19
Mayıs
2024
Pazar
EĞİTİM

YÖK VE ÜNİVERSİTELER

Şimdi uygulanan sistemin bazı hatalar içerdiği iddia edilebilir ama üniversitelerin özerkliğini daha da ortadan kaldırarak yapılacak hiçbir düzenleme evrensel üniversiter sistemde savunulamaz

Üniversitelerin idari ve bilimsel özerkliklerinin başında kendi öğretim kadrolarını kendilerinin seçmesi gelir. Kurulduğundan bu yana YÖK, her ne kadar birçok konuda eleştirildiyse de, hiç olmazsa bu konuda üniversitelere müdahale etmemişti.

Üniversitelerin bu özerkliklerini ne kadar doğru kullandıkları, şu anda gelinen noktanın akademik kalite kriterleri açısından ne olduğu soruları, tekil örnekler üzerinden açıklanması daha doğru sorulardır. Ancak, sorun görülen yerlerde çoğu zaman karşımıza bir sistemik/kurumsal sorun-bireysel motivasyon eksikliği kısırdöngüsü çıkıyor.

Şimdi uygulanan sistemin bazı hatalar içerdiği iddia edilebilir ama üniversitelerin özerkliğini daha da ortadan kaldırarak yapılacak hiçbir düzenleme evrensel üniversiter sistemde savunulamaz.
Genel ilke olarak, akademik mesleğe giriş doktora ile başlar. YÖK’ten önce doktora derecelerini fakülteler verirdi, YÖK’le birlikte bu yetki üniversite rektörlükleri bünyesinde yer alan ilgili enstitülere aktarıldı.

Lisans sonrası eğitimlerini alanlar içinde de akademik kadrolara aday olacaklar araştırma görevlisi adı altında ilgili anabilim dalı veya bölüm tarafından 33/a maddesine göre kadroya alınırdı. Daha sonraki yıllarda 50/d maddesi çıkarıldı; buna göre, artık bu statü doktora sırasında sağlanan bir burs niteliğinde olacak ve doktora bitiminde sona erecekti, ancak ilgili bölüm, eğer isterse ve gerekli görürse araştırma görevlisini kendi kadrolarına geçirebilecekti.

31 Temmuz’da çıkartılan bir yönetmelikle bu imkan üniversitelerin elinden alınmak istendi. Bu yönetmeliğe göre, artık, adaylar, ALES (yüzde 45), yabancı dil (yüzde 15), mezuniyet ortalaması (yüzde 15) ve bölümün yapacağı mülakat (yüzde 15), notlarının gösterilen ağırlıklarla çarpılması ile hesaplanan bir not sıralamasına tabi tutulacaklar ve birinci sıradaki aday (gerek 50/d ile ilk defa girerken, gerekse normal kadroya geçirilirken) alınmak zorunda olacak. Şimdi bu yöntem, ilk bakışta son derece objektif ve adil gibi gözüküyor.

Ancak, eğer başka bir kasıt yoksa, sistemi gereksiz yere merkezileştirmekten başka bir şey değil. Birinci olarak ALES gibi bir genel yetenek sınavının, ağırlığı son derece yüksek, artık doktorasını bitirmek üzere olan bir adaya uygulanması son derece anlamsız. İlk girişte, bir baraj niteliğinde belki uygulanabilir. Ama yine de bu barajı geçenler arasında tercih yapma imkanı ilgili bölümde olmalı.

İkinci olarak, Türkiye’de, an azından İstanbul Üniversitesi’nden gözlemleyebildiğim kadarıyla, birçok yetenekli ve ilgili genç, doktoraya ya hiç başlamıyor ya da başladığı halde, çalışmak zorunluluğundan dolayı, gerekli zamanı ayıramıyor ve doktorayı bırakmak zorunda kalıyor. Tabii burada maaşların düşüklüğünün de çok büyük rolü var.

Bir kere, akademik eleman havuzunu genişletmek ve kaliteyi yukarıya çekmek için mutlaka ve mutlaka bütün kadrolarda maaşları yükseltmek, özel üniversiteler seviyesinde veya yakın (performansa göre farklılaştırılabilir) yapmak şart. Bu havuzu genişletmek için çok sayıda 50/d kadrosu verilmeli ancak araştırma görevlisi kadrolarının iş tanımları son derece belirgin olmalıdır.

