2
Mayıs
2025
Cuma
EĞİTİM

ÜNİVERSİTENİN TÜRKLÜĞÜ...

Türkiye'deki neoliberalizm, emek ve yoksulluk çalışmaları yapan sosyalist akademisyenlerin Kürtlere değinmemesi tuhaf...

Türkiye üniversitelerinde çalışan sosyalist ve Marksist akademisyenlerin araştırmalarında 60’lardan bugüne süreklilik gösteren ilginç bir eğilim var. Türkiye’nin toplumsal yapısını üretim ilişkileri ve üretici güçler açısından analiz eden bu çalışmalar, devletin sınıf karakterini ve toplumsal sınıfları analiz ederken, toplumsal güç ilişkilerini ve siyasi hiyerarşileri de deşifre etme iddiasını taşıyorlar. Bunlar, güçlünün karşısında ezilenleri, emekçileri ve yoksulları gözeten çalışmalar. İlginç olan, bu meseleleri dert edinen sol akademisyenlerin Kürt meselesine veya Kürtlerle dair akademik ilgisizliğidir.

60’lardan 80’lerin sonlarına kadar, Marksist/sosyalist bilim insanları, birkaç istisna hariç, Kürt meselesi hakkında akademik çalışma yapmadı. Bugün Türkiye’deki sol görüşlü insanların haklı olarak değer verdiği bu bilim insanlarının neredeyse başucu kitabı haline gelen eserlerinde, Kürt meselesiyle ilgili ciddi bir analiz ve hatta araştırmaya dayalı bir yorum bulmak zor. Eğer hasbelkader Kürt meselesine değinilirse de, bu çoğunlukla Doğu’da feodalizmin çıkarları ve emperyalizmin oyunları bağlamında ele alındı. Resmi ideolojinin çizdiği sınırlar aşılmaya çalışılmadı, bu sınırların dışına fazla çıkılmadı. Sonuçta, Türkiye’nin toplumsal ve siyasi düzeniyle ilgili o büyük analizlerin hepsi eksik kaldı.

Kimlik
90’lı yıllarda Marksist eğilimli akademisyenler neoliberalizm üzerine çalışmaya başladılar. Bu akademik çalışmalar sayesinde, neoliberal politikaların Türkiye ölçeğinde yarattığı tahribata dair geniş bir birikim oluştu. Bu çalışmaların önemli bir kısmı emek düşmanı neoliberal politikaları teşhir etti. Kamu teşekküllerinin özelleştirilmesi ve grev/sendika haklarının budanması sonucunda çökertilen kayıtlı işçi sınıfı; esnek sermaye birikimiyle birlikte yaygınlaşan taşeronlaşma ağlarının ve kayıtdışı ekonominin yarattığı süreksiz ve düşük ücretli işler; emek piyasalarının yeniden düzenlenmesi sonucu yaşam ve iş güvencesinden yoksun kalan ve esnek koşullarda çalışmaya mahkum edilen işçiler; gittikçe bozulan gelir dağılımı sonucu artan yoksulluk ve sosyal politikaların dönüşümü ertesinde işsizlikle terbiye edilen yoksullar bu çalışmalar sayesinde sosyal bilimlerin üst sıralarına taşındı.

Bunun yanı sıra pek çok araştırma, piyasa mantığının galebe çalmasıyla birlikte Türkiye’de çeşitli kurumların, misal üniversiteler, kâr mantığıyla çalışan işletmelere dönüşmesinin toplumsal ve kültürel sonuçlarını konu edindi ve bu süreçte biçimlenen yeni toplumsal hiyerarşileri analiz ettiler. Ne var ki, bu çalışmaların çoğu Kürt meselesiyle ilgili neredeyse hiçbir şey söylemiyordu. Daha da kötüsü, bazı akademisyenler, emek örgütlerini ve sınıf kolektiflerini parçalayan neoliberal politikaların, neoliberalizmle çelişmeyen “kimlik” siyasetini popülerleştirdiğini iddia ediyor ve Kürt meselesi ile aralarına koydukları mesafeyi teorik gerekçelere dayandırıyorlardı.

Türkiye’deki neoliberalizm, emek ve yoksulluk çalışmalarının Kürtlere değinmemesi tuhaf. Zira 90’lı yıllarla birlikte zorunlu göç sonucu metropollere yığılan Kürt nüfusu, yoksullar ve emekçiler diye bahsedilen soyut kategorilerin önemli bir kısmını oluşturuyor. Başka bir deyişle, Kürt meselesinin 90’lı yıllardaki dinamikleri, neoliberalizm çalışmalarının gündeme taşımayı başardığı yoksulluk ve emek tartışmalarının neredeyse göbeğinde. Ama bırakın doğrudan Kürt sorunuyla ve Kürt bölgeleriyle ilgili çalışmaların azlığını ve yokluğunu, Kürtler çoğu zaman neoliberalizm çalışmalarında da kendilerine bir yer bulamıyorlar.

