6
Haziran
2025
Cuma
EKONOMİ

Meyve bahçesi için yer arıyorlar

Alaaddin Güç kimdir?
1949'da doğdu. İTÜ Kimya Fakültesi (1973) ve İÜ İşletme İktisadı Enstitüsü (1975) mezunu. 1975-1993 yıllarında profesyonel olarak orta ve üst kademe yönetici
olarak çalıştı. 1993 yılında TARGID şirketini kurdu. Şirketin kurucu başkanı ve genel müdür olarak çalışmalarını sürdüren Güç'ün, meslek hayatının son 26 yılı içecek
sektöründe geçti. Güç, 2008'in mayıs ayından itibaren MEYED Yönetim Kurulu Başkanı olarak görev yapıyor.

Yerli ve yabancı yatırımcıların Türkiye'de meyve bahçesi kurmak için ciddi çalışmaları olduğunu söyleyen Meyve Suyu Endüstrisi Derneği (MEYED) Başkanı Alaaddin Güç, aşırı bölünmüş arazilerin sıkıntı yarattığını ifade etti. Güç, "Bu önemli ve cazip bir iş, şartları olgunlaşıyor. Sadece meyvede değil tüm tarım ürünlerinde yabancıların arayışları var" dedi. Türkiye'de tarıma dayalı pek çok sektörün olduğu gibi meyve suyu sektörünün de en önemli sorunu hammadde sıkıntısı. Meyve suyu üretim tesislerinin sayısı hızla artmasına rağmen meyve üretiminde aynı ivme yakalanabilmiş değil. Son dönemde bu açığı gören yerli ve yabancı firmaların bahçe yatırımı yapmak için çalışmalara başladığını söyleyen Meyve Suyu Endüstrisi Derneği (MEYED) Başkanı Alaaddin Güç, "Tarım ölçek ekonomisiyle yapılmazsa küçük küçük üretimlerle kapasite yaratamayız. Bin dönüm ve katları gibi girişimler olması gerekli. Makro ekonomik açıdan dişe dokunur adımlar atılması gerekli. Bu yönde yatırımlar artmaya başladı. Mesela Adana'da Özler ailesi kendi yöresinde ve Niğde'de 6 bin dönümlük bahçe kurdu. Manisa Eşme'de Günaydın isimli bir şirketin 4 bin dönümlük arazisi var. Bir kaç yıldır yapıyorlar bu işi. Aydın Söke'de 6 bin dönümlük bir bahçe kurmayı planlayan bir aile var. Doğan Holding'in bu konuda yatırımları var. Biz firma olarak 1 yıldır arayışımızı sürdürüyoruz" dedi. Büyük arazi bulmakta sıkıntı yaşadıklarını söyleyen Güç, küçük küçük arazileri toplamaya çalıştıklarında fiyatların 2-3 kat arttığına dikkat çekti. Yabancıların da pazara ilgisi olduğunu aktaran Güç, "Bu önemli ve cazip bir iş, şartları olgunlaşıyor. Sadece meyvede değil tüm tarım ürünlerinde yabancıların arayışları var. Mesela bizim partnerimiz çocuk mamaları yapan Alman Hipp firması Türkiye'de bahçe kurmak istiyor" dedi.

