23
Mayıs
2024
Perşembe
EKONOMİ

ATO: Dünya hızla nükleer enerjiye yöneliyor

Dünyada fosil yakıt rezervleri hızla tükeniyor. Petrolün 40, doğalgazın 62, kömürün ise 216 yıllık ömrü kaldı.
Ankara Ticaret Odası'nın (ATO) 'Nükleer Enerji' raporuna göre, bu rakamlar dünya ortalamasını ifade ediyor. Bölgeler tek tek ele alındığında ise Kuzey Amerika'da 14 yıl, Orta ve Güney Amerika'da 39 yıl, Avrupa'da 8 yıl, eski SSCB ülkelerinde 21 yıl, Ortadoğu'da 87 yıl, Afrika'da 27 yıl, Asya ve Okyanusya'da ise 16 yıl sonra petrol kalmayacak. Doğalgazda da durum çok farklı değil. Kuzey Amerika'da 10 yıl, Orta ve Güney Amerika'da 72 yıl, Avrupa'da 16 yıl, eski SSCB ülkelerinde 79 yıl, Ortadoğu'da 100 yıl, Afrika'da 90 yıl, Asya ve Okyanusya'da 44 yıl sonra doğalgaz bitecek. 2001 yılı sonu itibariyle tüm dünyada 142.9 milyar ton petrol, 155.2 trilyon metreküp doğalgaz, 519.1 milyar ton taşkömürü ve 465.4 milyar ton linyit rezervi kaldı.

31 ÜLKEDE 439 NÜKLEER SANTRAL
Nükleer teknolojilerdeki gelişmeler ile petrol, doğalgaz ve kömür gibi fosil yakıtların rezerv ömürlerinin kısa olması, tüm dünyayı nükleer santrallere yönlendirdi. Dünya elektrik talebinin yüzde 16'sı nükleer enerjiden karşılanıyor. Yapılan projeksiyonlara göre, 2010 yılında nükleer kapasite, mevcut kurulu gücün 10 katına, elektrik üretim payı da yüzde 16'dan yüzde 46'ya çıkacak. Bugün 31 ülkede toplam 439 nükleer reaktör işletiliyor ve 24 reaktör inşa halinde. Planlama aşamasında olan reaktör sayısı 37, teklif edilen reaktör sayısı ise 51. Nükleer reaktör işleten 31 ülkede, nükleer enerjinin elektrik üretimindeki payı şöyle:
"Litvanya'da yüzde 80, Fransa'da yüzde 78, Slovakya'da yüzde 57, Belçika'da yüzde 55, İsveç'te yüzde 50, Ukrayna'da yüzde 46, Güney Kore, İsviçre ve Slovenya'da yüzde 40, Bulgaristan'da yüzde 38, Ermenistan'da yüzde 35, Macaristan'da yüzde 33, Çek Cumhuriyeti'nde yüzde 31, Almanya'da yüzde 28, Finlandiya'da yüzde 27, Japonya'da yüzde 25, İngiltere ve İspanya'da yüzde 24, Tayvan'da yüzde 22, ABD'de yüzde 19.9, Rusya'da yüzde 17, Kanada'da yüzde 12.5, Romanya'da yüzde 9.3, Arjantin'de yüzde 8.6, Güney Afrika'da yüzde 6.1, Meksika'da yüzde 5.2, Hollanda'da yüzde 4.5, Brezilya'da yüzde 3.7, Hindistan'da yüzde 3.3, Pakistan'da yüzde 2.4, Çin'de yüzde 2.2".

