AKP'nin önayak olduğu, toplumun farklı kesimleri ile görüşme, fikir alma ve uzlaşı arama politikası, bazı muhalefet üyeleri tarafından zikredildiği gibi 'alıştırma politikasının bir parçası' değil, Kürt açılımı dahilinde ortaya çıkacak siyasi tezahürlerin ne olacağı hakkında varılacak toplumsal uzlaşının bir parçasıdır
Kürt açılımı olarak tanımlanan inisiyatifin sıkça tartışıldığı şu günlerde, yıllardır sözünü ettiğimiz, ancak içini nadiren doldurabildiğimiz ‘Kürt sorununun’ veya (sorun olarak görmeyenler için) ‘Kürt meselesinin’ ne olduğunu, hangi somut siyasi alanları içerdiğini tartışmamızın zamanı gelmiş görünüyor. 1980 sonlarından beri sıkça kullanılan ve 1990’larda Türkiye’nin en önemli meselesi olan bu ‘Kürt sorunu’ terimi, son 20 yıldır Türk iç ve dış siyasetini temelinden etkileyen bir faktördür.
Bu meselenin belli yollardan çözümüne ihtiyaç duyanlar için, ‘Kürt meselesi’ olarak tanımladığımız olgunun içinin doldurulması önemlidir ve Kürt açılımı olarak ortaya konan meselenin tanımlanmasından önce gelmelidir. Bu noktada muhalefet partilerinin Kürt açılımı olarak tabir edilen siyasi sürecin içinin ne şekilde doldurulacağını sorduklarını ve başta İçişleri Bakanı Beşir Atalay olmak üzere, hükümet üyelerinin toplumun geniş kesimine bu meselenin içinin nasıl doldurulması, hangi siyaset alanlarının sürece dahil edilmesi konusunda danıştıklarını görüyoruz.
İşte tam bu noktada 2006 senesinde İngiltere’deki Essex Üniversite’sinde başladığım doktora çalışmamın ana meselesine geliyoruz:
Kürt sorunu nedir?
Siyaset biliminin dilbilimi ile buluştuğu noktada yer alan ‘söylem teorisi’nin (discourse theory) en önemli kollarından biri olan ‘yasama söylemi’ (legislative discourse) bir ülkenin seçilmiş temsilcilerinin, belli bir meseleyi tartışırken satır aralarında söylediklerini analiz etmekle kalmaz, bu kişilerin algı ve anlayış biçimlerini açıklayarak gözlemciye bir nevi ‘toplumsal psikanaliz’ perspektifi sağlar. Dolayısıyla bu genel kuramsal önkabul içinde bakıldığında T.B.M.M. tartışmalarında tanımlanan ‘Kürt meselesi’ istatiksel olarak büyük bir başarı yüzdesi ile genel olarak Türkiye halkının bu meseleyi nasıl anladığı ve hangi konjonktür(ler)de tartıştığını araştırmacıya gösterir. Bu nedenle TBMM tutanakları ve o metinlerdeki söylemler irdelenerek bu konuda önemli ipuçlarına ulaşmak mümkündür.
Ben de bu teorik temele dayanarak, Essex Üniversitesi’ndeki doktora çalışmamda Ocak 1990 Aralık 1999 arasında ‘Kürt meselesi’ olarak tanımlanan konu çerçevesinde yapılan tartışmalarının yer aldığı T.B.M.M. tutanaklarına ‘söylem teorisi’ perspektifi ile yaklaşarak bu meselenin meclis üyelerince hangi ana başlıklarda tanımlandığını ve bu tanımlamaların siyasi partiler arasında veya güneydoğu illerinden seçilmiş milletvekilleri arasında fark gösterip göstermediğini araştırıyorum. Sonuç itibariyle şu çıkarıma ulaştım: aslında büyük bir heyecan ile aradığımız ‘Kürt açılımı’nın içini dolduracak ana başlıklar, kendi meclisimizde 10 seneyi aşkın bir sürede zaten tanımlanmıştır ve meclis tutanaklarında hal-i hazırda bulunmaktadır.
