15
Haziran
2025
Pazar
EKONOMİ

DEVLETİN ALACAĞI ALACAK DA..

Evet, devletin alacağı alacak da vatandaşların veya firmaların alacakları ne?
Devletin alacağı kıymetli de vatandaşın, iş adamının alacağı çakıl taşı mı?
Öyle ya, Maliye ve SSK şahıslardan veya firmalardan olan alacaklarını hukuk tanımadan, bankalardaki hesaplarına girerek, cebren tahsil yoluna gidiyorlarsa, yazımın hemen başında, bu iki soruyu sormadan edemem.

Eylül ayında yasalaşarak, yılbaşında yürürlüğe giren cebri uygulama, mükellefi hayli rahatsız etmiş durumdayken, 28 Ocak'ta yapılan bir değişiklikle 5951 sayılı kanun ve 6183 sayılı amme alacakları tahsili usulü hakkındaki kanun gereği devlete borcu olanların borçlarına mahkeme yoluyla itirazlarının bir anlamı kalmadı.

Önceki haliyle devlete borcu görünen işadamı veya vatandaş eğer borca itirazı varsa teminat göstererek itiraz komisyonuna gitmekte ve bu hususta karar verilinceye kadar yürütmeyi durdurabilmekteydi. 5951 sayılı kanunda yapılan olumlu bir değişiklik ile teminat verme hükmü yürürlükten kaldırıldı ama yürütme devam ediyor.

Çünkü Gelir İdaresi Başkanlığı mahkeme sonucunu beklemeden borçlusunun bankadaki hesabına girerek alacağını cebren tahsil edebiliyor. Bankada bir şey bulamaması halinde ise tapuya gidiyor, varsa gayrimenkulünü satın alıp devlete terkin edebiliyor.

Ve şimdi sıkı durun.

Bu uygulama sadece işadamı, özel sektör ve vatandaş türündeki mükelleflerin borçlarında geçerli.

Siyasi popülizmde araç olarak kullanılan kamu kurum ve kuruluşları, kamu bankaları, belediyeler ve il özel idareleri bu uygulamadan muaf.
Bu, hukuki uygulamalarda bir çifte standart değil de nedir?

Kişi hak ve özgürlüğünü, eşitlik ilkesini yok farz eden, hukuku bir kenara koyan ve çifte standart içeren bu tuhaf durumun belli ki SSK ve Maliye'yi rahatsız eden bir yanı yok. Onlar elektronik ortamda işlerini görüyorlar ve "benden sonra tufan" diyorlar.

Cebir fiilini işadamı veya vatandaş kendi alacağı için kullanınca adı, "mafya usulü tahsilat, gasp, soygun, zor kullanarak el koyma" ifadelerinde suç olurken, devlet yapınca "tahsilat" deniliyor.

Aynı uygulama 2007 yılında da denenmiş ve hayli gürültü koparmıştı. O tarihlerde de Maliye, 130 bin borçlusunun bankalardaki paralarına el koymuş, borçlusundan küçük miktarlı alacağı için tüm paralarını bloke etmişti. Balık hafızalı olduğumuzdan, 2007 yılında yaşananları iş âlemi de bankalar da unutmuş olmalılar. Görünüyor ki Maliye unutmamış ve aynı oyunu yılbaşından itibaren 32 kısım tekmili birden yeniden sahneliyor.

Ama bakın, sonrasında neler oluyor!

Bankada hesabı boşaltılan borçlu mükellefin, çekinin arkası yazılıyor ve bankada bir daha çek hesabı açamıyor. Merkez Bankası'na bildiriliyor, kara listeye alınıyor. Senedi protesto ediliyor, hacizlerle, iflaslarla karşı karşıya kalıyor. Çalışanları maaşlarını alamadıklarından işi bırakıyorlar, üretimi duruyor, bitiyor.
Peki, bu tür davranışlara maruz kalan işadamları veya şahısların üçüncü şahıslardan veya devletten alacakları karşısında böylesi hakları var mı?

Elbette yok.

Onların alacakları karşısında her türlü hukuki uygulama, bürokrasi, kıl tüy benzeri çok sayıda engelleme var. Çekte yaşanan 711 olayı henüz unutulmadı. Çek, yeni yasa ile bir kredi vasıtasına dönüştürüldü ve hapislik kaldırıldı. Hapistekiler mart ayı sonuna kadar anlaşmaları kaydı ile serbest bırakıldılar ama şimdi de çeklerdeki uzlaşma süresi 1 yıl daha uzatılıyor. İflas ertelemesi saçmalığı hâlâ gündemde. Borçlu olur da borcuna itiraz ederse en az 3 veya 4 yıl mahkemelerde sürünüyor. Mahkemeyi kazansa dahi borçlusu ortadan kaybolduğundan para yerine hava alıyor, hava alınca da devlete ve SSK'ya olan borcunu ödeyemiyor.
Mükellefin alacağı ve devlet borcu karşısında hal-i pür melali bu ise, elinden gelen nedir?

Borçlusu ile oturup konuşarak ödemeyi bir plana bağlamak, borçlusunun ödemeyi yapabilmesi için onun çalışma ortamını kolaylaştırmak, olmazsa uzun süren hukuk çerçevesinde alacağını tahsil yoluna gitmek, her şey yolunda giderse devlete ve SSK'ya olan borcunu ödemek.

Yasaların işadamı ve vatandaşa sağladığı imkânlar bu kadar ve dikkat ederseniz hukuk kuralları içinde ve özveri içeren bir yapıda.

Maliye ve SSK bu sabrı gösteremiyorsa, borçlusunun ancak çalışırsa borcunu ödeyebileceği gerçeğini dikkate almıyorsa, işini çevirebilmek için bankada üç beş kuruşu olan borçlu mükellefinin hesabına giriyor ve can suyu niteliğindeki birikimine cebren el koyuyorsa, bu tavır "üzüm yemek değil, bağcıyı dövmek" anlamında şık bir yaklaşım değildir.

Oysa sorun veya sorunlar ticari hayatın rengidir, alacak veya borç iş hayatının aksesuarlarıdır, ödeme, ödememe piyasaların gerçeğidir, o sorunları azaltmak ise işadamlarının olduğu kadar, devletin ve devlet kurumlarının da görevidir, alacağı için uygun şartlar hazırlamak, ödemeleri uygun bir faizle, belli bir takvime bağlayarak anlaşmak, olmaz ise hukuk yoluna başvurmak, önündeki yollardan sadece birkaçıdır.

Ne gariptir ki Maliye ve SSK'nın son uygulamaları bu düşüncelerden hayli uzaktır.
"Ne yani devlet alacağının peşinde koşmasın mı?" diye soranlarınız olabilir.
Cevabım, "Elbette koşsun ama böyle değil, iş âleminin gerçeklerini bilerek, hukuk kuralları çerçevesinde, cebir kullanmadan, eşit şartlarda koşsun" olacak.
Bu noktada benim de sormam gereken bir basit soru var.

Anayasamıza göre de hukuk kurallarına göre de yasalar karşısında herkes ve her kurum eşit ise borçlar hukukumuz, ticaret hukukumuz, neden devlete ayrı, vatandaşa ayrı uygulanıyor?

Bu sorumun, Anayasa Mahkemesi, Yargıtay, Maliye ve SSK gibi dört muhatabı var.
Bu kurumlardan birisi lütfeder de cevap verirse ben de okurlarım da çok müteşekkir kalırız.

Şevket Sürek - Referans
Yayın Tarihi : 15 Şubat 2010 Pazartesi 14:56:24
Güncelleme :15 Şubat 2010 Pazartesi 15:27:54


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?