25
Mayıs
2024
Cumartesi
EKONOMİ

ÖZELLEŞTİRME, YERLİ SERMAYE VE TEKEL İŞÇİLERİ

Tekel işçilerinin sorunu sadece kendilerinin değil, hükümetin, siyasi partilerin, ILO'nun (Uluslararası Çalışma Örgütü), sanayicilerin, Türk-İş ve Tek Gıda-İş dışındaki sendikaların da meselesidir...

“Kaplumbağaya dikkat et.
Ancak kafasını çıkartıp risk aldığında ilerleyebiliyor”
James Connot

Türkiye ekonomisinde yapısal dönüşüm 24 Ocak 1980 istikrar tedbirleri ile başlamıştır. Söz konusu tedbirler paketi ile dışa açık, özel sektör öncülüğünde büyüyen, devletin küçültülmesini ve ekonomiden tamamen çekilmesini hedefleyen programlar uygulamaya konulmuş, bu programlar Dünya Bankası’nın
yapısal uyum kredileri ile desteklenmiştir.1960’lı yıllardan beri izlenen ithalata yönelik sanayileşme politikası terk edilerek, ihracata yönelik sanayileşme politikasına yönelinmiş, ekonomide serbestleşme ve liberalleşme doğrultusunda kararlar alınarak uygulamaya konulmuş, kârlılık ve verimliliğin arttırılması, kaynak dağıtımında maksimizasyonun sağlanması ve sermayenin tabana yayılması amaçlarına yönelik olarak kamu iktisadi teşebbüslerinin özelleştirilmesi süreci başlatılmıştır.

Üç grup
1980 sonrası ekonominin model ve işleyişini değiştirme amacına sahip kararlar 3 grupta toplanabilir.
Serbest piyasa ekonomisinin işleyişini sağlamak amacıyla ekonomiye müdahale niteliğinde olan fiyat kontrolleri kaldırılmış tır. Döviz kurları ve faiz hadlerine yapılan müdahaleler yumuşatılmış, ithalat yasa ğı ve kısıtlamaları ile yabancı sermayeye yönelik engeller aşamalı olarak kaldırılmıştır. Temel mal ve hizmet kapsamı daraltılarak, fiyatların idari kararlar yerine, piyasa mekanizması yoluyla belirlenmesi ilkesi benimsenmiş, bu çerçevede KİT’lere yapılan mali destekler kaldırılmış, bu kuruluşların ürettikleri mal ve hizmetlerin fiyatları da serbest bırakılmıştır.

İkinci grupta ihracatın arttırılmasına yönelik uygulamalar gelmektedir. Bu amaca yönelik olarak kur politikasının yanı sıra, ihracatta yoğun ve çeşitlendirilmiş bir şekilde teşvik uygulaması başlatılmıştır.

Üçüncü grupta KİT’lerin özelleştirilmesine yönelik politika ve uygulamalar yer almaktadır. Devletin ekonomiden çekilmesi yaklaşımı çerçevesinde öncelikle KİT yatırımları ve kaynakları sınırlandırılmış, kamunun imalat sektöründen tamamen çekilme hedefi doğrultusunda, mevcut yatırımlar enerji, ulaştırma, telekomünikasyon gibi alt yapı yatırımlarında yoğunlaşmıştır.

Devletin ekonomik ve siyasi hayattaki yerini yeniden tanımlayarak, onu klasik fonksiyonlarına döndürmek isteyen akımlar için özelleştirme, devletin iktisadi yaşamdaki yerini daraltmanın, onu savunma, güvenlik, eğitim, sağlık gibi asli fonksiyonlarına döndürmenin bir aracı olarak görülmektedir.

Özal ve sonrası
1983’te Turgut Özal’ın öncülüğünde, özelleştirme sürecine giren Türkiye, o tarihten bu yana kötü bir performans sergilemiştir. Fiilen 1985 yılında başlatılabilen süreç, hükümet-devlet veya hükümet-yargı arasında sıkışıp kalmıştır.