TÜRKİYE FOSİL BAĞIMLISI
Türkiye enerjide dışa bağımlı ülkeler kategorisinde yer alıyor. Fosil yakıtlara bağımlılığın yüzde 70'e ulaşması, nüfus artışı yüksek olan Türkiye için büyük risk oluşturuyor. Türkiye'nin genel enerji tüketiminde yüzde 38 ile petrol en büyük payı alırken, bunu yüzde 27 ile kömür, yüzde 23 ile doğalgaz izliyor. Geri kalan yüzde 12'lik bölümü ise yenilenebilir kaynaklar oluşturuyor. Türkiye'de 2003 yılı 'genel enerji' tüketimi 83.8 Mtep olarak gerçekleşti. Enerji Bakanlığı'nın koordinatörlüğünde Devlet Planlama Teşkilatı (DPT), Hazine Müsteşarlığı ve Enerji Piyasası Düzenleme Kurumu'nun (EPDK) katılımıyla yapılan 'talep projeksiyonu' çalışmalarına göre, Türkiye'nin genel enerji talebi 2010 yılında 126 Mtep'e, 2020 yılında 222 Mtep'e ulaşacak.

2020'DE ELEKTRİK ENERJİSİ TALEBİ 3.5 KATINA ÇIKACAK
2003 yılı sonu itibariyle 141.2 milyar kilovatsaat olarak gerçekleşen 'elektrik enerjisi' talebinin 2010 yılında 242 milyar kilovatsaat'e, 2020 yılında ise 499 milyar kilovatsaat'e çıkması bekleniyor. Yapılan tahminlere göre, mevcut olan ve inşaatı devam eden tesislere ek olarak 2020 yılına kadar yaklaşık 54 bin 80 megavat'lık yeni santral yatırımı yapılması gerekiyor. Bu tahminler dikkate alındığında, Türkiye'nin nükleer enerjiyi ciddi olarak ele alması gerektiği ortaya çıkıyor.
Türkiye, henüz nükleer santral ile tanışmadı. Ancak nükleer enerjinin hammaddesi olan uranyum ve toryum bakımından çok zengin. Türkiye'de tesadüfen bulunmuş uranyum rezervi 10 bin ton civarında. Maden Tetkik Arama Genel Müdürlüğü'nün verilerine göre, Türkiye'de 380 bin ton görünür toryum rezervi bulunuyor. Sondaj çalışmalarıyla bu rakamın iki katına çıkabileceği belirtiliyor.

NÜKLEER SANTRALİN 43 YILLIK ÖYKÜSÜ
Nükleer enerji, Türkiye'nin gündemine 1962 yılında girdi. Çekmece Nükleer Araştırma ve Eğitim Merkezi'nce 1 MW gücünde TR-1 adında bir deney reaktörü işletmeye alındı. Nükleer santrallerle ilgili ilk etüdler, 1967-1970 yılları arasında yapıldı. TEK'e bağlı olarak kurulan Nükleer Enerji Dairesi 1972 yılında çalışmaya başladı. 2. Beş Yıllık Kalkınma Planı'nda 1977 yılında işletmeye alınmak üzere 300-400 MWe gücünde bir nükleer santral kurulması öngörüldü. Ancak yer seçiminde karşılaşılan güçlükler ve diğer gelişmeler nedeniyle proje gerçekleşmedi. Ardından 1983 yılında işletmeye alınmak üzere 600 MWe gücünde bir santral planlandı. Bu çalışmalar çerçevesinde, 1976 yılında Akkuyu, kuruluş yeri olarak belirlendi. Aynı yıl proje ve ihale şartnameleri hazırlandı. 1977 yılı başında teklifler istendi. Ancak firmalarla yapılan görüşmeler karara bağlanamadı.
1980 yılı başlarında ikinci santral yeri olarak Sinop'un İnceburun mevkii seçildi ve ön araştırma yapıldı. Ancak deprem riski nedeniyle Sinop'taki araştırmalar durduruldu. 1983 yılında Akkuyu ve Sinop için teklifler alındı. 1983'te Kanada firmasına Akkuyu'da 634 MWe gücünde, Almanya firmasına Akkuyu'da 990 MWe gücünde, ABD firmasına Sinop'ta 1185 MWe gücünde bir veya iki nükleer santral kurmak üzere niyet mektupları verildi. Ancak firmalarla görüşmeler tamamlanmadı. 1986'da meydana gelen Çernobil nükleer santral kazasının yarattığı olumsuz ortam nedeniyle Türkiye'de nükleer santrallerle ilgili çalışmalar askıya alındı, TEK Nükleer Santraller Dairesi Başkanlığı kapatıldı. 1989 yılında Arjantin'le başlatılan ortak projeden de hukuki, mali ve teknolojik nedenlerle 1991 başlarında vazgeçildi.

