30
Mayıs
2024
Perşembe
EKONOMİ

İki büyük krizin arasındaki fark

Amerikan merkez bankacılığının başlangıç noktasında bir bankacılık krizi vardır.Sene 1907'dir. Aradan 100 yıl geçtikten sonra bugün ortada yeni bir bankacılık krizi vardır.

Öyle anlaşılmaktadır ki, Amerikan finansal sisteminin yeni yapısını da 2007 bankacılık krizi belirleyecektir.

Müsaadenizle bugünü genel bir değerlendirmeye ayıralım. Sorumuz son derece basittir: 1907'den 2007'ye değişen nedir? Arada bir sürü bankacılık krizi de olduğu düşünüldüğünde, 2007 krizini aradakilerden ayıran nedir?

Bunu görebilmenin yolu, öncelikle 2007 krizine zemin hazırlayan, finansal piyasalardaki kurumsal değişiklikleri iyi kavramaktır. Yangının bu kadar hızlı ve bu kadar yoğun bir biçimde yayılabilmesine imkân tanıyan o kurumsal değişikliklerdir. İkinci olarak ise 2007 krizini neyin tetiklediğini belirlemek gerekmektedir.

2007 krizinin, 2007 yılının yaz aylarında patlak vermesine, tam da ağustosta etrafı sarıvermesine neden olan faktör nedir? Ortada bir bankacılık paniği varsa, paniğe neyin yol açtığını belirlemek, yangının nasıl hızla yayılıverdiğini anlamamızı da kolaylaştıracaktır. Bu çerçevede, her bankacılık krizi birbirinden farklıdır. Elbette hepsi esasen bankacılık krizidir ama yangını durdurma yolu birinden diğerine değişebilir. Bu konularda iyi bir okuma isteyenlere tavsiyemiz Wharton School'dan Profesör Gary Gorton'ın "The Panic of 2007" adlı çalışmasıdır. Çalışma Eylül 2008 tarihlidir ve son derece faydalı bir değerlendirme çerçevesi içermektedir.

Kanalizasyon sızıntısı gibi

Aslında her bankacılık krizi, "şehir içme suyu şebekesine, şehir kanalizasyon şebekesinden bir miktar sızıntı olmasına" benzer. Kanalizasyondan eser miktarda da olsa, içme suyuna bir sızıntı olduğu haberi duyulunca ne olur?

Şehir içme suyu şebekesinin bazı bölümlerindeki içme suyunun tamamı artık içilemez olur. Bu durumda, şebeke bağlantılarını hızla kesip, "iyi" bölümü, "kötü" bölümden ayırmak ve de "kirlenen" bölümü hızla temizlemek gerekir. Yoksa panik çıkar. Ayırma işlemi sırasında ise şehrin geniş bir bölümüne su veremez olabilirsiniz. Ya da sistemin kısımlarını birbirinden ayıramıyor olabilirsiniz. Bu durumda, suyun tamamını bir süre için kesmekten başka çare yoktur. Bankacılıkta işler tam da böyle işlemez. "Birtakım" bankaların bilançolarında "kötü" finansal varlıklar olduğunu düşünen, "iyi" bankalar ne yaparlar? O "birtakım" bankayla ilişkiyi kendileri keserler. Ne yaparlar? Onları çok kısa vadeli fonlamazlar.

Halbuki her bankanın likidite ihtiyaçları için her gün sistemin içinde likidite barındıran bankalar tarafından fonlanması gerekir.

Unutmayın; bankalar, sizden topladıkları mevduatı bir kenara nakit olarak istif ettikleri zaman size ödemeleri gereken faiz gelirini kazanamazlar. Bankanın söz verdiği faiz ödemesini yapabilmesi için topladığı mevduatı gelir getiren finansal varlıklara yatırıyor olması gerekir.

Burada temkinlilik esastır. Dolayısıyla banka günlük ödeme emirleri için nakit paraya ihtiyaç duyduğunda, bunu esasen, o anda elinde nakit para olan bankalardan sağlar.

