26
Mayıs
2024
Pazar
GÜNCEL

FAŞİZANLIK YA DA NAZİZME ÖZENTİ...

Başbakan’ın azınlıkların Türkiye’den uzaklaştırılmasıyla çok şey yitirdiğimize ilişkin sözleri söylerken kastettiği olaylar malum.. Ocak 1923’te İsviçre’de Türkiye’yle Yunanistan arasında imzalanan Mübadele Anlaşması’yla ülke dışına çıkardığımız Rumlarla başlamıştı kopuş 1942’de çoğunluğu Yahudi olan gayrımüslimleri hedef alan Varlık Vergisi uygulamasıyla sürmüş; nihayet 6-7 Eylül olayları bunların üzerine tüy dikmişti...

1923’ün şartları elbette farklıydı... 1. Dünya Savaşı sırasında Batı Trakya’da pek çok Türk malını mülkünü terk edip Anadolu’ya sığınmıştı; keza Milli Mücadele’den sonra çok sayıda Rum, Yunan ordusuyla birlikte neyi var neyi yoksa bırakıp gitmişti... Savaş sonrası iki ülkenin sınırları içinde kalanlar can güvenlikleri açısından endişe içindeydiler.. Soruna çözüm olacağı düşüncesiyle ‘zorunlu mübadele’yi öngören protokol imzalandı.. Türkiye adına İsmet İnönü’nün Yunanistan adına Venizelos’un imzaladığı anlaşmanın önemli yanı İstanbul’da oturan Rumlarla Batı Trakya’da yerleşik Türkler dışında kalan nüfusu kapsıyor olmasıdır...

Vazifemiz herkesi Türk yapmak

Bugün ‘faşizan anlayış’ diye tarif ettiğimiz yaklaşımın ‘Milli Şeflik’ döneminin hâkim karakteri olduğunu unutmamak lazım... İsmet Paşa 1925’lerden itibaren Türkçülük konusuna vurgu yapmasıyla hatırlanan bir kişi. Paşa’nın Şeyh Said İsyanı’nın bastırılmasından sonra yaptığı değerlendirmede bunu görmek mümkün: “Vazifemiz, Türk vatanı içinde bulunanları behemahal Türk yapmaktır. Türklere ve Türklüğe muhalefet edecek anasırı kesip alacağız. Vatana hizmet edeceklerde arayacağımız evsaf, her şeyden evvel o adamın Türk ve Türkçü olmasıdır.”

Ancak bu siyasetin düşünce planından uygulamaya geçmesine uygun zemin 2. Dünya Savaşı ortamında doğdu... TBMM’nin 1942 senesinin 11 Kasım günü üzerinde hiçbir tartışma olmaksızın kabul ettiği Varlık Vergisi yasası ise Tayyip Erdoğan’ın tabiriyle ‘faşizan’ bir anlayışın yansıması oldu.
Perde başbakan Saracoğlu’nun 5 Ağustos 1942’de okuduğu hükümet programıyla açıldı.

“Biz Türküz, Türkçüyüz ve daima Türkçü kalacağız. Bizim için Türkçülük bir kan meselesi olduğu kadar ve laakal bir o kadar vicdan ve kültür meselesidir. Biz ne sarayın, ne sermayenin, ne de sınıfların saltanatını istiyoruz. İstediğimiz sadece Türk milletinin hâkimiyetidir.”

Açıklanan bu resmi politika istikametinde İstanbul basının da üzerine düşeni yaptığından şüphe edilemez (!) Gazetelerin hırsızlık, karaborsacılık, vurgunculuk ve ihtikar konusunda haber ve yazılar olmaksızın ‘karaborsacı Yahudi tüccar’ tiplemesini yansıtan karikatürsüz yayımlandığı gün yoktu...

Yaz sonunda Maliye Bakanlığı’nın emriyle İstanbul defterdarlığı savaşı fırsat bilerek haksız kazanç elde ettiğine inanılan kişilerin listesini çıkarmaya başladı. Hazırlanan cetvellerde Müslümanlar M, gayrımüslimler G, dönmeler D harfiyle işaretlenecekti...

Doğrusu şu ki; 11 Kasım’da Varlık Vergisi kanunlaştığında Türkiye çağında bütün defterdarlıklarda hedefler kişiler listesi hazırdı.. Yasaya göre her il ve ilçe merkezinde kimin ne kadar vergi ödeyeceğini belirleyecek Servet Tespit Komisyonları kurulacaktı, mahkeme hükmündeki komisyonların alacağı kararlara itiraz edilemeyeceği gibi mükelleflere tarh edilen vergiyi ödemeleri için 15 gün süre veriliyordu.. Bu süre zarfında vergisini ödemeyenlerin malları haczedilip icra yoluyla satılacak, bundan elde edilen para borcu karşılamaya yetmezse mükellef kalan meblağı bedenen çalışmak suretiyle ödemek üzere çalışma kamplarına gönderilecekti.

