30
Mayıs
2024
Perşembe
EĞİTİM

Türk eğitim sistemine bakış

Artık ülkeler bilgiyle kalkınıyor, savaşlar silahla değil, eğitilmiş beyinlerle yapılıyor. Ne yazık, veriler ülkemizdeki sistemin nitelikli eğitim vermekten çok uzak olduğunu gösteriyor. Hükümetten hükümete değişen programların yarattığı bu hali aşmak için ulusal bir program yürürlüğe konulmalı

Dünyada 21. yüzyılda ülkelerin zenginlikleri artık, yeraltı kaynakları, tarihlerinin ne kadar uzun ve başarılı olduğu ya da işgücü ile değil, nüfuslarının ne kadar nitelikli eğitim aldıkları ile ölçülmektedir. Ülkeler arasındaki farklılık ve bir ülkenin diğerlerinin önüne geçebilmesi, ancak iyi yetişmiş beyinlerle ve dolayısıyla o ülkenin dünyadaki rekabet gücünün yüksek olmasıyla gerçekleşebilmektedir. Artık, savaşlar, silahlarla değil, eğitilmiş beyinlerle yapılmaktadır. Bilgi toplumuna geçilmesiyle birlikte, eğitim, daha önce hiç olmadığı kadar büyük önem taşır hale gelmiştir.
Bilgi toplumunda eğitim, toplumsal açıdan bir gereklilik, bireysel açıdan ise bir zorunluluk olmuştur. İçinde bulunduğumuz çağa “sanayi ötesi çağ” ya da “bilgi çağı” adı verilmektedir.
Bilginin yaratılması, dağıtılması ve paylaşılması kavramlarıyla birlikte “mavi yakalı” çalışanların yerini “bilgi işçileri” almıştır. Bilgi işçilerinin en önemli özellikleri, bilgi ve becerilerinin ülkeleri için verimlilik kaynağı olması, bir maliyet olmaktan çok yatırım olarak görülmeleri ve bilgilerinin onları potansiyel girişimci konumuna getirmesidir.

Fotoğraf net
Günümüzde artık kaç kişinin okuma yazma bildiği ya da okula devam ettiği gibi bilgiler geçerliliğini yitirmiştir. Ülkemizde okullaşma oranlarının yüzde 90’lara çıkmış olması ve eğitime bakış açısının buna odaklanmış olması başarı olarak görülmektedir. 

Ancak, Türkiye’de eğitimin geri kalmışlığının hangi boyutlarda olduğunu ve bu sistemin artık çağın gereklerini karşılayamaz olduğunu ortaya koyarken belli verilerden yararlanmak, fotoğrafı netleştirmek açısından faydalı olacaktır:

Ülkemizde çağ nüfusunun yüzde 10,23’ü zorunlu eğitim dışıdır; yani 1142 çocuğumuz okula gitmemektedir.
Toplam nüfusun yüzde 12,6’sı okuma yazma bilmemektedir.
6-17 yaş grubunda 78 bin çocuk ücretli, maaşlı ya da yevmiyeli olarak tarım sektöründe çalışmaktadır.
17 bin 636 okulda birleştirilmiş sınıflarda 646 bin 410 öğrenci öğrenim görmektedir; yani bir öğretmen birinci sınıftan beşinci sınıfa kadar olan tüm öğrencilerle bir sınıfta tahtayı beşe bölerek ders yapmaktadır.
807 ilçede 667 bin 537 öğrenci taşımalı eğitim görmektedir.
l 1.571 öğrenciye bir rehberlik odası, 5 bin 508 öğrenciye bir spor
salonu, 1.609 öğrenciye bir kütüphane düşmektedir...
Nitelik sorunu
Bu örnekler, eğitim sisteminin var olan haliyle nitelikli eğitim vermekten çok uzak olduğunu göstermektedir. Bu sistemde gençler çekingen, kaygılı ve hedeflerini belirleyememiş, yaşama hazır olmayan bireyler olarak yetişmektedirler. Ülkemizde genç nüfus, toplam nüfusun yüzde 17,6’sını oluşturmaktadır. Bu genç nüfus, çoğu zaman, özellikle yaşlanan Avrupa kıtası ülkeleriyle kıyaslandığında, çok önemli bir fırsat olarak görülmektedir. Ancak, bu gençliğin nitelikli eğitime kavuşturulmazsa fırsat olmaktan çıkıp ciddi bir tehdit oluşturacağının çok geç olmadan görülmesi gerekmektedir.
Çocuklarımızın kaç yılını okulda geçirdiği tartışması bir kenara bırakılmalı, onlara hangi nitelikte eğitim verilmesi gerektiği düşünülmelidir. 2023 yılında nüfusun yaklaşık yüzde 70’inin çalışma çağında olacağı düşünüldüğünde, önümüzde 15 yıllık bir demografik fırsat penceresi bulunmaktadır.
Eğitimin nitelik kazanmasının en önemli koşulunu, kaynakların verimli kullanılması oluşturmaktadır. Var olan imkânlarla yapılanlara bakınca, ülkemizin kaynak israfı öne çıkmaktadır. Türkiye’de Gayri Safi Milli Hasıla’nın (GSMH) yılda ortalama yüzde
3,5’i eğitime ayrılmaktadır. Ancak, ne yazık ki, okullar yeterince kaliteli eğitim veremez hale geldiği için, eğitim okulların dışına taşmış, bunun sonucunda da dershaneler ortaya çıkmıştır.