Doktora sıkıntısı
Üçüncü bir önemli mesele, bu kadrolardaki doktora öğrencilerinin çok iyi bir doktora alması için bütün imkanlar sağlanmalıdır. Bugün birkaç tanesi hariç, birçok devlet üniversitesinde, kaynak yetersizliği başta olmak üzere doktora eğitiminde birçok sıkıntı var. YÖK bu nedenle yurtdışı burslar verip doktora için yabancı ülkelere öğrenci gönderiyor. Ancak bu gidenlerin acaba şimdiye kadar yüzde kaçı geri döndü? Bu yol yine kullanılabilir ama bu amaçla harcanan kaynağın çok daha azıyla, en azından belli büyük üniversitelerde, çok ileri ve uluslararası düzeyde, yabancı hocalarla desteklenen programlar açılabilir.

Böyle bir programdan mezun olan bir doktora öğrencisinin zaten iş güvenliği diye bir sorunu olmayacaktır. Tabii bu noktada şu haklı itiraz olabilir: Özellikle sosyal bilimlerde (tıptan farklı olarak) doktora akademik kariyer (büyük ölçüde) amacıyla yapılır ve Türkiye’de çeşitli coğrafi bölgeler arasında homojen bir ‘akademik işgücü piyasası’ yoktur.

Bu ciddi bir kültürel ve sosyal meseledir ama böyle diye şimdiki sistemi savunmak da gerekmez kanaatimce. Bunu Türkiye’nin kalkınma sorunu ile birlikte düşünmek ve üniversiteler arasındaki mobiliteyi sağlayacak kurumsallaşmayı, teşvik edici başka önlemlerle birlikte, kalkınma hedefine yardımcı olacak şekilde yeniden oluşturmamız gündemimizde olması gereken bir konudur.

Burada üniversite, fakülte ve bölüm açısından canalıcı husus, bu doktoralı gençleri kendi kadrolarına sadece ve sadece kendi inisiyatifleri ile geçirmeleri. Üniversitelerin mali özerkliği yoksa, bilimsel özerkliği de olmamalıdır mantığı son derece yanlış. Üniversiteler, düşünce ve bilim alanında toplumun lokomotifidir. Eğer kendi kendilerini kontrol edecek (diğer yandan bugün dünyada uygulanan akreditasyon sistemleri vardır) irade ve güçleri yoksa, zaten hiç varolmasalar da olur.

Yukarıda saydığımız hususlar, bundan sonraki uygulamaların niteliği açısından düşüncelerdi, ancak bir de şu anda mevcut bir hukuksuz durum var ki, bunun açıklaması gerçekten zor görünüyor.

O da 31 Temmuz yönetmeliğinden yıllarca önce, yine 50/d ile alınan ve doktoralarını tamamlamış veya tamamlamakta olan yüzlerce araştırma görevlisinin ani bir kararla, yukarıda açıklanmış olan ağırlıklarla hesaplanmış bir sıralamaya tabi tutularak yani bölümlerin inisiyatifi dışında kadroya geçirileceği veya kadro dışı bırakılacağı kararı. Bu mesele, bundan sonrası için uygulanacak olan akademik kriterler kümesinden ayrı olarak ele alınmalıdır.

Sonuç olarak, bugünkü sistemin reformu gereklidir ancak bu reform en başta kamu üniversitelerinin özellikle de doktora programlarının dünya standartlarında olması için daha fazla kaynak ayırarak başlamalıdır. İyi bir doktora programı academia’ya eleman yetiştirmenin olmazsa olmazıdır.
Bugünkü koşullar değişmeden, sadece 50/d uygulamasına geçerek akademik kalitenin yükselmesini beklemek son derece gerçekdışıdır.
 

Hülya Kirman Arşivi Radikal
Yayın Tarihi : 31 Ocak 2009 Cumartesi 16:28:38
Güncelleme :15 Şubat 2009 Pazar 15:40:25


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?