31
Mayıs
2024
Cuma
EĞİTİM

CUMHURİYET 85, ALİ ÖĞRETMEN 102 YAŞINDA

Yeni nesil duymamış olabilir ama Ali Rıza Binboğa'nın 'Öğretmen' şarkısı pek çok kişinin hatırındadır. Hani şu "Bir harf için 40 yıl köle olunuyorsa, 29 kere 40 yıl kölesiyiz öğretmenin" sözüyle dinleyeni garip bir hesabın içine çekerek öğretmenleri anlatan şarkı. Hatırlayanlar eski günlere gitmiştir bile.

Yarın Öğretmenler Günü. Biz de böyle bir günün öncesinde bu şarkıdan daha da eskilere uzanalım dedik. Hem de Öğretmenler Günü'nün kutlanmasına vesile olan Millet Mektepleri'ne kadar. '24 Kasım 1928'de açılan bu mekteplerde öğretmenlik yapan birileri var mıdır?' diye düşündük. Savaştan yeni çıkmış milletin eğitimine katkıda bulunan bir öğretmeni, bin bir sıkıntı ve yokluk içinde verdiği mücadeleyi dinlemek istedik. Böylece Cumhuriyet tarihinin ilk öğretmenlerinden birini, 102 yaşındaki Ali Okyay'ı Zonguldak'ın Devrek ilçesine bağlı Yazıcık köyünde bulduk. Duyduk ki vefasızlıktan yakınıyormuş. Bir de rahatsızlığı nedeniyle son bir yıldır köy okulundaki resmî törenlere katılamamanın, öğrencilerle beraber olamamanın hüznünü yaşıyormuş. Varıp biraz olsun gönlünü almak, bir de anılarını dinlemek üzere yola düştük. Yazıcık köyüne vardığımızda Ali Okyay'ın emekli öğretmen olan torunu Hüseyin Okyay karşılıyor bizi. 'Emekli öğretmenin torunu emekli öğretmen' diyoruz kendisine, gülüyor ve, "Dedemin torununun çocuğu da öğretmen." diye karşılık veriyor. Üç nesil öğretmenlikten bahsederken eve varıyoruz. Eski köy evinde, elinde Devrek bastonuyla kanepeye oturmuş bizi bekleyen Ali Okyay'ın güler yüzü ve hayır dualarıyla karşılanıyoruz. Ardından sokak sokak dolaşan tellalın 'Okuma yazma bilenler Kastamonu'da eğitmenlik kursuna gidecek' duyurusuyla 1938'de başlayan, dönemin milli eğitim bakanının teşekkürnamesine layık görülen, av tutkusu nedeniyle sona eren bir öğretmenlik hayatının ilginç ayrıntılarını dinlemeye koyuluyoruz.

Cumhuriyet 85, Ali öğretmen 102 yaşında

Cumhuriyet tarihinin yaşayan en yaşlı öğretmeni Ali Okyay, kimliğine göre 1911 doğumlu. Fakat o, doğum tarihinin hicri 1325 olduğunu belirterek asıl yaşının 102 olduğunu söylüyor. Bir asırlık hayatını anlatmaya çocukluk yıllarındaki eğitiminden başlıyor. Cumhuriyet'in ilanından önce komşu köydeki sıbyan mektebine devam etmiş. Burada Kur'an-ı Kerim öğrenmiş, din dersleri almış. Bu arada arapça alfabeyle okuma yazma öğrenmiş haliyle. "Harf inkılâbından sonra mektebe gidip yeni yazıyı öğrendim." diyor. Eski ve yeni alfabeyle okuma yazmayı bilen Ali dede, gençliğinin ilk yıllarında İstanbul Topkapı'daki Mahmutpaşa Konağı'nda uşaklık yapmaya başlamış. Ta ki 1932 yılında askere çağrılana kadar. Askerliği Hayrabolu 45. Süvari Alayı'na çıkmış. "Subay, 'Okuma yazma bilenler ayrılsın.' dedi. Beni kaleme adılar. Orada askerliğimi yaptım." şeklinde konuşuyor.