Meyve suyu sektörünün en önemli sorunlarından biri yeterli meyve olmaması. Bu konuda çalışmalar yapıyor musunuz?
Sektör olarak en önemli dar boğazımız hammadde eksikliği. Bunun bir kaç cephesi var. Miktar, tür ve kalite olarak yeterli ürünleri temin etmekte güçlükler yaşıyoruz. Burada en önemli sorun miktar. Miktar bol olsa diğer sorunları daha kolay aşarız. Türkiye'de şu anda mevcut kapasiteyi tam çalıştıracak kadar meyve yok. Ayrıca yeterli talep de yok. Sektörde ikisinin arasında bir sıkışıklık var. Ancak son 7 yıldır talepte dik bir yükseliş var. Bunu dikkate aldığınızda var olan kapasitenin yetmeyeceği ortada. Bu arada meyve bize yetmiyorun anlamını iyi açmak lazım. Meyve mutlak manada yetmiyor diye bir şey yok, bunun sonucu pahalıya mal oluyor. Biz eninde sonunda istediğimiz meyveyi buluyoruz ama bu iç pazara taze olarak gidecek meyveyi alıyor. Bu da hem bizim hem de tüketicinin ürünü daha pahalı almasına neden oluyor. Sonuçta sanayi zarar edeceğini bilse bile çarklarını çevirmek için her türlü fiyatı verip ürününü alır. Bunun sonuçlarının kimseye faydası yok. Sanayici bunu yaperken hem kendi zarar ediyor hem de tüketici. Bu sorunun çözümü için öncelikle bol üretim ve tarımda bir takım reformist girişimlerle ölçek ekonomisine geçiş yapılmalı. Tarımın yapısal bozukluğu söz konusu. En temel bozukluk da arazilerin bölünerek ve küçük parçalar haline gelmiş olması. 10 dönüm bahçesi olan bir aile tüm geçimini oradan sağlamak zorunda. Sağlıklı bir işletme gibi davranmasını bekleyemezsiniz. Mekanizasyon, bilinçli tarım tekniklerinin uygulanması zordur. Mesela bir ziraat mühendisi istihdam edemez. Dolayısıyla elde ettiği ne kadar ürün varsa tüm geçimini ona yüklüyor ve pahalılık söz konusu oluyor.

Ücretsiz meyve fidanı dağıtımının olumlu sonuçlarını aldınız mı?
Fidan çok ucuz bir şey değil. Üye firmalarımız her yıl bunun için bir bütçe ayırıyorlar. Bu bütün fidan ihtiyacını karşılama için değil, çiftçiye cesaret vermek amacıyla yapılan bir girişim. Bunun ivme kazanması için Tarım Bakanlığı'nın fidan için verdiği teşviği sanayicilerin de kullanmasına imkan sağlanmalı. Bu teşvikten faydalansak en azından iki mislini verebiliriz. Bu teşvik bizlerin kanalıyla uygulanabilse bir başka tehlike daha önlenir. Fidan deyip geçmemek lazım. Fidanı doğru toprakta doğru şartlarda yetiştirmek çok önemli, yoksa verimli olmuyor. Mesela narda çok oldu bu. Narda anormal bir dikim oldu. 1-2 sene içinde göreceğiz bunun etkilerini. Doğru türleri seçebildiler mi? Mesela nar var pembe meyve suyuna gitmez, aşırı ekşi olanlar meyve suyuna gitmez. Bilinçli yapılmadı bu işler. Ne buldularsa onu diktiler. Fidanın en az 2 yıl önceden planlamış olması gerekir. Bu planlama yapılmadı. Bu bir furyaydı. Artık rutine bindi. Bir yerlerde sıkıntı oldu bu yüzden Türkiye'ye gelip aşırı fiyat verdiler. Aşırı fiyat verenler piyasada nar yok dememek için kaç lira olduğunu bakmadan spekülatif işler yaptılar. 2-3 dolarlık şeye 6-8 dolar verdiler. Bu 2 sene olunca ölçüsüz ekim yapıldı. Nar Türkiye'de yerini buldu, artık rüya gibi beklenen rakamlar olmayacak. Elma veya vişnede durum neyse narda da aynısı olacak.