Türkiye’de son yıllarda, zorunlu göç sonucu metropollerdeki varoşlara yerleşen Kürtlere dair bazı önemli sosyolojik çalışmalar da yapıldı. Bunlar, devletin 90’lı yıllarda Kürt meselesine dair uyguladığı siyasetin ve Kürtlerin zorunlu göçünün Türkiye’de neoliberal tahribatın anlaşılması açısından ne kadar önemli olduğunun altını çizen çalışmalar. Ne var ki, bu araştırmalar sol akademisyenlerin çalışmaları sonucu oluşan neoliberalizm araştırmaları içerisinde birkaç istisna.

Neden böyle oldu? Türkiye’nin önde gelen sosyalist akademisyenleri Kürt meselesi gibi bir kırmızı çizgiyi neden aşmaya çalışmadılar? Bir kısmı şüphesiz ki korkmuştur. Eğer resmi ideolojiyi yerle bir etmeye kararlıysanız, yıllarca hapis yatacağınız, hiçbir üniversitede iş bulamayacağınız, kitaplarınızın da yasaklanacağı örneklerle gösterildi (en ünlü örnek, sosyolog İsmail Beşikçi). Çok ünlü bir tarihçimizi babasının zamanında mealen şöyle uyardığı söylenir: “Eğer önemli ve saygın bir tarihçi olmak istiyorsan, Ermeni ve Kürt meselelerine girmeyeceksin.” Çünkü bu konulara dürüst bir şekilde girilirse, kişinin sonu kötü olur; devletin memuru olarak girilirse de ciddi tarihçi olunmaz. En garantisi hiç girmemektir. Zaten resmi ideoloji ne çalışılacağından ziyade, neyin çalışılmayacağını söyler.

Türklük hali
Ancak korku ve çıkar faktörleri bütünüyle açıklayıcı değil. Sonuçta sosyalist bilim insanlarının büyük çoğunluğu namuslu, cesur insanlardır ve böyle olmalarının bedelini de zaman zaman ödediler. Sorunun asıl kökeni sanırız bu bilim insanlarının “Türk olması”nda yatıyor. Burada tabii etnik anlamda Türklükten bahsetmiyoruz. Etnik anlamda Türk olmakta hiçbir sorun yok, Fransız veya Arap olmakta olmadığı gibi.

Mesele, bir durum, bir hal, bir zihniyet olarak Türklüktür, bu topraklardaki hakim millet olan Türklüğün bir parçası olmaktır. Bu kişilere sorsanız, çoğu “ben kendimi asla Türk olarak görmedim, ben enternasyonalistim” diyecektir. Peki o kadar enternasyonalist olan solcularımız neden yanı başlarındaki Kürtlerin sorunlarına, tarihine ve siyasetine bu kadar uzak kaldılar? Cevap içselleştirilen, herkesin içine sindirilen Türklüktedir. Resmi ideolojiden, Atatürkçü ailelerimizden ve medyadan bize aktarılanlarla neredeyse herkes zihni olarak Türkleştirildi. Kürt hareketi ve halkının ne kadar politize ve dönüştürücü olduğunu dahi göremeyecek, bunu takdir edemeyecek bir Türklük hali bu. Tarif ettiğimiz Türklük hali, Kürt meselesine dair akademik ilgisizliği besleyen en mühim etmenlerden.

Marksist ve sosyalist akademisyenlerin Türklüğünden kastettiğimiz, Türk ulus-devleti “kazanımları”nı dört elle savunan, o kazanım denen şeylerin bir sürü grubun kayıp hanesine yazıldığını görmezden gelen ve Kürt meselesi denince gündeme sürekli emperyalizmi, feodalizmi, neoliberalizmi, İslamcılığı ve Osmanlıcılığı getiren “Kemalist Türklük” değildir. Kastedilen “Marksist Türklük”, Kürt meselesine dair akademik bir kayıtsızlık olarak vücut buluyor. Milliyetçi ve Kemalist Türklük, Kürt meselesiyle ilgili yaptıklarıyla sorumludur, Marksist Türklük ise yapmadıklarıyla... Ancak bu Türklük hali üzerine düşünmemeye devam edildikçe, son yıllarda iyice artan Marksizmden Kemalizme geçişlerin büyük bir hız kazanacağı da öngörülebilir.

ESRA SARIOĞLU: Binghamton Üni., Sosyoloji. doktora
BARIŞ ÜNLÜ: Dr., AÜSBF

Radikal
Yayın Tarihi : 19 Ocak 2010 Salı 19:01:43


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?