Yedi tanım ekseni
Bu bağlamda 1990-99 arasında (Kürt meselesinin en sorunlu olduğu dönem) TBMM’de ‘Kürt sorunu’ aşağıdaki ana başlıklar ekseninde tanımlanmıştır.
1- İnsan Hakları: Bu başlık altında Kürt sorunu işkence, gözaltı sırasında kaybolma ve sivil kişilere karşı aşağılayıcı davranış şiddet kullanma gibi konular etrafında tartışılmıştır. Genellikle muhalefet partileri tarafından yöneltilen bu eleştiriler, özellikle Doğru Yol Partisi iktidarı sırasında ‘bu tip olaylar anayasa ve ceza kanunu tarafından yasaklanmıştır’ denilerek, pratikte nelerin yaşandığına pek itibar edilmeden geçiştirilmiştir. Bunun yanında fikir, yayın ve konuşma özgürlüğü de muhalefet partileri tarafından bu başlık altında gündeme taşınmış, buna karşılık hükümet üyeleri bu şekilde devlet politikasını eleştiren insan hakları örgütlerinin ekseriyetini ‘isyana teşvik’, ‘silahlı kuvvetler içinde itaatsizliğe teşvik’ ve ‘halk arasında husumet yaratma’ suçları çerçevesinde ele almıştır.
2- Demokratikleşme: Genellikle Avrupa Birliği üyelik süreciyle paralel ele alınan Kürt meselesinin demokratik boyutu Meclis müzakerelerinde birkaç farklı temelde gündeme getirilmiştir. Bunlardan birincisi 90’larda zorunlu göç sebebi ile köylerini terk eden ülke içi göçerlerin seçimlerden önce kayıtlı seçmen olarak resmi seçmen statüsü kazanamadıkları, bu sebeple de özellikle güneydoğu kentlerinde demokratik sürecin bu kayıtsız seçmenler sebebiyle sekteye uğradığı söylemidir. Demokrasi söyleminin insan hakları söylemi ile birleştiği noktada ise Türk Ceza Kanunu, Anayasa ve yerel idareler kanunundaki değişiklikler sıklıkla gündeme gelmiştir. Bu yasalardaki reformlarla (özellikle terörle mücadele kanunu) hem Türkiye’nin Avrupa Birliği üyeliğinde pozisyonunun güçleneceği, hem de kendini Kürt olarak tanımlayan insanların devlete bağının güçleneceği iddia edilmiştir. Buna karşılık, belirtilen değişikliklerin yapılmasıyla, Türkiye’yi bölünmeye gideceğini iddia eden hükümet üyeleri de o dönemde mevcuttur.