2011 YILINDAN SONRA URANYUM YAKITLI 3 NÜKLEER SANTRAL
Ekim 1992'de TEK, dünyadaki belli başlı nükleer santral imalatçısı firmalara bir mektup yazarak, 2002 yılında devreye girecek şekilde 1000 MW gücünde bir veya iki üniteli nükleer santralin kurulması için teknik ve mali konularda bilgi istedi. Ocak 1994'te dünyadaki güncel durumu değerlendirmek, Türkiye için önerilerde bulunmak, teknik şartnameleri güncelleştirmek ve hazırlamak üzere bir danışman firma seçimi için teklif istedi. Akkuyu Nükleer Santral Projesi Ocak 1993'te Resmi Gazete'de yayınlanarak tekrar yatırım programına alındı. 17 Aralık 1996'da uluslararası ihaleye çıkıldı ve 15 Ekim 1997 tarihinde AECL, NPI ve Westinghouse konsorsiyumlarından teklif alındı. Kararın açıklanması çeşitli nedenlerle 8 kez ertelendikten sonra 25 Temmuz 2000'de Bakanlar Kurulu kararı ile ihale iptal edildi ve ikinci defa kurulmuş olan TEAŞ Nükleer Santraller Dairesi Başkanlığı tekrar kapatıldı.
Son olarak, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı, rafa kaldırılan nükleer santral kurma çalışmalarını yeniden başlattı. 2011 yılından sonra 'uranyum yakıtlı' 3 nükleer santralin devreye girmesi planlanıyor. Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Hilmi Güler'in ifadesine göre, 3 nükleer santralin toplam kurulu gücü 4.500 MW olacak.

ÇERNOBİL HALEN ÇALIŞIYOR
Ukrayna'da Çernobil Nükleer Santrali'nin 4. ünitesinde meydana gelen kazadan sonra nükleer santrallerin kapatılması gündeme geldi ancak kapatılmadı. Çernobil'in bir ünitesi halen çalışıyor. İsveç'te 1980'de yapılan referandum sonucunda ülkedeki tüm nükleer santrallerin 2010 yılında devreden çıkartılmasına karar verildi. Ancak bu karar, 'ülkede işsizliğe ve pahalılığa neden olmaması' şartına bağlandı. Sonuçta nükleer santraller devreden çıkartılmadı. İtalya ve Avusturya'da yapılan referandumlarda nükleer santral programları askıya alındı. Ancak İtalya bu durumun ekonomiye verdiği zararı dikkate alarak 2010 yılında 4000 MWe'lik nükleer santrali işletmeye almayı planlıyor. Japonya, Güney Kore, Rusya ve Çin'de nükleer santral sayısını artırıcı programlar yapıldı ve uygulamaya konuldu.
Çernobil kazasından sonra geliştirilen 'üçüncü ve dördüncü nesil reaktörler', 'güvenlik' ve 'atık' problemini büyük ölçüde ortadan kaldırıyor. Bu reaktörler, herhangi bir arıza veya sistemdeki yetersizliğin kazalara yol açmasını önlemek için 'aktif kontrol' veya operatör müdahalesi gerektirmeyen, pasif ve kendiliğinden güvenli özelliklere sahip bulunuyor. Dördüncü nesil teknolojiler atık problemini de çözüyor. 'Hızlandırıcı sürümlü' sistemler normal reaktörlerde üretilen atıkları yakma olanağı sağlıyor.

