20
Mayıs
2024
Pazertesi
EĞİTİM

Çocuk da bakarım dil de öğrenirim

Yıllarca okullarda okuyoruz, sonra sınavlar... Üniversiteyi kazanıyoruz, okulu bitiriyoruz bu defa da dil karşımıza çıkıyor. Dil ise en kolay kendi ülkesinde öğreniliyor. Birçok üniversite mezunumuz İngilizce öğrenmek için İngiliz ailelerin çocuklarına bakıyor, pahalı bir Avrupa şehrinde yaşamak için ek işlerde çalışıyorlar. Öğrencinin çektiği dil çilesi...

Bir süre önce 1,7 milyon genç üniversite sınavında ter döktü. Zorlu 3,5 saati geride bırakan öğrenciler, sınav sonuçlarını heyecanla beklediler. ÖSYM’den gelen zarf kimine üniversite kapısını araladı. Kimine de ‘hayallerini bir dahaki yıla ertele’ cevabı verdi. 4 yıl önce aynı heyecanı yaşanlardan biriydi Hüseyin Bidis. Yıllardır hayallerini gerçekleştirmek için hazırlandığı sınav maratonunu geride bırakmış, sıra madalyayı almaya gelmişti. Marmara Üniversitesi Hazır Giyim Teknolojisi Bölümü’nü kazandığını öğrendiğinde yaşadığı mutluluğu şimdi tarif bile edemiyor. “Çok değil 4 yıl sonra üniversiteyi bitirir iyi bir iş bulur, para kazanmaya başlarım.” diyordu... İngilizce bilmeden iş bulmanın zor olduğunu öğrenince hemen çareler aramaya koyuldu. ‘Yabancı bir dil en iyi ülkesinde öğrenilir’ düsturu ise İngiltere macerasının başlangıcı. Bir buçuk yıl önce geldiği Londra’da eğitim masraflarını karşılamak için çalışmaya başladığı dondurma tezgâhının şimdi sahibi. Woodgreen’deki Alışveriş Merkezi’nde yaz-kış dondurma satıyor Hüseyin. Kışın satışlar çok iyi olmasa da o masraflarını karşılayacak kadar kazandığı için mutlu. “Bu tezgâhtan sadece ben değil, birlikte çalıştığım iki arkadaşım daha geçimini sağlıyor.” diyor. Birkaç ay önce yaşadığı bir olay ise Hüseyin’e “Bu ülkeden en kısa zamanda kurtulmak istiyorum.” dedirtiyor: “Başıboş gezen 15 zenci çocuk, tezgâhın etrafını sarıp rahatsızlık vermeye başladılar, arkadaşımla müdahale ettik. İçlerinden biri arkadan bana yumruk attı, fakat fark edemedim. Arkamı döndüğümde başka bir zenci adam gülüyordu, onun attığını düşünüp üzerine yürüdüm, meğer o kavgayı seyredenlerden biriymiş. Adamdan özür diledim ama o günden sonra bu ülkede kalmam dedim.” Londra’da insanlara güvenini kaybettiğine üzülen Hüseyin, çok farklı ülkelerden insanla iç içe yaşıyor olmanın ve onların kültürlerini öğrenmenin ise yurtdışı tecrübesinin artıları olduğunu söylüyor. İngilizceyi tam anlamıyla öğrenmeden Türkiye’ye dönmeyi düşünmeyen Hüseyin’in en büyük özlemi ise İstanbul ve ezan sesi...

Sadece Hüseyin değil elbet, Elife, Nazan, Serkan, Ömer, Neslihan ve daha binlerce genç, hem çalışıp hem okuyor Londra’da. Aralarında hiç iş tecrübesi olmayan da var, Türkiye’de öğretmenlik yapan da. Şimdi kimi şeker satıyor, kimi garsonluk yapıyor. Kimi bakkal çırağı, kimi çocuk bakıyor, kimi de temizlikçi. ‘Türkiye’de olsak üniversiteyi bitirdikten sonra bu tür işlerde çalışmak zorumuza giderdi, burada mecburen yapıyoruz.’ diyor hepsi de.