Özelleştirme 1980’lerden bu yana ülkemizin gündemindedir. Uygulanan istikrar politikalarında özelleştirmeden elde edilecek gelir, kamu borçlarının azaltılmasında ve faizlerin düşürülmesinde bir araç olarak görülmüştür. Stratejik olmayan işletmelerin özelleştirilmesinde, karar alıcılar; rekabet, kârlılık-verimlik ve istihdamın arttırılması gibi konulara özen göstermelidirler. Çünkü istihdamın, çalışma hayatına ve barışına sağladığı katkı göz ardı edilemez.

Son yapılan özelleştirme faaliyeti ise Tekel’in özelleştirilmesidir. Tekel gibi kurumlar özelleştirildiğinde, kamusal ve toplumsal fayda ortadan kalkmamalıdır. İşçilerinin hakları tam olarak verilmelidir. Avrupa’daki örneklerinde olduğu gibi kamunun, toplumun, çalışanların ve devletin çıkarlarının bütünlüğü devam etmelidir.

Her şeye rağmen Tekel gibi özelleştirilen kurumları yerli sermaye alsaydı, ülke menfaatleri açısından daha iyi olurdu. Hükümet yerli sermayedarları harekete geçirebilirdi. Devletin küçülmesi ve ekonomiden çekilmesi demek, kamu mal ve kurumlarının yok pahasına satılması demek değildir.

Osmanlı Devleti’nden bu yana bir türlü gerçek anlamda ve yeterli “yerli sermaye” oluşturamayan Türkiye’de, zenginlerin de devlete dayanarak zengin olması, özelleştirilen kurumların genelde yabancı sermaye tarafından satın alınmasına neden olmuştur.

Yerli sanayiciler devletten ucuza mal almaya alıştığı için, küresel rekabet ortamında, Türkiye’de gerçekleştirilen özelleştirme ihalelerinde yeterince cesur olamıyor. Ve bu durum onların, ülkeleri için rialmamalarına yol açıyor. Geçtiğimiz yıllarda yapılan Tüpraş’ın özelleştirilmesinde Koç-Shell ortaklığı, yerli sermayenin, “ortaklık da olsa” ülkesi için bir şeyler yapabileceğini ortaya koymuştur. Yerli sermaye kabuğundan çıkıp, risk alabilmelidir.

Tekel işçilerinin sorunu sadece kendilerinin değil, hükümetin, siyasi partilerin, ILO (Uluslararası Çalışma Örgütü), sanayicilerin, Türk-İş ve Tek Gıda-İş dışındaki sendikaların da meselesidir. Ancak konuyla ilgili ne CHP dışındaki siyasi partilerden ses çıkmakta, ne de ILO’dan bir çözüm önerisi gelmektedir. Türk-İş dışındaki konfederasyonlar ve sendikalardan da yeterli ilgi gösterilmediğini gözlemlemekteyiz.

Özelleştirilen Tekel işçilerinin sosyo-ekonomik durumları günümüz şartlarına uygun olarak yeniden düzenlenmelidir. Hükümetin ‘4/C’li sözleşme’ formülü işçiler tarafından kabul görmemektedir. Hükümetin işçileri devletin farklı kurumlarında görevlendirmesi doğal karşılanabilir. Ancak bu ‘4/C’li’ değil, en azından 4/B’li veya mevcut özlük haklarının devamı üzerinden yapılmalıdır. Aksi takdirde çalışma barışının bozulması muhtemeldir.

Herkes gibi Tekel işçileri de bu ülkenin vatandaşıdır. Siyasi değil de “insani boyutunun” ağırlıkta olduğu bu konuda, iktidarın kendi vatandaşları için risk alıp fedakarlıkta bulunması ülkenin yararına olacaktır.

Muhammed Örtlek: Uluslararası İlişkiler ve Siyaset Bilimi Uzmanı

Radikal
Yayın Tarihi : 23 Ocak 2010 Cumartesi 18:52:42


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?