NÜKLEER SANTRALİN ÖMRÜ
Nükleer santrallerin ortalama ömrü 30-40 yıl arasında değişiyor. 1960-1970 yıllarında kurulan nükleer santrallerin 2010 yılına kadar sökülüp yerine yeni santrallerin yapılması programa alındı. 2000-2004 yılları arasında 17 nükleer santral ünitesi işletmeden çıkartılırken, 27 nükleer santral ünitesi işletmeye alındı. Nükleer santraller genel olarak ilk yatırım maliyetleri yüksek, yakıt ve işletme giderleri düşük santraller. Yatırım maliyetinin yaklaşık yüzde 40'ını güvenlik oluşturuyor. İlk yatırım maliyeti ülkeden ülkeye ve seçilen teknolojiye göre değişmekle birlikte 2000-2500 dolar/kW arasında değişiyor. Nükleer santrallerin fosil yakıtlı santrallere göre en önemli avantajı yakıt maliyetinin düşüklüğü (0,3-0,5 cent/kWsaat) ve üretim maliyetine olan etkisinin görece azlığı. Yakıt maliyetinin iki katına çıkması nükleer santralde üretim maliyetini yüzde 10 etkilerken, doğalgaz santrallerinde bu oran yüzde 60 ile yüzde 80 arasında değişiyor. Nükleer santral bir kez kurulduktan sonra ürettiği elektriğin maliyeti yaklaşık olarak sabit kalabiliyor.

İLK NÜKLEER ENERJİYİ ABD ÜRETTİ
Dünyada nükleer enerjiyle ilgili çalışmalar 1939 yılında başladı. İlk nükleer enerji ABD'de üretildi. Elektrik üreten ilk nükleer santral olan Shippingport, Pennsylvania'da kuruldu ve 1957'de işletmeye girdi. 1960'lı yıllarda ABD, Sovyetler Birliği, İngiltere ve Fransa'da toplam elektrik enerjisi 1.200 MWe olan 17 reaktör çalışmaktaydı. Nükleerden elektrik enerjisi üretimi 1970'li yıllarda artış gösterdi. 1973 yılında ortaya çıkan ve tüm dünyayı etkileyen petrol krizi nedeniyle nükleer santrale yönelme oldu. Ancak, gelişmiş ülkelerdeki ekonomik durgunluk ve uygulamaya konulan tasarruf önlemleri ile elektrik enerjisine olan talep önemli ölçüde azaltıldı. Çevre sorunları yaratabileceği ve nükleer silahların yayılmasına sebep olacağı düşünceleri 1975-1980 yılları arasında nükleer santral siparişlerinde önemli bir azalma meydana getirdi. 1979 yılında ABD'de Three Mile Island kazasından sonra, birçok gelişmiş ülkede 'antinükleer' hareketler arttı. 1983 yılından itibaren dünyada önemli ekonomik gelişmeler kaydedilmesiyle elektrik tüketiminde artış oldu ve nükleer alanda da bir hareketlenme meydana geldi. Ancak, 1986 yılında meydana gelen Çernobil kazası ile tekrar antinükleer hareketlerde artış yaşandı. Güvenlik ve atık problemine teknolojik gelişmelerle çözüm üretilmesi yeniden nükleer enerjiyi gündeme aldırdı.

'TÜRKİYE'NİN NÜKLEER ENERJİYE SIRTINI DÖNME LÜKSÜ YOK'
ATO Başkanı Sinan Aygün, rapora ilişkin değerlendirmesinde, dünyada pek çok ülkenin nükleer enerji kullandığını belirterek, "Türkiye'nin nükleer enerjiye sırtını dönme lüksü yok. Gerekli önlemler alındığı takdirde, nükleer santraller fosil yakıtlardan kaynaklanan çevre sorunlarını ortadan kaldırıyor. Üstelik uzun vadede ucuz bir teknoloji" dedi. Gelişmiş ülkelerin nükleer santrallerden vazgeçtiği iddialarının gerçeği yansıtmadığını bildiren Aygün, şunları kaydetti:
"Gelişmiş ülkelerde yeni santral yapılmamasının tek nedeni ihtiyaç duymamaları. Böyle bir teknolojiden kimse vazgeçmez. 1 kilo kömürden 3 kilovatsaat, 1 kilo petrolden 4.5 kilovatsaat elektrik elde edilirken 1 kilo uranyumdan 50 bin kilovatsaat elektrik üretilebiliyor".
İHA
Yayın Tarihi : 20 Ağustos 2005 Cumartesi 13:36:37
Güncelleme :20 Ağustos 2005 Cumartesi 13:59:03


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?