Bakanlığın kısa bir süre önce başlattığı bahçe kuranlara yönelik desteği olumlu katkı sağlar mı?
Son yıllarda Tarım Bakanlığı çok ciddi çalışıyor. Mesela sertifikalı fidan için yardım veriyor. Ayrıca bahçelerde yapılacak damla sulama gibi tesis yatırımlarına sıfır faizli kredi veriyordu şimdi yarısını hibe olarak verecek. Burada bizim bakanlığa anlatmak istediğimiz ince bir nokta var. Tarım ölçek ekonomisiyle yapılmazsa küçük küçük üretimlerle kapasite yaratamayız. Bin dönüm ve katları gibi girişimler olması gerekli. Makro ekonomik açıdan dişe dokunur adımlar atılması gerekli. Bu yönde yatırımlar artmaya başladı. Mesela Adana'da Özler ailesi kendi yöresinde ve Niğde'de 6 bin dönümlük bahçe kurdu. Manisa Eşme'de Günaydın isimli bir şirketin 4 bin dönümlük arazisi var. Bir kaç yıldır yapıyorlar bu işi. Aydın Söke'de 6 bin dönümlük bir bahçe kurmayı planlayan bir aile var. Doğan Holding'in bu konuda yatırımları var. Biz firma olarak 1 yıldır arayışımızı sürdürüyoruz. Büyük arazi bulamıyorsunuz, küçük küçük arazi topladığınızda fiyatlar 2-3'e katlanıyor. Geriye kalıyor hazinenin sahip olduğu kamunun yerleri. Ne yazık ki bu da hala siyasi ilişkilere dayalı işliyor. Yoksa hazinenin elinde büyük araziler var. Yabancıların da pazara ilgisi olduğunu duyuyoruz zaman zaman. Bu önemli ve cazip bir iş, şartları olgunlaşıyor. Sadece meyvede değil tüm tarım ürünlerinde yabancıların arayışları var. Mesela bizim partnerimiz çocuk mamaları yapan Alman Hipp firması Türkiye'de bahçe kurmak istiyor.

Sektör 2008 yılında ne kadar büyüdü?
2008'de büyüme devam ediyor. Son 7 yılın hızı biraz yavaşlıyor ama büyüyor. Önceki yıllarda yüzde 25 büyüme varken bu yüzde 10-15'e geriledi ama bu da iyi bir rakam. 2007 sonu itibariyle Türkiye'de kişi başına tüketim 10 litre civarında. Yüzde 10 büyürse 2008'de 11 litre veya üzerine çıkacak. Bu raka Batının yanında hala çok az. Dünyada en yüksek tüketim 40 litreyle Almanya'da. Avrupa ortalaması 25 litre civarında. Amerika ise 30 litre civarında. Maksimum 5-10 yıl içinde 20-25 litrelik ortalama seviyeyi yakalayacağımızı düşünüyoruz. Bu da sektörün 2-2.5 misli büyümesi anlamına geliyor.

Meyve suyu konusunda bilinç arttı mı?
10 yıl öncesine kadar meyve suyu, içecekler arasında neredeyse yok denilebilecek kadar azdı. AB'ye üyeliğimizin resmiyet kazanmasıyla birlikte uyum yasaları tüketiciyi bilinçlendirmeyi teşvik eden bir süreci beraberinde getirdi. Dolayısıyla ne önemli süreç böyle başladı. İnsanların da öğrenme arzusu gelişti. Bu bize de yansıdı. Dolayısıyla meyve suyunun gerçek değerini insanlar anlamaya başladı.

Meyve suyu üretiminde koruyucu maddeler kullanılıyor mu?
Katkı maddesiyle koruyucu madde insanlarımızın kafasında aynı yerde. Katkı maddesi uluslararası kodeksler ve teknik tanımlamalarla listelenmiş, uluslararası kodu verilmiş, büyük ülkelerin yarattığı bir sistem. Bu sistemde ürünün içindeki tüm maddelere katkı maddesi diyoruz. Mesela meyve suyunun içindeki meyve katkı maddesidir. Mesela yüzde 100 meyve suyu üretirken içine yabancı bir madde koymaya gerek yoktur. İçinde konsantre, su, aroma ve asit düzenleyici bulunur. Asit düzenleyici dünyada hiç bir zararı olmadığı kanıtlanmış lezzeti ayarlayan bir maddedir. Sonuçta çok tatlı elma da var ekşi elma da. Bunlar karışık işleniyor. Standart lezzeti yakalamak için asit düzenleyicinin katılması gerekiyor. Katkı maddeleri koruyucu maddeler değildir. Ayrıca paketlemede kullanılan teknolojiler sayesinde koruyucu maddeye ihtiyaç yok. Buna rağmen koruyucu kullanmak lezzeti bozar ve artı maliyet getirir. Dayanıklılık tamamen ısıl işlemle çözülmüş bir sorundur.