Üç sene askerlik yapmış Ali dede. Askerlik sonrası İstanbul'a gitmek yerine memleketine dönmüş. 'Ne iş yapayım?' diye düşünürken köylüsü maden çavuşu Kazım, ona da kömür ocağında iş bulmuş. Bir ay boyunca kömür arabalarına pul taktığını söyleyen Ali dede, kömür ocağında patlama olunca buradaki işini bırakmış. Tam o sırada sokak sokak gezen tellallar Ali dedenin hayatını değiştirecek bir haberi bağırıyormuş. Yeni bir iş bulmanın derdine düşen Okyay, "Tellalı duyunca çok sevindim." diyerek sözlerini şöyle sürdürüyor: "O zaman elektrik, hoparlör yok, tellal bağırması var. 'Kastamonu Göl köyünde, eğitmen kursu açılacak. Askerliğini çavuş, onbaşı olarak yapanlar, okuma yazma bilenler toplansın. Kastamonu'da eğitmen kursu açılacak.' diye bağırıyorlar. Biz yedi kişi sınava gittik. Ben kazandım. Altı ay gittim kursa." Yedişer kişilik gruplar halinde kursta eğitim alanlar, sadece yeni alfabeyi öğretmeleri için kurs görmemişler. Tayin olacakları köylerde yaşayan insanlara aktarmak üzere sebzecilik, arıcılık, demircilik, marangozluk gibi iş alanlarında da eğitim almışlar. Dönemin Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel'in kurslarını ziyaret ettiğini anlatıyor. Kursu başarıyla bitirenler kendi köylerine atanıyormuş. Fakat Ali dedenin kendi köyü olan Yazıcık'ta hâlihazırda bir öğretmen olduğu için onu komşu köye, çocukken Kur'an-ı Kerim öğrenip din dersleri aldığı Yağmurca köyüne atamışlar. Böylece 30 yaşında öğretmenlik hayatı başlamış Ali dedenin. Bir zamanlar okuma yazmayı öğrendiği köye okuma yazma öğretmek için gideceğini öğrenince mutlu olmuş. Fakat köye vardığında yer sorunu yaşamış. "Ne ders verebileceğim ne de kalabileceğim bir yer vardı." diyor. Çareyi dere kenarında çam ağacından yapılma mescidi ikiyi bölmekte bulmuş. Kendi çabasıyla mescidin yarısını sınıfa çevirmiş. Böylece hemen her yaş grubundan öğrencilerine Latin alfabesiyle okuryazarlık öğretmeye başlamış. Tabii Kastamonu'daki kursta edindiği meslekî bilgileri de. Bu arada birçok teftiş de geçirmiş zamanın genç öğretmeni. Bunlardan birini şöyle anlatıyor: "Bir gün, gün bitimine yakın bir müfettiş geldi. Dersi dinledi. Bana 'Aferin eğitmen.' dedi. İsmet Tor adlı müfettiş, dershanenin sıkıntılı durumunu görünce köy muhtarına 'Eğitmene çocuk okutması için bina bulamazsan onu buradan alırım.' dedi. Sonra yeni bir bina ayarladı muhtar."

Ağaçlar kaldı o günlerden


Ali dede, yaklaşık bir sene bu köyde öğretmenlik yaptıktan sonra kendi köyüne atanmış. Zeki adında başka bir öğretmenle birlikte çalışmaya başlayan Ali dede, köylüyü nasıl eğittiklerini şöyle anlatıyor: "Yeni yazıyı öğretiyorduk. Arıcılık, sebze bahçesi, fidancılık, tavuk kümesi yaptık. 100-150 civarında fidan yetiştirdik. Bağcılık yaptık. Kursta öğrendiklerimin hepsini okulun bahçesinde onlara gösterdim. Okul binası yıkıldı ama bahçedeki o ağaçlar hâlâ duruyor." O zamanlar gezici başöğretmenler gidip geliyormuş okullara. Sınav yapıyorlarmış öğrencileri. Gezici başöğretmen, Ali dedenin öğrencilerine de sınav yapmış. Yazıcık Köyü Okulu, bölgedeki diğer okullardan daha başarılı çıkmış sınavdan. Gezici başöğretmen Milli Eğitim Bakanlığı'na bu başarıyı rapor edince bakan Hasan Ali Yücel, Ali öğretmene teşekkürname göndermiş. Bu arada 9 lirayla başladığı aylığı da 33 liraya çıktmış.