İşte bankaların "iyi" ve "kötü" diye anılmaya başlandığı bir ortamda, bankalar birbirlerini fonlamaktan kaçındıkları için, faturalar ödenemez olur. Bankada paranız duruyordur ama telefon faturanız ödenmez. Neden? Çünkü mevduatınızın yattığı, ödeme emirlerinizi verdiğiniz banka, o akşam kendisini fonlayamamıştır. Böylece telefon şirketi de borcunu tahsil edememiş olur. Ve bu nakit sıkışıklığı sistemin içinde böylece yayılır. Sistemimiz felç olur. Ödenmeyen borçlar bir yangın gibi hızla yayılır.

Merkez bankalarının desteği

Felci önlemenin kısa vadeli yolu, merkez bankalarının devreye girip, diğer bankalar tarafından fonlanmayan, "kötü" kabul edilen bankaları fonlamasıdır. Böylece yangın kontrol altına alınmış olur.

Son dönemde, "Merkez bankası devreye girdi, piyasalara likidite verildi" sözünün manası budur. Merkez bankası devreye girip, likidite veriyorsa, "iyi-kötü" banka ayrımı nedeniyle bankalar birbirleriyle ilişki kurmaktan kaçınıyor demektir.

Onlar birbirlerinden kuşkulanıyorlarsa, ortada her zaman bir problem vardır. Ama bakınız, merkez bankasının devreye girmesi ortadaki problemin çözümü değildir. Bu yalnızca yangının diğer bankalara sirayetini engeller.

Yapılan, orman yangınında, ormanın yanan bölümünü, yanmayan bölümden ayırmakla aynı şeydir. Yangını söndürmekle alakası yoktur. Yangını söndürmek için ayrıca çalışmak gerekir.

Bankacılık krizinde yapılması gereken, ilk kıvılcımın nereden çıktığını ve de yangının yayılım biçimini doğru tespit etmektir. İşte işin asıl zor olan ve tedaviye doğru giden bölümü buradadır. Amaç yangının kaynağını kurutmak ve onun hızla yayılmasına yol açan nedeni ortadan kaldırmaktır. Bu arada elbette su sıkmaya devam etmekte, sisteme likidite vermekte hepimizin selameti açısından fayda vardır.

İsterseniz öncelikle 1907'den 2007'ye değişeni tespit edelim, daha sonra ise bu krizi neyin tetiklediğine bir bakalım. Öyle anlaşılıyor ki bu krizi tetikleyen Markit şirketinin bir fiyat indeksini 2006 yılı sonunda yayımlamaya başlamış olmasıdır. Fazladan malumat "iyi banka", "kötü banka" karmaşasını yaratmış görünmektedir. Peki, banka bilançoları hakkında kuşku yaratan nedir? Başlıyoruz.

Sistemin mimarı 1907

1907 yılı bankacılık krizi, Amerikan bankacılık sistemine biçim vermiştir. 1907 yılında bir bakır şirketinin iflası ile mevduat sahipleri bu şirkete yüksek oranda kredi vermiş olan bankalara hücum etmişler ve mevduatlarını çekmeye başlamışlardır.

Mevduat çekmek üzere başlayan bu banka hücumunun değdi değmedi demeden tüm bankalara sirayet etmeye başlaması üzerine genel bir bankacılık krizi patlak vermiştir.

İşte böyledir, mevduat sahipleri iyi ve kötü banka ayrımı yapamaz, onlar sistemin tümünden çekilirler. Kriz, JP Morgan'ın, bankalardan birinin, diğer bankaların mevduat geri ödemelerini garanti ederek devreye girmesiyle sonuçlanmıştır.

Bunun üzerine, likidite için bir son başvuru mercii olarak Ulusal Parasal Komisyon (National Monetary Commission) 1908 yılında Kongre'de kabul edilen Aldrich-Vreeland Kanunu ile kurulmuştur.