Kayıt dışı üretim var mı?
Bizim sektörümüzde merdiven altı ve kayıt dışılık yok denecek seviyededir. Ama bize rakip olan şerbet satanlar var. Bunlar kayıt dışı olarak nitelendirilebilir. Biz 10 yıla yakın bir süredir, MEYED olarak piyasadaki ürünlerin yüzde 100 meyve suyu mu, nektar mı yoksa aromalı içecek mi olduğunu denetliyoruz. Bütün üyelerimizin ürünlerini her ay pazardan toplayıp üniversite hocalarının kurduğu bir laboratuvara gönderiyoruz. Burada ürünün gerçek içeriği ortaya çıkıyor. Bu işe başladığımızda yüzde 70 civarında olan isabetlilik yüzde 98'e geldi. Yüzde 2'lik farkında olmadan yapılan hatalardan kaynaklanıyor. Bu tespitte bir hata çıkarsa firmaya MEYED olarak yazı yazıyoruz. Bir savunma istiyoruz. İkinci defa tekrar ederse Tarım Bakanlığı'na ilgili daireye bildiriyoruz. Çoğunlukla isteyerek yapılan bir hata değildi ama niyeti olanlar da yapamayacaklarını gördüler.

Türkiye'de yatırım koşullarının zorluğunun ve meyve eksikliğinin firmaları Çin'e yatırım yapmaya yönlendirdiği ifade ediliyor. Böyle bir eğilim var mı?
Meyve suyu sektörü geliştikte firmalar da büyüyor. Bu tabii firmalara daha profesyonelce çalışma şansı veriyor. Kar büyüdükçe markaya yatırımlar artıyor. İç piyasanın kapasitesi belli, bu noktada firmaların dışarıya açılması gerekiyor. Bu anlamda markasına yatırım yapanların, kurulu kapasitelerini değerlendirmek için dış piyasaya açılmaya ihtiyacı var. Sadece Çin değil yeni yatırım noktalarından biri Türki Cumhuriyetler. Mesela biz Gürcistan'da tesis kurmayı planlıyoruz. Dimes'in Azerbaycan'a yatırımları var. Bunların amacı ihracatı artırmak. Çünkü istediğimiz kadar ihraç edemiyoruz. Teşvikler yetersiz ve nakliye maliyeti dolayısıyla uzak yerlerde rekabet şansımız azalıyor. Oysa yerinde kurduğunuzda konsantreyi Türkiye'den götürüp rahatlıkla üretim yapma şansınız var. BÖylece katma değerin önemli bir kısmı Türkiye'den ihraç edilmiş oluyor.

İhracat ne durumda şu anda?
2007 yılı ihracatımız 160 milyon dolar. Bunun yüzde 60'a yakını elma konsantresi diğerleri de paketlenmiş tüketici ürünleri. Tüketici ürünleri neredeyse 130 ülkeye dağılıyor ama miktar az. Bunun anlamı şu, dünyanın her tarafına yayılabiliyoruz. Bu umut verici bir gelişme. Bu rakamın daha artması için teşvik gerekli. Teşviklerde esnek modellerle ihracat artırılabilir. 160 milyon dolarlık ihracatımızın 1 milyar dolara çıkmaması için hiç bir engel yok. Bizim ürünümüz ihraç edildiği vakit her 100 doların minimum 85 doları burada yaratılmıştır. Ayrıca tarım istihdam sorununa da çözüm olacak bir sektör. Orta çaplı bir fabrika 5 bin kişiye doğrudan veya dolayı iş imkanı sağlanıyor.