İstanbul’da kurulan üç komisyonun tahakkuk ettirdiği vergi listeleri 18 Aralık 1942’de açıkladı. Ve bunun sonucu olarak İstanbul’da Aralık 1942’den Ocak 1943’e kadar geçen birbuçuk ay zarfında gayrımüslimlere ait binlerce taşınmaz mülk el değiştirdi. Yok pahasına satılıyordu emlak... El değiştiren mülklerin önemli bir kısmı İstiklal Caddesi’ndeydi.. Bunların üçte ikisini Müslümanlar kalanını resmi daireler aldılar ve aynı dönemde 1229 kişi çalışmak üzere Erzurum Aşkale’ye yollandı. Sağ dönmeyeceklerine inanılan bu kişilerin yarıdan fazlası daha sonra yük vagonlarıyla Eskişehir Sivrihisar’a nakledildi.

New York Times yazınca

Göz önündeki faciaya ne zaman dur denildi derseniz 1943 senesi eylülünde.. New York Times gazetesinde Cyrus Sulzberger’in kaleme aldığı beş gün devam eden yazı dizisi Ankara’da şok etkisi yaptı. Milli Şef’in emriyle özel gündemle toplanan TBMM kamplara gönderilmiş kişilerin derhal serbest bırakılmasını, tahsil edilmemiş vergi borçlarının silinmesini öngören kanunu kabul etti. 9-13 Eylül 1943 tarihlerinde Türkiye’deki Varlık Vergisi uygulamasını eleştiren bir dizi yazı çıktı. Bu yazılardan hemen sonra 17 Eylül’de toplanan TBMM, henüz tahsil edilmemiş olan Varlık Vergisi borçlarının silinmesine karar verdi. Ve 15 Mart 1944 tarihinde Varlık Vergisi uygulaması son buldu...

Bu yasayla ne kadar gelir elde edildi derseniz yaklaşık 315 milyon lira.. Bu meblağın 1942 senesi devlet bütçe gelirlerinin yüzde 80’ini oluşturduğunu da söyleyeyim..

Çerçeve

Heykeli dikilecek gayrimüslimler

Fatih’in sadrazamı Rum Mehmet Paşa’dan itibaren gayrımüslim tebaa imparatorluk yönetiminin idare anlayışını yansıtan ‘millet sistemi’ içinde rahatsızlık duymadan yaşadı.

19. yüzyıl sonuna kadar devam eden bu anlayış öylesine benimsenmişti ki, imparatorluk bütünlüğünün ve Osmanlı kimliğinin korunması konusunda kimi gayrımüslim gruplar Türklerden daha duyarlılık gösterdiler.

Örneğin imparatorluğun Atina elçisi olarak hariciye kariyerine başlayan ve İngiltere elçiliğinden emekliye ayrılan Fener Rum cemaatinden Kostaki Musurus Paşa ilk görev yeri Sisam’dan başlamak üzere Yunan ayaklanmacılarının öncelikli hedefi oldu, hain ilan edildi. Osmanlı çıkarlarını savunduğu için Atina elçiliği sırasında suikast teşebbüsünden yaralı olarak kurtulan Paşa Yunanistan’da göreve
devam etmek istediği halde Babıali’nin ısrarıyla önce Viyana’da görevlendirdi, ardından Belçika ve Hollanda büyük elçilikleri de uhdesinde olmak üzere Londra elçiliğine tayin edildi.

Kraliçe I. Victorya’nın ‘Dostum’ diye hitab edip sık sık saraya çağırarak sohbet ettiği Musurus Paşa İstanbul’un gözünde öylesine itibarlıydı ki Sultan Aziz’in emriyle katıldığı resmi davetlerde eşinin takacağı mücevher için özel tahsisat çıkarılmıştı.

70 yaşında ‘Şeyh’üs Süfera’ (= elçiler şeyhi) unvanıyla emekliye ayrılan Paşa 1891’de vefat ettiğinde devlet töreniyle Arnavutköy Rum Kilisesi’ne defnedildi.
Benzer bir örneği Maliye ve Hazine-i Hassa Nazırı Agop Kazazyan Efendi’nin şahsında yaşadı devlet. Osmanlı borç ve maliye idaresi konusunda öylesine ‘tek adam’dı ve Sultan 2. Abdülhamid’in o denli itimadını kazanmıştı ki İttihatçılar onun asker/sivil bürokrasi üzerindeki otoritesi yüzünden Abdülhamid’i devirme planlarını tatbik mevkiine koyamadılar. Padişahın en yakın birkaç danışmanından biri mevkiinde olan Agop Kazazyan Osmanlı siyasetinin neden Gregoryen kilisesine karşı Katolik Ermeniliği desteklemesi gerektiğine dair rapor hazırlayıp bunu padişaha kabul ettiren kişiydi. Hayatı padişahın kendisine hediye ettiği Kalender Kasrı’nda geçen Paşa yine padişahın hediyesi atla kasrın korusunda gezerken düşüp ölmüştü.

Avni Özgürel - Radikal
Yayın Tarihi : 1 Haziran 2009 Pazartesi 17:12:54


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?