3- Aşırı (orantısız) Güç Kullanımı: Türk Silahlı Kuvvetleri’nin Kürt sorunu içindeki rolünün sorgulanması açısından çok hassas bir mesele olan aşırı güç kullanımı, ordu, polis veya devlete bağlı bulunan bazı güvenlik gruplarının bölgede terörle mücadele sırasında sivil halka, köy ve kazalara karşı uyguladığı iddia olunan şiddet olaylarını içermektedir. Devlet politikasını sorgulayan bu söylem tipi, özellikle 1994’ten itibaren Meclis gündemine gelmeye başlayan köy ve orman yakma, öldürme amaçlı işkence ve zorla köy boşaltma iddialarını içermektedir. Bunun yanında Hava Kuvvetlerine bağlı birimlerin kullandığı benzin-bazlı NAPALM ve parça tesirli misket bombalarının kuzey Irak köylerine yakın olduğu bilinen P.K.K. kamplarına karşı sıklıkla kullanıldığı da bu söylem içerisinde sıklıkla öne sürülmüştür. Muhalefet partileri bu iddiaları ortaya koyarak hükümetin ordu üzerinde herhangi bir etkisi olmadığını göz önüne sermeye çalışmış, hükümet birimleri de bu iddiaların çok açık olmadığı durumlarda iddiaları yalanlamış, iddiaların bir kaç milletvekili tarafından desteklendiği durumlardaysa olayları ‘münferit’ olarak nitelendirmiştir
4- Güvenlik terör: Güvenlik ve terör söylemleri genellikle T.B.M.M.’de iki amaç çerçevesinde kullanılmıştır. Bunlardan birincisi, PKK’nın saldırdığı köy ve kasabalara güvenlik güçleri tarafından yardım gönderilmediği ve hükümetin ‘insanları ölüme terk ettiği’ iddialarını içerir ki bu iddialar daha ziyade muhalefet milletvekilleri tarafından gündeme getirilmiştir. İkinci söylem altbaşlığı ise, PKK şiddeti ve terörü üzerinde dikkatleri toplamış ve ‘bu denli ağır bir vahşet’ karşısında bütün partilerin bir olup Türk Silahlı Kuvvetleri’ni desteklemesini istemiştir. Bu öneri de genellikle İçişleri Bakanları tarafından ortaya konmuştur. Böylelikle hükümet üyeleri güvenlik kavramına vurgu yaparak muhalefet üyelerini ‘birliğe’ çağırmış, muhalefet üyeleri ise hükümetlerin sorun karşısındaki aczini vurgulamaya çalışmıştır. Üniter devlet, devletin bekası ve devletin bölünmezliği söylemleri de bu söylem grubu altında konuşulmuştur.
5- Bölgesel kalkınma eğitim: ‘Terör, eğitimsizliğin ve bölgedeki fakirliğin tezahürüdür’ diye özetleyebileceğimiz bu yaklaşım, Kürt meselesinin ideolojik ve insan hakları temelli tanımlarını reddeder ve meseleyi ‘geri kalmışlığa’ indirger. Her ne kadar bölgenin geri kalmışlığı ve feodal yapısı Marksist-Leninist bir ideolojiyi belli bir dönemde o bölgede popüler kılmışsa da, bu söylemsel tercih Arturo Escobar’ın 1995’te yayımlanan ‘Encountering Development: The Making and Unmaking of the Third World’ adlı çalışmasında belirttiği üzere, terörün ve şiddetin yapısal sebeplerini göz ardı ederek, bu tip olayları ‘iptidai’ ve ‘geri kalmış’ insanların yaptığı ‘şuursuz’ bir harekete indirgemektedir. Bu söylem 1990’larda Güneydoğu Anadolu Projesi’nin geliştirilmesi ve bölgede eğitimin yaygınlaştırılması ile Kürt meselesinin tamamen biteceğini ortaya sürerken, bu argümanın en önemli köşe taşlarını Süleyman Demirel (Cumhurbaşkanı olmadan önce) ve Necmettin Erbakan oluşturmuştur. Özellikle Refah Partisi milletvekillerinin bir bölümünün, Kürt meselesinin ancak imam hatip eğitimi ile çözülebileceğini, laik eğitimin bu sorunun temelinde yattığını öne sürdüğünü de belirtelim.
