14
Haziran
2025
Cumartesi
EKONOMİ

YARGI VE İKTİSADİ BÜYÜME

Türkiye'de iki ayrı süreç yan yana yürüyorlar; üstelik ayrı ayrı, sanki birbirleriyle ilişkileri yokmuş gibi, her iki konu da bağımsızmış gibi ele alınıyorlar.

Aslında belki de bizlerin zannettiğinden çok daha fazla ilintili iki süreç hiç birlikte düşünülmüyorlar; bu iki süreç yargı ve iktisadi büyüme süreçleri.

Bu iki sanki ilintisiz gibi görünen süreci öncelikle ayrı ayrı sayısal bir mantıkla ele alalım.

Öncelikle iktisadi büyümeyi.

Tüm iktisadi tartışmaların nihai amacı uzun vadede yüksek ve sürdürülebilir bir büyüme oranı; ve buna bağlı olarak da yüksek bir kişi başına gelir düzeyi.

Döviz kurunun, faiz oranının, borsa endekslerinin, vergi sistem tasarımlarının tüm amacı uzun vadede satın alma gücü paritesine göre yüksek bir kişi başına gelir olmalı.

Türkiye İstatistik Kurumu'nun, EUROSTAT ve OECD ile yardımlaşarak gerçekleştirdiği son araştırma sonuçlarına göre Türkiye, Avrupa ülkeleri içinde satın alma gücü paritesiyle kişi başına gayri safi yurt içi hasıla (GSYİH) hacminde 45 endeks değeri ile 37 ülke içinde sondan beşinci oldu.

Araştırmaya konu olan 37 ülkeden 27'si AB ülkesi; on diğer ülke ise AB üyesi olmayan Avrupa ülkeleri.

AB ortalamasının 100 olduğu sıralamada Türkiye 45 endeks değeri ile ancak Arnavutluk, Bosna-Hersek, Makedonya, Sırbistan ve Bulgaristan'ı geride bırakabiliyor.

31 ülke ise Türkiye'nin önünde; Romanya ve Karadağ gibi ülkelerin satın alma gücü paritesine göre hesaplanmış kişi başına gelirde Türkiye'nin önünde olması gerçekten ilginç.

İtalya 100 endeks değeriyle AB ortalamasıyla tam örtüşürken, Yunanistan'ın 95 endeks değeriyle AB ortalamasının hemen altında olması da yine dikkate değer bir durum.

AB adaylık süreci Türkiye ile beraber başlayan ama şimdi açılan fasıl sayısı itibarıyla bizim çok önümüze geçmiş bulunan Hırvatistan'ın satın alma gücü paritesine göre kişi başına gelir endeks değeri 63.

Durum gerçekten bizim için hiç de parlak görünmüyor; üstelik 2008 için yapılan bu hesaplama kriz öncesi yaşanan yüksek büyüme oranlarına rağmen gelinen noktayı işaret ediyor.

Türkiye'nin satınalma gücü paritesine göre kişi başına gelir düzeyinde Yunanistan'ın yarısından bile düşük olmasının çok farklı açıklamaları senelerdir iktisatçılar tarafından konuşuluyor, tartışılıyor.

Yüksek nüfus artışı, yanlış iktisat politikaları, Cumhuriyet'in başında devraldığımız tarımsal yapı ve iktisat zihniyeti, savunma harcamalarının yüksekliği vs. gelinen bu sevimsiz noktayı bir açıdan açıklamaya yönelik faktörler.

Ancak, ülkemizde gelinen bu noktanın açıklamasına yönelik çalışmalarda pek konu edilmeyen bir faktör de yargı erkimiz.

Acaba, bir ülkede yargı kararlarının niteliği ve düzeyi, uluslararası hukukla uyumu, küresel gelişmelere, uluslararası sözleşmelere uygunluğunun iktisadi büyüme oranları üzerinde bir etkisi var mıdır?

Ülkemizde pek ele alınmayan bu konunun, yargı kararlarının iktisadi büyümeye etkisi meselesinin önümüzdeki dönemde daha yaygın bir biçimde tartışılacağını zannediyorum.

Hukuksal yapının, mevzuatın iktisadi büyümeye etkisi meselesi zaten bir süredir iktisat dünyasında tartışılan bir konu; daha az tartışılan hatta tartışma dışı konu hukuk sisteminin bütünü değil yargı kararlarının iktisadi büyümeye etkileri.

Bir süredir, en azından on senedir, yargı kararlarını ve daha da detaylı olmak üzere yüksek yargı kararlarını bir iktisatçı gözüyle izlemeye çalışıyorum.

Anayasa Mahkemesi, Yargıtay, Danıştay gibi yüksek yargı organlarının kararlarının doğal olarak hukuksal ve siyasi boyutları var; bu kurumların ürettikleri yargı kararlarının hukuksal ve siyasal boyutlarının evrensel hukukla, küresel gerçeklerle çok uyumlu görünmediğini bu ya da başka sütunlarda defalarca yazdım.

Ama üzerinde daha az durulan konu, bu yargı kararlarının iktisadi sürece etkileri.

Bu konuda zor gibi duran mesele, yargı kararlarını kantitatif bir baza indirgeyebilmek.

AİHM 2009 senesinde yani kuruluşunun 50. senesinde ürettiği belgede bu konuda bizlere yardımcı olabilecek doneler üretmiş bulunuyor.

AİHM'ye bireysel başvuru hakkının Türkiye Cumhuriyeti yurttaşlarına tanındığı 1987 tarihinden günümüze açılan on bini mütecaviz davadan 1939'u karara bağlanmış ve bu kararların 1676'sında Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin en azından bir maddesine aykırılık bulunmuş.

İspanya gibi ağır bir faşizm döneminden gelen bir ülke için ise sadece 61 karar verilmiş ve bunların sadece 39'unda Sözleşme'nin bir maddesinin ihlali saptanmış.

Bu veriler Türkiye'de yüksek yargı kararlarının çok ağırlıklı olarak AİHS (Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi) testinden sınıfta kaldığının, yargı kararlarının niteliğinin uluslararası standartların altında olduğunun bir sayısal kanıtı.

Yukarıda da belirttiğim gibi yüksek yargı organlarının ürettiği kararların hukukî, siyasal standartları çok düşük, ama bu seviye meselesinin etkisi sadece hukuk devleti kavramının düzeyini değil, aynı zamanda iktisadî büyümeyi de belirliyor, olumsuz yönde etkiliyor.

2004 sonrası çok net görüldüğü gibi ekonomik büyümenin önemli bir finansman kaynağı yabancı sermaye yatırımları olacak; yabancı sermaye yatırımlarının düzeyini belirleyen temel faktör ise ülkede üretilen yargı kararlarının küresel ortamla uyumu olacak; yabancı sermaye yatırımlarının düzeyi sadece detay sayılabilecek bir örnek; çünkü esas önemli olan, yargı kararlarının ülke içinde kaynak dağılımının etkinliği üzerine etkileri ve küresel sermaye akımlarının yönü üzerine potansiyel etkileri.

Önümüzdeki dönemde yargı kararlarının niteliğinin sonuçlarına sadece hukuk devleti açısından değil, aynı zamanda da iktisadî büyümeye etkileri açısından da bakılacak.

Yüksek yargı organları bu alanda şimdiye kadar iyi bir sınav veremediler.

Bundan sonra ne olacağı da belirsiz, ama daha belirgin olan, yüksek büyümenin sürdürülebilir olmasında yargı erkinin düzeyinin artan önemi.

 

Eser Karakaş - Zaman
Yayın Tarihi : 8 Ağustos 2009 Cumartesi 18:54:30


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?