İşte Amerikan Merkez Bankası (Fed), bu komisyondan türemiştir. 1913 yılında Kongre Federal Reserve Kanunu'nu kabul etmiştir. Sonra da 1929 buhranı gelmiştir. Bakın oranın sermaye piyasası düzenlemelerinin nedeni de 1929 Buhranı'dır. O zamanki borsa çöküşü yine düzenleme getirmiştir.

Krizin üç önemli nedeni

Peki, bu bankacılık krizini öncekilerden ayıran faktörler nelerdir? Üç neden ön plana çıkmaktadır. Yangının yayılma biçimine bakıldığında, bu üç faktörü ayırt edebilmek mümkün olmaktadır.

Bunlardan ilki, Amerikan finansal sisteminin tarihinde ilk kez 2005 ve 2006 yıllarında yoksulları ev sahibi yapmak üzere çaba harcamaya başlamasıdır. Yok, canım, "Merhametten maraz doğar" diyerek bütün tüylerinizi diken diken edecek değiliz. Ama resme bakınca görünen odur ki, bankerler hayatlarında ilk kez, bugüne kadar yanlarına bile yaklaştırmadıkları, yoksullara ev kredisi vermeye başlamışlardır.

Zaman 2005 yılıdır. "Kredi değerliliği düşük ev kredisi piyasası"nın (subprime mortgage market) gelişmeye başlama dönemi budur. 2005 ve 2006 yıllarında bu piyasanın boyutu yaklaşık 1.2 trilyon dolara ulaşmıştır. İşte problemin esas boyutu bu kadardır. Beğenelim veya beğenmeyelim, şehir içme suyu şebekesinde problemin başlama noktası burasıdır.

İkincisi, aslında, problemin kaynağı, yoksullara kredi açılıyor olması değildir, problemin kaynağı bu açılan kredilerin riskinin şeffaf bir biçimde ortaya konmamış olmasıdır. Bu kredilerin içerdiği riski, daha sonra, bir dizi karmaşık enstrüman aracılığıyla devralanların, esasen neyi devraldıklarını bilmiyor olmaları, problemin temelidir. Bu ikinci noktadır.

Bu tespit bizi üçüncü faktöre götürmektedir. Neden şeffaflık kaybolmaktadır? İpotekli ev kredileri, özellikle bunların subprime olanları, menkul kıymet haline dönüştürülerek yeniden satılmıştır. Problem aslında tam da buradadır.
Bu işlem nasıl yapılmıştır? Kredilerin dönemsel ödemeleri bir havuzda toplanmış ve bu havuzda toplanan gelir akımları dönemsel ödemeli bir menkul kıymet haline getirilerek satılmıştır.

Mortgage'ta yedi nokta

Yapılan, bir nevi, önceden kredi plasmanı yapıp sonradan mevduat toplamak gibidir. Ancak burada yedi noktanın altını çizmek gerekmektedir: Birincisi, mevduatı yatıran, havuzda toplanan gelir akımlarının bir bütün olarak ne kadar sürdürülebilir olduğunu, birinci elden bilmemektedir.

İkincisi, bu mevduatı yatıran aslında satın aldığı menkul kıymeti bir başka yatırım fonunun içine varlık olarak koymaktadır. O yatırım fonunun katılma belgesini ya da her ne ise o belgesini alan ise neyi aldığını hiç ama hiç bilmemektedir. Bakın zehirli atık nasıl şebeke suyuna sızmaktadır.

Üçüncüsü, bu havuzun içinde hem subprime olan hem de olmayan krediler bulunmaktadır. Ama işi ilk satışı yapandan başka ne olduğunu bilen yoktur. Dördüncüsü, bu havuz mevduat sigortası kapsamında değildir. Beşincisi, bu havuzu şimdi hepsi batan banka dışı aracı kurumlar oluşturmuşlardır. Altıncısı, sigorta şirketleri ise bu havuzun gelir akımlarının garantörüdür. Zor durumda olmalarının nedeni budur. Yedincisi, havuzu inşa eden, mali sorumluluk taşımasa bile moral açıdan sorumlu olanlar, banka dışı aracı kurumlardır ve onlar da bu işin altında kalmışlardır.

