Kürt vatandaşlarımızın haklarına ilişkin 'teferruat ve tafsilatın' kardeşler arasında görüşülüp sonuca bağlanması süreci, zaferimizi kesinleştiren Lozan Anlaşması'nın imzalandığı 1923 yılı başlangıç sayılırsa, 86 yıllık bir gecikmeyle de olsa, tekrar başlamış görünüyor.
Bugüne kadar inkâr edilen Kürt kimliğinin artık saygı göreceğini vaat eden girişim başladı. Film, kesildiği yerden tekrar başlıyor. Çünkü bu vaat, 89 yıl önce yani 1920 yılında bizzat M. Kemal Paşa tarafından Meclis kürsüsünde çok açık ifadelerle tekrar tekrar yapılmış bir vaat idi.
23 Nisan 1920’de Ankara’da Büyük Millet Meclisi açıldığında ilk olarak M. Kemal Paşa kürsüye çıktı. Ülkenin içinde bulunduğu durum hakkında birkaç oturumda uzun boylu izahat verdi. Ertesi günkü birleşimde, Erzurum Kongresi’nde alınan kararın esaslarını (bunlar ayrıca Sivas Kongresi kararında ve Misak-ı Milli’de tekrarlanıp teyit olunmuştu) ve gerekçelerini ayrıntılı biçimde açıkladı.
Erzurum Kongresi kararının ve yukarda andığım diğer iki belgenin 1. maddesi, yaklaşık olarak, bugünkü Türkiye’nin Lozan Antlaşması’yla belirlenen sınırlarını çiziyordu. Ayni maddede, o sınırlar içinde yaşayan değişik Müslüman halkların haklarına ve birbirleriyle ilişkilerine dair esaslar da ortaya konulmaktaydı.
M. Kemal Paşa neler vaat etmişti?
M. Kemal Paşa bu madde ile tayin olunan sınırlar hakkında coğrafi izahat verdikten sonra konuşmasını şöyle sürdürdü:
“... Fakat bu hudut dahilinde tasavvur edilmesin ki anasır-ı İslamiye’den [Müslüman unsurlardan/halklardan] yalnız bir cins millet vardır. Bu hudut dahilinde Türk vardır, Çerkes vardır ve anasır-ı saire-i İslamiye vardır. İşte bu hudut memzuç [karışmış] bir halde yaşayan, bütün maksatlarını bütün manasıyla tevhid etmiş [birleştirmiş] olan kardeş milletlerin hudud-ı millisidir (Hepsi islamdır, kardeştir sedaları). Bu hudut meselesini tespit eden maddenin içerisinde büyük bir esas vardır. Fazla olarak o da, bu vatan hudud-ı dahilinde yaşayan anasır-ı İslamiye’nin her birinin kendine mahsus olan muhitine [coğrafyasına], âdâtına [âdetlerine], ırkına mahsus olan imtiyazatı [ayrıcalıkları] bütün samimiyetle ve mütekabilen [karşılıklı olarak] kabul ve tasdik edilmiştir. Bittabi, buna ait teferruat ve tafsilat yoktur. Çünkü bu teferruat ve tafsilata girmenin zamanı da değildir. İnşallah, mevcudiyetimiz tahlis edildikten [kurtarıldıktan] sonra (inşallah, sedaları) kardeşler beyninde [arasında] hal ve fasledileceğinden [çözüme ve kesin sonuca bağlanacağından] bırakılmış ve teferruatına girişilmemiştir. Fakat esas olarak bu maddede mündemiçtir [yer almıştır]...’’ (Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, AKDTYK, 1989, s. 29-30)
Yani, M. Kemal Paşa şunu söylüyordu: Anadolu’da yaşayan bütün İslam halkların farklı hukukuna ve özelliklerine saygı göstereceğiz, ama savaş içinde ayrıntıya giremeyiz, vatan kurtarıldıktan sonra bu meseleyi aramızda görüşerek kesin çözüme bağlayacağız.
M. Kemal Paşa bu konuya Meclis’te 1 Mayıs 1920’ de yaptığı konuşmada tekrar değindi. Bu kez, Erzurum-Sivas-Misak-ı Milli metinlerini daha sadıkane biçimde yansıtıyordu. Şöyle dedi:
“... Kerkük’ün şimalinde [kuzeyinde] Türk olduğu gibi Kürt de vardır. Biz onları tefrik etmedik [ayrı tutmadık]. Binaenaleyh, muhafaza ve müdafaasıyla iştigal ettiğimiz [meşgul olduğumuz] millet bittabi bir unsurdan ibaret değildir. Muhtelif anasır-ı İslamiyeden mürekkeptir [oluşmuştur]. Bu mecmuayı [biraraya getirilmiş bütünü] teşkil eden her bir unsur-ı İslam, bizim kardeşimiz ve menafii [menfaatleri] tamamiyle müşterek olan vatandaşımızdır ve yine kabul ettiğimiz esasatın [esasların] ilk satırlarında bu anasır-ı İslamiye ki: Vatandaştırlar, yekdiğerine karşı hürmet-i mütekabile ile riayetkardırlar [birbirlerine karşılıklı olarak saygılıdırlar] ve yekdiğerinin her türlü hukukuna [haklarına], ırki, içtimai [toplumsal], coğrafi hukukuna daima riayetkar olduğunu tekrar ve teyid ettik ve cümlemiz [hepimiz] bugün samimiyetle kabul ettik. Binaenaleyh menafiimiz müşterektir. Tahlisine azmettiğimiz vahdet [kurtarmaya azmettiğimiz birlik], yalnız Türk, yalnız Çerkes değil hepsinden memzuç [hepsinin karışımından oluşmuş] bir unsur-ı İslamdır. Bunun böyle telakkisini ve sui tefehhümata [yanlış anlamalara] meydan verilmemesini rica ediyorum.’’ (Aynı eser, s. 74-75).