Amaçları ise aynı; İngilizceyi öğrenip bir an önce ülkemize dönmek ve dil bilmediğimiz için geri çevrildiğimiz şirketlere göğsümüzü gererek girmek.

‘Haritada yerini bilmediğim ülkelerden arkadaşım oldu’

Elife Yılmaz: Selçuk Üniversitesi İstatistik Bölümünden mezunum. Bir devlet kurumunda işe girmek için KPSS’de İngilizceden 65 alamayınca bu dili ülkesinde öğrenmeye karar verdim. Au-pair (anne yardımcısı) olarak Londra’ya geldim. 4 aydır İngiliz bir aileyle yaşıyor ve onların 7 yaşındaki kızlarına bakıyorum. Türkiye’de üniversite bitirdikten sonra burada başkasının çocuğunun şımarıklıklarını çekmek önce zoruma gitmişti. Haftada 25 saat evde çalışıyor ve çocuğun bakımıyla ilgileniyorum. Bunun karşılığında aileden haftalık 65 pound alıyorum. Pazar günleri de Café Shop’ta çalışıyorum. Müşterilere kahve, çay veriyor, temizlik yapıyor, bulaşık yıkıyorum. Günlük 50 pound kazanıyorum. Bir yıl içinde İngilizceyi öğrenip dönmeyi planlıyordum. Bu süre yeterli değilmiş. Niyetim, işletme masterı yaptıktan sonra dönmek. Londra bana çok deneyim kazandırdı. İngilizlerden planlı olmayı öğrendim. Küçük çocukları bile en az bir haftalık plan yapıyor. Ben de bunu hayatımda uygulayacağım. Bir de adını ve haritadaki yerini bilmediğim ülkelerden arkadaşlarım oldu.

İngiliz aile bir pizzayı beşe böldü; onlar doydu, ben aç kaldım

Nazan Kaya: Uludağ Üniversitesi İktisat Fakültesi’nden mezunum. Ben de İngilizlerin yemeklerine alışamadım. Sebze ve dondurulmuş gıda yiyorlar. Geldiğim gün komik bir olay bile yaşadım. O gün pizza pişirmişlerdi. Pizzayı beşe böldüler, yanına biraz salata koydular. Herkes sofradan karnı tok kalktı, ben aç kalktım. Londra pahalı bir şehir; sosyal hayata katılmak, en azından sinemaya veya başka bir şehre gezmeye gitmek için ekstra bir işte çalışmak şart. Ben cumartesi günleri Portobellla markette şeker satıyorum. 9 saat ayakta durmak ve özellikle kışın dışarıda olmak biraz zorluyordu beni.Patronum müşteriler tatlarını sorduğunda cevap vermem için çikolatalardan denememi istiyordu. Ben de zaten çok sevdiğim için günde 500 gram çikolata yiyordum. İlk aylarda çok fazla kilo aldım. Ağustosta iki yılım dolacak ve Türkiye’ye döneceğim. Şu an İngilizce düzeyim advanced, ayrıca burada mesleğimle ilgili sertifika programlarına gittim. Döndüğümde CV’me yazacağım güzel şeyler olacak. Buna rağmen Türkiye’de iyi bir iş bulamazsam çok üzülürüm.

‘Çocuğu ateş içindeydi partiden dönmedi’

Neslihan İletir: Sakarya Üniversitesi Kamu Yönetimi Bölümü mezunuyum. Bir yıl İstanbul’da iş aradım. Sirketler İngilizce isteyince Londra’ya geldim. 6 aydır İngiliz aileyle kalıyorum ve 3 çocuklarına bakıyorum. Yeme alışkanlıkları, aile ilişkileri bizimkinden çok farklı. Genellikle donmuş gıdalar ve sebze yiyorlar. İlk geldiğim ay 5 kilo verdim. Anne babaları çocuklarına doyasıya sarılıp koklamıyor. İlk aylarda çok şaşırdığım bir olay yaşadım. Karı-koca bir akşam partiye gittiler, çocuklarla ben kaldım. 3 yaşındaki çocukları hasta oldu, çok fazla ateşi vardı. Aileyi aradım gelmeleri için, ama partiden ayrılıp gelmediler. Gece yarısına kadar çocuğun başında bekledim. Aileyle anlaşma gereği haftanın beş günü toplam 25 saat çalışıyorum. Ütü, temizlik yapıyor, çocukların yemeklerini pişiriyorum, karşılığında haftalık 65 pound alıyorum. Aileden aldığım haftalık, kurs parasını bile ancak karşıladığı için ekstra bir iş bulmam gerekiyordu. Oturduğum mahalledeki Türk marketinde çırak olarak çalışmaya başladım. Londra’ya dil eğitimi için gelmek yanlış tercihmiş onu anladım.