Önümüzdeki dönemde atıl kapasite yüzünden firmaların kapanması söz konusu olur mu?
Serbest rekabette her zaman böyle şeyler olabilir ama sadece yüksek kapasite yüzüden böyle bir şey olmaz. Maksimum 5-10 yıl içinde sektör sadece iç pazarda en az 2 misli büyüyecek. İhracatta yapısal düzenlemeler olur, bir ivme kazanırsa herkes yine tam kapasite üretim yapabilir. Ayrıca ben yıllar önce SETBİR Başkanı Ahmet Arslan'ın söylediği "Türkiye Avrupa'nın gıda sepeti olabilir" sloganını benimsiyorum. Çünkü Avrupa gıda sanayii tarihsel bir gelişim süreci olarak yavaş yavaş bitiyor. Yerini hizmet ve bilim sektörleri alıyor. Ömrünü tamamlayan tesisleri tekrar çalıştırmıyorlar. İkinci el tesis reklamlarında bunu görüyoruz. Bu tarihsel bir süreç. Nasıl ki tekstil İngiltere'nin 150 yıl önce en önemli üretim alanıyken şimdi Doğu'ya kaydıysa gıda için de aynı durum söz konusu olacak. Bu yüzden "Türkiye Avrupa'nın gıda sepeti olacak" lafını slogan haline getirmek istiyorum.

16. Dünya Meyve Suyu Kongresi İstanbul'da olacak. Bunun Türkiye'ye getireceği avantajlar nelerdir?
Kongre 3-6 Mayıs 2010'da İstanbul'da gerçekleşecek. Bunun birinci önemi Türkiye'ye prestij getirecek olması. Bütün dünya pazarına yön verenlerin hepsi Türkiye'yi daha yakından tanıma fırsatı bulacak. Kongrenin İstanbul'un kültür başkenti olduğu yıla denk gelmesi de bir avantaj. Beklentimiz 300 civarında yabancı bilim adamı, şirket sahibi ve örgüt temsilcisinin kongreye katılması. Türkiye'den de önemli bir katılım olacak. Türkiye'nin gerçek potansiyeli dikkate sunulmuş olacak. Ayrıca biz kongrede kongrenin yapıldığı gün ve haftayı dünya meyve suyu günü ve haftası ilan etmeyi planlıyoruz.

Meyve suyu kavramını tanıtmayı amaçlıyor
1993 yılında kurulan Meyve Suyu Endüstrisi Derneği'nin (MEYED) 35 civarında üyesi var. Sektördeki firmaların tümü MEYED üyesi. MEYED 1997 yılından bu yana Uluslararası Meyve Suyu Üreticileri Federasyonu (IFU) ve 2005 yılından bu yana da Avrupa Meyve Suyu Birliği'nin (AIJN) üyesi. Derneğin başlıca amaçları; meyve suyu kavramını tanıtmak, sektör içi işbirliğini geliştirmek, firmalar arasındaki bilgi değişimini hızlandırmak, konu ile ilgili araştırmaları desteklemek, kamu oyunu ve ilgili kuruluşları meyve suyu konusunda bilgilendirmek olarak sıralanıyor. Meyve suyunun değerinin yeterince anlaşılmadığını söyleyen Meyve Suyu Endüstrisi Derneği (MEYED) Başkanı Alaaddin Güç, "İnsanlar diğer ürünlere fonksiyonellik katmak için formül geliştiriyor. Meyve suyu ise doğal yapısı gereği fonksiyonel. Ayrıca bence meyve suyunun et, süt gibi temel gıdaların arasında yer alması gerekiyor" diye konuşuyor.

Referans
Yayın Tarihi : 16 Ekim 2008 Perşembe 17:24:34


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?