6- Etnik kültürel gerilim: Belki de Meclis tartışmalarının en hararetli oturumları Kürt meselesinin temelinde bir ‘Türk-Kürt çatışmasının’ yattığı öne sürüldüğünde ve bu sorunun etnik temelli olduğu iddiaları ortaya konduğunda yaşanmıştır ‘Türk ve Kürt halkları tarihten beri beraber yaşamıştır; Kürt’lerin ayrı bir kitle olduğunu tanımak bölgesel şiddet, ayrılıkçılık ve bölünme getirir’ söylemi, devletin etnik kökenli sorunları algılayışının temel taşıdır. Ineke Van Der Balk’ın 2002 yılı araştırması ‘Difference, deviance, threat? Mainstream and right-extremist political discourse on ethnic issues in the Netherlands and France’ da belirttiği gibi, hem Hollanda, hem de Fransa’da siyasi muhafazakar-sağ söylem, etnik kimlikleri aynen bu şekilde tanımlamıştır: öncelikle farklı etnik grup ile ana etnik grubun ‘aynı’lığı ortaya konmaya çalışılmış, sonrasında da bu ‘aynı’lığın ortadan kalkması ve etnik aidiyetlerin telaffuz edilmesinin bir çatışma savaş ortamı getireceği iddia edilmiştir. Bu noktada etnik söylemin Türkiye’ye özgü olmadığını görüyor, ülke ve etnik sorunun içeriğinden bağımsız olarak muhafazakâr-sağ söylemler arasında büyük bir benzerlik olduğunu saptıyoruz. ‘Kürt devleti’ ve otonomi söylemleri de bu söylem grubuna dahildir.
7- ‘Karanlık dış güçler’: T.B.M.M.’de 1990-99 seneleri arasında belki de en sık tekrar eden tanımlanışına göre, Kürt meselesini müphem ‘karanlık dış güçler’ yaratmıştır ve bu Türkiye’yi bölmek için yapay olarak çıkartılmış bir meseledir. Bu o kadar belirsiz bir tanımdır ki, söz konusu ‘karanlık güçler’in kim olduğu özellikle seküler-Kemalist ve muhafazakar-İslamcı partiler arasında bariz bir farklılık gösterir Örneğin Refah Partisi dış güçleri ekseriyetle Amerika ve Avrupa Birliği olarak somutlaştırırken aynı kavram Cumhuriyet Halk Partisi için İran, Suriye, Suudi Arabistan ve Libya olmuştur. Gereğinden fazla çok tekraralanan bu söylem, 1990’ların sonlarında birbiri ile kanlı-bıçaklı olan birçok ülkeyi aynı potaya koymuştur: Amerika, Avrupa, İran, Suriye, Ermenistan, Yunanistan, İsrail ve Rusya Meclis söyleminde birleştirilerek ortak düşman cephesi olarak ifade edilmiştir. Bu mesele 90’larda öylesine çığrından çıkmıştır ki, 13 Eylül 1994’te güvenlik güçlerinin köy yakma iddiası karşısında Refah Partisi Sivas milletvekili Musa Demirci, bu yangınları Ermenistan’ın çıkardığını öne sürmüştür. Aynı konuşmada Demirci, ‘karanlık güçler’in bölgede önce bir Kürdistan kuracağını, sonra onu yıkarak Büyük Ermenistan’ı yaratacağını, sonra onu da yıkarak Büyük İsrail’i meydana getireceğini iddia etmiştir.
Şu ilginç sonuçlar...
Üzerinde çalıştığım araştırmanın en ilgi çekici yanını yukarıda belirttiğim söylemsel çerçevelerin hangi partiler ve hangi milletvekilleri tarafından ne sıklıkta kullanıldığını ortaya çıkarmak oluşturuyor. Belki şaşırtıcı ama metinler irdelendiğinde görülüyor ki, Kürt meselesini güvenlik ve terör ekseninde tanımlayan bir milletvekili, güvenlik güçlerinin orantısız güç kullanımı iddialarını dile getirmemiş, bu meseleyi kültürel ve dilsel haklar ekseninde tanımlayan vekiller de meselenin güvenlik boyutuna nadiren atıfta bulunmuştur.
Bu çıkmazı yaratan ana neden 1990-99 döneminde ortaya çıkan en önemli sonucu da meydana getiriyor ki, o da şudur: TBMM’de Kürt söylemi ile ilgili farklılıklar milletvekillerinin hangi partiye üye olduklarından ziyade, olağanüstü hal bölgelerinden gelip gelmedikleriyle ve iktidar partisine üye olup olmadıklarıyla ilişkilidir. Bir örnek vermek gerekirse, Doğru Yol Partisi milletvekilleri 90’ların hemen başında Kürt meselesini kültürel haklar ve demokrasi bağlamında tartışırken, iktidara geldiklerinde tamamıyla devlet söylemini benimseyerek bu meselenin güvenlik-terör sorunu olduğunu öne sürmüştür.