Zehirli menkul kıymetler

İşte bugünkü problemlerimizin kaynağında, kredilerin bu gelir akımı havuzları vasıtasıyla menkul kıymet haline getirilmesi, sonra bu menkul kıymetlerin banka, yatırım ortaklığı ve yatırım fonu portföylerine alınması ve dahi bu menkul kıymetlere dayalı türev ürünler geliştirilmesi yatmaktadır.

Zehirli menkul değerlerden kasıt budur. Bütün bu gelişmeler ayrıntılı kamuoyu aydınlatma düzenlemeleri olmadan yapılmıştır. Problemin kaynağında "kamuyu aydınlatma" (disclosure) düzenlemeleri eksikliği yatmaktadır. Suçluların ilk sırasında ise Amerikan Sermaye Piyasası Kurulu vardır. Bugün Merrill, Lehman derken ortada banka dışı aracı kurum kalmamasının, AIG'nin, AMBAC ve MCIA'nin problemlerinin kaynağı budur.

Ancak dikkat edilirse yukarıdakilerin hepsi biriken bir riskten bahsetmektedir. Burada çöküşü neyin başlattığına dair bir veri yoktur. Gelelim krizi tetikleyen gelişmeye, efendim.

Çöküşü başlatan Londra merkezli Markit adlı bir malumat derleme (information provision) şirketinin kendisine yeni iş alanı yaratmak üzere ABX indekslerini tasarlamasıdır. Şirket, ABX-ev kredisi indeksini 2006 yılının sonunda oluşturmuş ve de 2007 başından itibaren hizmete sokmuştur.

İndeks, "kötü kredi değerliliğine sahip ev sahiplerinin yükümlülüklerine dayalı" menkul kıymetlere sahip olmanın riskliliğine ilişkin bir karşılaştırma yapma olanağı sağlamıştır. İndeks, 25 adet subprime varlığa dayalı menkul kıymetin fiyatlarının takibine dayalı olarak tasarlanmıştır. İşte o noktadan itibaren, "ne aldığını bilmeden" portföyüne bu tür "zehirli" menkul kıymetleri takip edenler, neyi satın aldıklarını, bunun fiyatındaki değişmeleri takip etmeye başlamışlardır.

İşte 1.2 trilyonluk bir piyasa kocaman Amerikan piyasasını böylece murdar hale getirmiştir. Bugünkü iyi-kötü banka ayrımını yaratan, sigorta şirketlerini sallayan, kimin portföyüne ne kadarlık bu tür menkul kıymet ve bu menkul kıymete dayalı enstrüman sızdığının belli olmamasıdır. Sızıntının kaynağı kurutulmadan piyasadaki kuşku bulutlarının dağılmasını beklememek gerekir. Zehirli menkul değerler aslında yoksulların ev sahibi olmasını sağlayan banka kredilerine dayalıdır.

Peki, Kongre'deki yasa taslağı neyi sağlayacaktır? Amaçlanan bu tür "üçüncü kategoriden finansal varlıkları" bir an önce kamunun elinde toplamaktır. Amaçlanan kanalizasyondan portföylere sızanı temizlemektir. Yapılan ilke olarak doğrudur. Yapılma biçimine ayrıca bakarız ama tespiti doğru yapmakta fayda vardır: Yangını bitirecek, kaynağını kurutacak olan budur. Peki, bu sosyalizm midir? Onu diyenler olsa olsa sosyalizmin ne olduğunu bilmemektedirler.

Vaziyet böyle böyledir, efendim. 1907 yılında bir bakır şirketinin iflası ile mevduat sahipleri bu şirkete yüksek oranda kredi vermiş olan bankalara hücum etmiş ve mevduatlarını çekme...

Güven Sak - Referans
Yayın Tarihi : 27 Eylül 2008 Cumartesi 17:36:34


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?