Hafta içi köy okulunda öğretmenlik yapan Ali Okyay, gençlik heyecanıyla her cumartesi muhakkak ava çıktığını anlatıyor. Fakat öğretmen arkadaşı onu ava çıktığı için kendi deyimiyle Maarif Vekaleti'ne şikayet etmiş. Bu şikayete çok kızan Ali dede, şu an bile pişmanlık duyduğu bir karar almış. "Okulumu çok seviyordum. Ama çok kızdım. Artık çalışamayacağımı söyledim. Keşke söylemeseydim." diye anlatıyor pişmanlığını. Yaklaşık 13 senelik öğretmenlik hayatına son veren Ali dede, yine de öğrencilerden kopmamış. Köyün çocuklarıyla yakından ilgilenmiş. 3 çocuk 14 torun saibi Ali dede şu an bile ders anlatma isteği taşıdığını belirtiyor. Kastamonu'daki kurs sonrası eğitmen arkadaşlarıyla çektirdikleri siyah beyaz fotoğrafı gösteriyor bu arada. Öğretmenlik yıllarını hatırlayınca bu fotoğrafa bakıyormuş hep. Duvarda asılı fotoğraf dikkatimizi çekiyor. Elinde fötr şapkası, takım elbiseli şık bir genç duruyor bu siyah beyaz fotoğrafta. Öğretmenlik yıllarından kalmaymış. Ne olursa olsun okuluna hep şık kıyafetlerle gidermiş. O anda söze torun Hüseyin Okyay giriyor, "Dedem, nerede görürse görsün öğrencilere ilgi gösteriyor. Onlara okumaları gerektiğini anlatıyor. Çocuklar da onu seviyor." diyor. Biz de Ali dedeyi alıp köy okuluna gidelim istiyoruz. Teklifimizi sağ kulağına bağırarak söylüyoruz. "Hemen gidelim." diyor. Okul Müdürü Musa Akkaya kapıda karşılıyor bizi. Meğer o da Ali dedenin akrabasıymış. Ali dede, sınıfa girip öğretmen masasına oturduğunda mutlu oluyor. 'Öğrencilerin karşısına yeniden çıkmak nasıl bir duygu?' diye soruyoruz. 'güzel' deyip dua etmeye başlıyor. Çocuklarla ne kadar iyi bir iletişiminin olduğuna ilk elden şahit oluyoruz. Okul Müdürü Musa Akkaya, Ali dedenin okulda düzenlenen her törende protokoldeki yerini muhakkak aldığını belirtiyor. Sadece bu yıl sağlık sorunları nedeniyle okula gelemediğini ifade ederek "Ali öğretmen bizim için bir değer. Onunla elimizden geldiğince ilgileniyoruz." diyor. o.deligoz@zaman.com.tr

Dedem bana öğretmenliği sevdirdi


Ali Okyay'ın 50 yaşındaki torunu emekli öğretmen Hüseyin Okyay, "Dedem bana öğretmenliği sevdirdi." diyor. Öğretmenlik mesleğini seçmesinde dedesinin büyük etkisinin olduğunu söylüyor. Öğretmenlik yaptığı süre boyunca dedesinin kendisine sürekli tavsiyelerde bulunduğunu anlatan torun Okyay, şöyle konuşuyor: "Dedemin öğretmenliğe dair apayrı bir tecrübesi var. Bu tecrübesini benimle paylaştı. Mesela dedem bitişik yazının en kısa zamanda nasıl öğretilebileceğini çok iyi biliyor. Çünkü onların döneminde en kısa zamanda bitişik yazı öğretiliyormuş. Onun heyecanı, beni, mesleğimi daha iyi yapma adına teşvik ediyordu."

Zaman
Yayın Tarihi : 23 Kasım 2008 Pazar 18:36:23
Güncelleme :23 Kasım 2008 Pazar 20:00:01


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?
Yorumlarınız
Mustafa ŞALLI IP: 88.251.48.xxx Tarih : 16.12.2008 10:35:23

Miladi1840-1925 hatta bütçede mali yıl başı 01 Mart’tan 01 Ocak’a alınan 1982’ye dek Türkiye’de resmiyette ya Hicri ya Miladi ya Rumi takvim kullanıldı.Ancak nüfusta rumi takvim benimsendi.Doğumunu kendisi dahi ne gün ne ay ne yıl olarak bil[e]miyen ALİ OKYAY’ın tevellüdü; Hicri 1325=13 Şubat 1927 Çarşamba-02 Şubat 1908 Pazar değil Rumi 1325=14/03/1909-13/03/1910’dur. Haberin http://www.kenthaber.com/Arsiv/Haberler/2008/Kasim/23/Haber_514928.aspx’de yayınına=23 Kasım 2008 06:36=10/11/1425=25 Kasım 1429 Pazar’a kadar yaşı eğer 102 ise bunun karşılığı; rumi 1423/1424-102=1321/1322 yani miladi 14 Mart 1905 ila 13 Mart 1907 yani hicri 08/01/1323 Salı-29/01/1325 Çarşamba olur. Aynı şekilde T.C. kurucusu TBMM Başkanı T.C. cumhurbaşkanı Müşür Gazi -Sayın- MUSTAFA KEMAL [ÖZ] ATATÜRK’ün askeri okul künye defterinde doğum tarihi rumi 1296=Rumi ise 14 Mart 1880-13 Mart 1881 Hicri ise 25 Aralık 1878 Çarşamba-13 Aralık 1879 Cumartesi ama makbulen 1880/1881’dir. SAYGILARIMLA Mustafa ŞALLI Yazıcık