Aynı şekilde Anavatan Partisi milletvekillerinin büyük bir bölümü iktidarda iken Amerikan Çekiç Güç operasyonlarını savunmuşlar, muhalefete geçince de Kürt meselesinin ‘karanlık dış güçler’ tarafından kaşındığını iddia etmişlerdir. Bu teker teker bazı milletvekillerini kapsamasa bile genel olarak partilerin tutumunu meydana getiren ana amildir. Dolayısıyla devletçi söylem veya yaklaşım denebilecek bir oluşum partilerin Kürt sorunu karşısındaki siyasal konumlarını da belirlemektedir.
Bu gözleme istisna olan iki parti vardır 90’larda: Sosyal-demokrat Halkçı Parti (SHP) ve Refah Partisi (RP). Özellikle SHP’nin olağanüstü hal bölgelerinden seçilen milletvekilleri 90’lar boyunca SHP iktidarda da muhalefette de olsa Kürt meselesinin insan hakları ve demokratikleşme boyutuna atıfta bulunmuştur.RP ise ekseriyetle Kürt meselesinin batılı güçler tarafından ortaya çıkarıldığını iddia etmiştir. Bunun yanında SHP de RP de güvenlik güçlerinin aşırı güç kullanımına eşit oranda dikkati çekmiş, köy-orman yakma olaylarının birçoğu bu iki partinin olağanüstü hal bölgesi milletvekilleri üzerinden meclis gündemine taşınmıştır.
Bugüne gelince...
Yukarıda belirttiğim söylemsel çerçeveler bugün Kürt açılımı ile ilgili yaptığımız tartışmaların çekirdeğinde farkında olmasak dahi yer almaktadır. Kürt açılımının içinin neyle dolduracağını soran muhalefet üyeleri de, bu inisiyatifin içini doldurmak için toplumun geniş kesimlerinin nabzını tutan hükümet üyelerinin bir kısmı da Kürt meselesinin içeriği ve siyasi tezahürü hakkında meclis tartışmalarında fikir belirtmişlerdir. Veya onları takip etmiştir. Dolayısıyla a priori Kürt meselesinin ne olduğunu ve çözümün de neyi kapsaması gerektiğini bilmektedirler.
Dolayısıyla Kürt açılımının içeriği ve siyasi tezahürü ile ilgili detay arayışı içerisinde olduğumuz şu günlerde, bu içeriği zaten çok önceden bulduğumuzu ve detaylarını zaten bildiğimizi ortaya koymak önemlidir. Bugün de tartışmalar yukarıda saydığım 7 ana eksen etrafında gelişirse, hem Kürt sorunu dediğimiz şeyi, hem de Kürt açılımı olarak tanımladığımız siyasi süreci daha iyi anlayabiliriz. Bu 7 ana başlığın hangilerinin seçileceği ve hangi yoğunluklar ile siyasi sürece dahil edileceği muhakkak bir toplumsal anlaşmayı gerektiriyor. Bu sebeple de AKP’nin önayak olduğu, toplumun farklı kesimleri ile görüşme, fikir alma ve uzlaşı arama politikası, bazı muhalefet üyeleri tarafından zikredildiği gibi ‘alıştırma politikasının bir parçası’ değil, Kürt açılımı dahilinde ortaya çıkacak siyasi tezahürlerin ne olacağı hakkında varılacak toplumsal uzlaşının bir parçasıdır.
H. Akın Ünver: İngiltere Essex Üniversitesi siyaset bilimi departmanında doktora adayı ve Sabancı Üniversitesi’nde misafir öğretim üyesi.