalarda değil. Hukuken yanlışlığı bir yana, bu argüman akademik olarak da savunulabilir bir argüman değildir: Kastım şudur: Kürt dili üzerinde çalışmaların dünyada uzun bir tarihi var. Rusya’da Petersburg Üniversitesi’nde 1860 yılında Kürdoloji enstitüsü kuruldu. Fransa’nın Sorbonne Üniversitesi’nde bir Kürdoloji kürsüsünün kurluma tarihi 1945, bu kürsünün enstitüye dönüştürülme tarihi 1983’tür. İsveç’te 1977’den beri Kürtçe anadili eğitimi yapılmaktadır. (Alaattin Karaca, Radikal, 12.09.2009) Hem dün hem bugün dünyanın birçok ülkesinde Kürdoloji enstitüleri faaliyetlerini sürdürürken milyonlarca Kürdün yaşadığı Türkiye’de halen bir Kürdoloji enstitüsünün bulunmaması, akademik yönden açıklanabilecek bir durum değildir.

Artuklu Üniversitesi Rektörü Omay, durumu çok güzel özetlemiş: “Durum bu iken bir bilim olarak kuruluşu 1787 yılına kadar giden ve halen dünyadaki 30 kadar üniversitede enstitü, bölüm, merkez, kürsü gibi birimler bünyesinde ele alınmakta olan Kürdolojinin, ülkemizde de aynı isimle anılmamış olmasının bilimsellik açısından izahı zordur.” Hak talebini terörle ilişkilendirmek YÖK Başkanvekili Özgenç, “Yaşayan Diller Enstitüsü” hakkında basını bilgilendirirken, Dicle Üniversitesi’ne Kürtçe konusunda gelen bir talebi reddettiklerini de ifade etti. Özgenç, reddetme sebebini şöyle açıkladı: “Kurul, gelen taleplerin kabulü yönünde karar verirken şu hassasiyeti göstermiştir: Teröre bulaşmış olan, terörü araç olarak kullanan, terörle bir şekilde ilişki içine girmiş olan bir siyasi iradenin talebinin kabulü yönünde bir karar vermeme konusunda hassasiyet göstermiştir.

Bu konuda YÖK, teröre bulaşanları, terörü kalkan olarak kullananları, terörü araç olarak kullananları hiçbir şekilde muhatap kabul etmemiştir. Bunların taleplerine cevap mahiyetinde de hiçbir karar almamıştır.” “Talebi yapan bir siyasi parti mi?” şeklindeki bir soruyu ise Özgenç, “Hayır. Ben herhangi bir parti ile bağlantılı açıklama yapmadım ama bu taleplerin siyasi irade olduğu, siyasi iradeye bağlı bir talep olduğu ortadadır” diye yanıtladı. Özgenç’in ifadeleri yenilir yutulur cinsten değil, geçiştirilecek bir tarafı yok. Bu nedenle durumu açıklığa kavuşturmak gerekiyor. Dicle Üniversitesi’ne Kürdoloji Enstitüsü ve Kürt Dili ve Edebiyatı Bölümü açılması konusunda talepte bulunan Diyarbakır Barosu’dur.

Üniversite, Baro’nun 2008’de yaptığı bu talebi YÖK iletmiştir. YÖK, üniversitenin kendi akademik organlarında müzakere etmeden bu talebi kendisine göndermesini doğru bulmamış talebi iade etmiştir. Ama Özgenç bununla yetinmemiş, talebi yapan kurumu yani Diyarbakır Barosu’nu “teröre bulaşmış olmakla, terörü araç olarak kullanmakla ve terörle bir şekilde ilişki içine girmiş olmakla” itham etmiştir. Bürokrasi iki konuda çok başarılıdır: İlkini yukarıda söylemiştim: Kürtlerin hak taleplerinin içini boşaltmak. İkincisi ise, Kürtlerin hak taleplerini mutlaka terörle ilişkilendirmektir. Hukukçu kimliğini özellikle belirtme ihtiyacı duyan Özgenç bile bunu yapıyor; insana anasının sütü kadar helal olan anadil konusunda yapılan bir talebi bile terörle bağıtlandırıyor ve tamamıyla demokratik, hukuki ve meşru bir hakkını kullananları terörist olmakla itham ediyor.

Diyarbakır Barosu, ülkenin yüz akı olan hukuk kurumlarından biridir. Bu Baro, bütün faaliyetlerinde temel insan hak ve özgürlüklerini korumak hassasiyetiyle hareket etmiş, her koşulda hukukun üstünlüğünü hâkim kılmaya çabalamıştır. Daima şiddeti ve terörizmin karşısında durmuş bu saygın kurumu terörle ilişkilendirmek, Özgenç’i kınayan Baro açıklamasında belirtildiği gibi, “dehşet vericidir.” YÖK’ün ve Özgenç’in bu yaklaşımı, üniversitelerin hem toplumdan, hem de hukuktan ne kadar kopuk olduklarını gösteriyor. Yani işimiz zor, Allah yardımcımız olsun!

Vahap Coşkun - Radikal
Yayın Tarihi : 21 Eylül 2009 Pazartesi 15:09:49


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?