14
Haziran
2025
Cumartesi
GÜNCEL

ALPERENLER, MAHALLELER, ÖZGÜRLÜKLER

Başkalarının yaşam tercihlerinden duyulan rahatsızlıklar, paylaşılan alanlarda saygı beklenen hassasiyetler, sorgulamadan muaf değil

Alperenlerin son marifetinin doğurduğu tepkilerden sonra, hak ve özgürlük anlayışımız üzerine yeniden düşünmeye davet farz oldu. Aslında haklar ve özgürlüklerin hayatiyet bulamadığı bir toplumda, hak ve özgürlük kavramlarının anlamlarına uygun bir şekilde kullanılmıyor olması şaşırtıcı değil. Öte yandan, haklar ve özgürlükler konusunda yeri geldiğinde köşelerinde mangalda kül bırakmayanların, bu kavramlar üzerine biraz düşünüp taşınmış olmalarını beklemek de haksızlık olmaz. Farklı “mahallelerden” sözüne, kalemine, demokrasiye olan inancına güvenilen isimlerin bu kavramları ne kadar özensizce kullanabildiklerine aslında daha önce de şahit olmuştuk.

Lakin temel hak ve özgürlüklerden, hak ve özgürlük olduğu iddia edilenlere bir türlü sıra gelmemişti.

Provokasyon-kışkırtma yoktan bir şeyi var etmeyi ima etmez. Birtakım hassasiyetler ve zaaflar halihazırda mevcut olacak ki, birilerini, bir şeyleri kışkırtabilesiniz. Bu noktada asıl önemli olan her halttan hicap duymaya hazır kadrolu eylemcilerden çok, yapılan eyleme yumuşak karınlarından ötürü ses çıkaramayacak geniş kesimlerin varlığı. Topkapı Sarayı’nın kapısında sergilenen hal ve davranışları, “herkesin hakkı”, “bir protesto eylemi” olarak mütalaa etmek için; ya ikinci gruba yani yumuşak karnından ötürü bir provokasyon dahi olsa eyleme ses çıkaramayacak kesimlere dahil olmak ya da hak ve özgürlük ne demek bilmemek gerek. Tahakkümden en çok yakınanların, doğrudan doğruya başkaları üzerinde tahakküm kurmaya yönelen bir eylemi, bu şekilde tarif edebilmeleri, hatta bu eyleme gösterilen tepkilerden rahatsız olmaları ümit kırıcı. Böyle bir eylemin meşrulaştırılması için adeta camide dansöz oynatılmış havası yaratılması ise klasik bir savunma olmakla birlikte ürkütücülüğünden bir şey kaybetmiş değil. Her zaman bu tarz eylemlerin arkasında kerameti kendinden menkul kutsala saygısızlık-saldırı iddiası olur.

İçki içme-servis etme tercihi veya serbestisi, temel hak ve özgürlüklerden sayılmadığı için, kısıtlama halleri ve şartları, sözleşmelerde, kanunlarda yazmıyor. Birçok konuda olduğu gibi, alkollü içkiler konusunda da birtakım regülasyonlar elbette var. Bunun dışında hukuk alanında değiliz ama hukuk alanında doğrudan yansımasını bulan toplumsal alandayız, zihniyetler alanındayız.
Bir tercihi, talebi veya tavrı özgürlük olarak tanımlarken başkalarının yaşam alanlarına kolayca atlayıvermek ve işin kötüsü bunu yadırgamamak otoriter bir toplumda yaşamanın en ciddi yan etkisi. İçki satmayan yerden alışveriş etme veya içki değmeyen bardaklarda meşrubat içme “haklarını” ele alalım. Hak kavramını bu şekilde örneklerseniz, mahalle baskısı kavramını bir 40-50 yıl daha tartışmaya devam edersiniz. Tamamen kendi bireysel tercihlerinize dayanarak, başkalarının hayatına, tercihlerine tavır koymak, doğrudan ya da dolaylı olarak karışmak, müdahale etmek, özgürlük veya hak değil, olsa olsa baskı, tahakküm olarak tanımlanabilir. İçki satan yerden alışveriş etmemek, bir hak veya özgürlük değil bir tavır. Üstelik doğrudan doğruya başkalarının tercihlerine yönelmiş, onları hedef alan bir tavır. İçki satan yerden alışveriş yapmaya kimsenin mecbur tutulamayacak olması bu gerçeği değiştirmiyor. Bu tavır yayılıp da içki satan yer içki satamayacak hale geldiğinde ise artık bireysel tavırları aşan toplumsal bir baskıdan söz etmek mümkün oluyor. İçki değmeyen bardaklarda meşrubat içme “hakkı” da öyle. Bu nasıl bir haksa, tamamen başkalarının içecek tercihleri üzerinden tanımlanıyor. Yan masada sigara içen birisi size değer, ciğerlerinize değer, saçınıza değer, kıyafetinize değer. Oysa yan masada şarap içen biri, sarhoş olup ona buna sataşmaya başlamadıkça, pekala size değmeden geçip gider. Meğer ki hassasiyetleriniz, size değmeden geçip gideceklere karşı katlanılamaz rahatsızlıklar duymanıza yol açıyor olsun.