‘İngilizce öğrenemiyorsan Türkçe öğret’

Serkan Yıldırım: Marmara Üniversitesi Tekstil Teknoloji Öğretmenliği Bölümü mezunuyum. İngilizce olmadan şirketler işe kabul etmeyince 2007 Eylülünde Londra’ya geldim. Woodreen’de bir öğrenci evinde kalmaya başladım. Havaalanına indiğimde cebimde 1 ay yetecek kadar para vardı. Ev arkadaşım Hüseyin dondurma tezgâhında çalışacak bir elemana ihtiyacı olduğunu söyleyince geldikten dondurma satmaya başladım. Günde 5 saat, haftanın yedi günü çalışıyorum. Haftalık 140 pound kazanıyorum. Yol parası, kira, yiyecek dâhil her hafta 90 pound gidiyor. Burada çalışmak zorunda olan öğrencilerin en büyük sıkıntısı okula devamsızlık. Çok yorulduğumuz için okula gidemiyoruz. Dolayısıyla asıl amacımızdan yani İngilizce öğrenmekten sapıyoruz. Londra’da beni en çok şaşırtan olay yollardaki çizgi şeklindeki yaya geçişi oldu. Yayalar oradan geçerken bütün araçlar bekliyor, Türkiye’de olsa sanırım pek çok insan ölürdü. Bizler bu kadar sabır göstermezdik. Sorunlarımdan biri de burada çok fazla Türk olması. Okulda, evde hep Türklerle iç içeyim. İngilizceyi düşündüğüm gibi 6 ayda öğrenemedim. Hatta buradaki arkadaşlarla şakalaşıyoruz parolamızı değiştirdik diye: İngilizce öğrenemiyorsan Türkçe öğret.

‘Buraya gelince ülkemin kıymetini anladım’

Ömer Faruk Selcan: Celal Bayar Üniversitesi Tarih Bölümü mezunuyum. 3 yıl bir tekstil firmasında çalıştım. İngilizce bilmediğim için bir üst pozisyona geçmem imkansızdı, Londra’ya gelip İngilizce öğrenmeye karar verdim. Woodgreen’e geldim. Türkçe tabelaları ve yanımdan geçen insanların Türkçe konuştuklarını duyunca ‘acaba Türkiye’de miyim?’ diye düşündüm. O an Londra’nın İngilizce öğrenmek için gelinecek en son yer olduğunu anladım. Buraya gelince ülkemin kıymetini anladım. Sokak ortasına tuvaletini yapan insanlar ve çocuklarının beline tasma takıp gezdiren kadınları gördüm. Burada sevdiğim tek şey ise düzen ve yeşillik. Londra çok pahalı bir şehir, sosyal bir hayatınız da olsun istiyorsanız çalışmanız gerekli. Bir gıda dağıtım firmasında ürün teslimatı bölümünde çalışıyorum. Dondurulmuş gıdalar sevkiyatta sıcaktan çözülmesin diye içlerine buz koyuyorduk. Çalıştığımız ortam çok soğuk olduğundan astronot elbiselerine benzeyen kıyafetler giyiyorduk. 6 aydır buradayım ve İngilizcemde çok fazla ilerleme olduğunu düşünmüyorum. Ben bu dili öğrendim diyene kadar buradayım; 3-4 yıl yani. Buradayken en çok özlemini çektiğim şey kokoreç. Kokusu burnumda tütüyor.

Zaman
Yayın Tarihi : 1 Eylül 2008 Pazartesi 15:20:08


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?