Sektör içinde sektör
Dershaneler, bugünkü haliyle adeta sektör içinde sektör konumuna gelmişlerdir. 2008 yılı itibariyle dershane sayısı 4 binden fazlayken, ki bu yalnızca kayıtlı olanların sayısıdır, ortaöğretim kurumu sayısı 3 bin 690’dır. Bir ülkede eğitim sisteminin okullar aracılığıyla işlediğinden bahsederken, her yıl okul dışı dershane sektörü yüzde 30 artırılıyorsa, şu an içinde bulunduğu haliyle milli eğitim sistemimizin eğitemediğini açık seçik görmekteyiz. Var olan eğitim sistemimiz içinde tabii ki çocuklarımız öğrenmektedirler. Ancak, burada odak noktası, onların bilgi toplumunun gerekleriyle baş edebilmek için ne kadar “etkin” ve değişime uyum sağlayacak şekilde ne kadar “hızlı” ve ne kadar “nitelikli” eğitim aldıkları olmalıdır. Dünya bu kadar hızlı değişirken, eğitim bu değişmenin gerisinde kalmamalıdır. Buradaki formül çok basittir:
Eğitimin hızı ve niteliği, bilgi toplumundaki değişim hızı ve gereklerine en azından eşit ya da daha büyük olmalıdır.
Güney Kore’yi ele alırsak, Türkiye’nin üçte biri yüzölçümüne sahip olmasına rağmen nüfus olarak eşdeğer büyüklüktedir. Bundan 50-60 yıl önce dünyanın en yoksul ülkelerinden biriyken bir ulusal eğitim programını yürürlüğe koymuştur. Bu program, bizdeki gibi hükümetlerden hükümetlere, YÖK başkanından YÖK başkanına değişmemiştir. Çünkü onlar bu hızla ilerleyen ve değişen dünyadaki tek gücün silah değil beyin olduğuna inanmışlardır. Tüm paydaşların katıldığı ortak bir iradeyle hareket etmişlerdir.

Ulusal program
Atatürk 1922 yılında Bursa’da öğretmenlerle yaptığı konuşmasında “Görülüyor ki bugün hepimizin en önemli görevimiz milli eğitim işleridir. Başarının sağlanması için hepimizin tek vücut ve tek düşünce olarak esaslı bir program üzerinde çalışması gerekir” demiştir. 85 yıldır hâlâ tek vücut olup bir ortak irade oluşturamadığımız gerçeği düşünüldüğünde, geldiğimiz nokta hiç de iç açıcı değildir.
Eğitim konusunun artık rejim ve ekonomiyle ilgili sorunların gölgesinde kalmaktan çıkarılması gerekmektedir. İleride eğitimsizlik ve sonrasında işsizlikle boğuşan bir ülke konumundan çıkmak için şimdiden yeterli önlemlerin alınması gerekliliği toplumun tüm kesimlerine kazandırılmalıdır. Siyah ya da beyaz diye ayrıştırılmadan, eğitim ideolojik kazanımlar için bir araç olmaktan çıkarılmalıdır. Ülkemizin geleceğini düşündüğümüzde, ancak tüm paydaşların katılımıyla ulusal bir programın yürürlüğe konması için elimizdeki imkânları zorlarsak başarılı olabiliriz. Bunun gerçekleşebilmesi için hedefi iyi belirlenmiş stratejilere ve siyasi ranttan, popülist yaklaşımlardan arınmış ortak bir iradeye ihtiyaç
vardır. Ancak o zaman, Büyük Önder Atatürk’ün ve atalarımızın bize emanet ettiği ülkeye layık olabiliriz.

Selçuk Pehlivanoğlu: Türk Eğitim Derneği Genel Başkanı

...
Yayın Tarihi : 16 Temmuz 2008 Çarşamba 15:53:36


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?