Gezmeyiversin...
İçkiydi, kılık kıyafetti, bu tip konular gündeme geldiğinde, yaşam tarzlarına saygılı olunması gerektiğinin altı çiziliyor. Peki ne demek yaşam tarzlarına saygılı olmak? Ayşe Arman’ın Çarşamba gezisine karşılık “ne var, orada da şuh kadınlar gezmeyiversin” denebiliyor; bir genellemeye varılabiliyor. Aslında hayatın olağan akışı içinde ne başörtülü hanımlar Reina’nın kapısında sırada bekliyor, ne mini etekli kızlar Çarşamba’da her gün geçit töreni yapıyor. O halde yaşam tarzına saygısız olan, kırk yılda bir mahallesinden geçen şuh bir hatunu görmeden edemeyenler mi, yoksa yolu günlerden bir gün o mahalleden geçen şuh hatun mu? Özgürlükleri yeşertmeye çalıştığımız bir toplumda, bireylerin serbesti alanına değil, mahallelerin genel kabullerine öncelik vermek mi yaşam tarzlarına saygılı olmak?

Benzer bir şekilde, mutaassıp bir mahallede çılgın partiler vermek özgürlük müdür sorusunu sorarak ve “canı ne istiyorsa onu yapanlar” birlikte yaşayamazlar. “Sadece kendi canını düşünen, karşı tarafın canının ne istediğini hiç kale almayanlardan bir toplum çıkmaz” uyarısı ile yaklaşanlar da oluyor konuya (Yıldıray Oğur, Taraf, 16.7.2009). Mutaassıp mahallede çılgın partiler verilmez. İçki içilmez, satılmaz. Ramazan’da yemek yenmez. Başka neler yapılmaz? Mutaassıp mahallede sevgiliyle, kocayla el ele gezilir mi? Erkekler saçlarını uzatabilir mi? Mutaassıp mahallede ne yaparsak özgürlük sayılmaz ve birlikte yaşama engel teşkil eder? Bir de olayın Müslüman mahallesinde salyangoz satmanın boş iş mi, tehlikeli iş mi olduğu boyutu var. Mahallenin, haklar ve özgürlükler alanında “özne” olarak kabulü isabetli değil. Yine de bir an için mahallelerinki dahil bütün hassasiyetlerin saygıdeğer addedildiğini düşünün, bu mümkün olsaydı bile, birlikte yaşam sadece katlanılmaz değil imkansız olurdu. Başkalarının yaşam tercihlerinden duyulan rahatsızlıklar, paylaşılan alanlarda saygı beklenen hassasiyetler, sorgulamadan muaf değil. İster dinden, ister tamamen dünyevi kaynaklardan doğuyor olsunlar. Bütün dünya, birlikte yaşamın şartları üzerinde kafa yoruyor. Kesin olan; herkesin herkesle birlikte yaşayamayacağı, birlikte yaşamın asgari bir müşterek gerektirdiği ve o asgari müştereğin ne olduğunun uzun süre daha tartışılmaya devam edeceği. Kesin olanlara, mutaassıp mahallenin değer yargılarının birlikte yaşamın asgari müştereği olamayacağını da ekleyelim. Kendi hak ve özgürlüklerimizi, hassasiyetlerimizi tayin ederken, başkalarının tercihleri, hak ve özgürlükleri alanına atlamamayı düstur edinebilirsek, en azından böyle bir kaygıya sahip olabilirsek, birlikte yaşam için asgari müştereğimize ulaşmada önemli bir yol katedebiliriz.
Türkiye’de belli kesimlerin dine bakışı sağlıklı değil. Hakim laiklik anlayışı, din ve inanç özgürlüğü ile bağdaşmıyor. Cemaatler hakkında geliştirilen tezlerin birçoğu komplo teorilerinden, efsanelerden ibaret. Bu gerçeklerin hiçbiri, neyi, nasıl savunduğunuzun önemli olmadığı anlamına gelmiyor. Ayağınızı nereye bastığınızı bileceksiniz. Yoksa bir gün özgürlükleri savunurken, öteki gün kendinizi tahakkümü hoş gösterirken, meşrulaştırırken bulabilirsiniz...

ZEYNEP AYDOS: Hukukçu
 

radikal
Yayın Tarihi : 5 Ağustos 2009 Çarşamba 20:27:07


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?