Kurtuluş Savaşı bu sayede yapıldı
Kurtuluş Savaşı, Erzurum-Sivas-Misak-ı Milli metinlerinde kayda geçirilen ve M. Kemal Paşa’nın Meclis önünde teyit ettiği mutabakatlar sayesinde yapılabildi. Çünkü aralarında hiçbir menfaat çatışması ve üstlük-astlık davası bulunmadığına inandırılan Müslüman halklar, özellikle de Kürtler, Kurtuluş Savaşı’nda ortak vatanı ve ortak menfaatleri savunmak için kolaylıkla bir araya gelebildiler.
“Mevcudiyetimiz tahlis edildikten’’ sonra ise, “anasır’’dan biri olan Türk unsurun, özellikle Kürt unsurun haklarına saygıdan vazgeçiverip üstünlük taslamaya başlaması sonucunda başımızı ne büyük dertlere soktuğumuz malum.
Hükümetin ‘Kürt Açılımı’ veya ‘Demokrasi ve Kardeşlik’ sürecini başlattığı şu günlerde bunları hatırlamakta yarar var.
Zira, savaşın ve kan dökülmesinin bitmemesi için var güçleriyle uğraşan demagog, dar kafalı, vizyondan nasipsiz ve vicdansız politikacılardan etkilenen insanlarımızın çoğu bu gerçekleri bilmiyor. Kurtuluş Savaşı’nı başarıya götüren milli birlik ruhunun hangi temeller üzerinde, hangi karşılıklı taahhütler sayesinde yaratılabildiğinden ve bugün karşı karşıya bulunduğumuz ağır bunalımın nereden kaynaklandığından habersizler.
Umutluyuz. Zira, ülkemizdeki cinnet halinin, ölümlerin ve yıkımın artık mutlaka sona erdirilmesi gerektiğine inananların sayısı hızla artıyor.
Film yeniden başlıyor
Bu nedenledir ki, Kürt vatandaşlarımızın haklarına ilişkin “teferruat ve tafsilatın’’ kardeşler arasında görüşülüp sonuca bağlanması süreci, zaferimizi kesinleştiren Lozan Antlaşması’nın imzalandığı 1923 yılı başlangıç sayılırsa, 86 yıllık bir gecikmeyle de olsa, tekrar başlamış görünüyor.
Ülkemizin bütün insanlarına barış, huzur, mutluluk, güvenlik ve refah getirecek olan bu tarihî girişimi engellemeye veya geciktirmeye boş yere uğraşanların hangi sıfatlara layık olduklarını takdirlerinize bırakırım.
Ünal Ünsal: Emekli büyükelçi
bazı tarihi belgeleri ortaya atıp çarpıtmak çok yanlış o tarihlerde atatürk belki kürtler için kerkük ve çevresinde bir devlet kurulmasını istemiş dahi olabilir ama batı lozanı imzalarken şartlar öne sürdü bu şartlar içinde kürtler için tek bir madde yoktur yani batı o zaman bu ülkeyi madem biz bölmedik sizde bölüp paylaşamassınız dedi yani anadoluda hatta iırak ve suriyede bir kaç devlet istemedi ve muhtemel bir kürt devletinin kurulmasına müsade etmemek için ingilizler kuzey ırakta aslında türkiyede yaşayan türklerin ve kürtlerin toprağını misakı milli sınırlarında olduğu halde tuttu araplara verdi savaştan çıkan türkiye buna karşı gelemedi yani lafı uzatmaya gerek yok bu topraklarda birden fazla devlet kurulmasına mani olan avrupa ve belki o zamanki düşünce iranın karşısında güçsüz ülkeler yerine güçlü ülkeler olmasını sağlamaktı o zamanda batı iran tehdidi alıyordu bakın batı her yere girdi dünyada irana giremedi peki batı o zaman bütün ve büyük devletler isterken şimdi neden parçalanmalarını istiyor bu da büyük ortadoğu projesinde yatıyor batı bu proje ile kontrollü kırizler ve istediği zaman bölgesel savaşlar çıkaracağı bu savaşlar ile vermeden almayı planlıyor yani kürtlerin bir hakkı varsa onu gaspeden avrupadır o zaman bizi zorla bir araya sokan avrupa şimdi bölmeye çalışıyor bu seferde direnen halk aradan 80 küsur yıl geçti ve bizde hali hazırda bir dünya savaşıda kaybetmedik şimdi neden toprağımızı verelim