26
Mayıs
2024
Pazar
GÜNCEL

ARTIK KORKU İMPARATORLUĞU YARATILMIŞ DEMEKTİR

Haklarımız ne?’ sorusuna hukukçu olarak yanıt bir veremiyorsam, korku imparatorluğu yaratılmış demektir

Uğur Mumcu’nun arkadaşı ve avukatıydı Turgut Kazan... Aynı şekilde Abdi İpekçi davasının da müdahil avukatı...

12 Mart’tan da çok çekti, 12 Eylül’den de. Yani “Darbelere karşıyım” diyen ünlü bir hukukçu. Ergenekon Davası kapsamındaki son dalgayı ise “hukuk dışı” olarak yorumluyor: “Aramalar, Ceza Muhakemesi Kanunu’na (CMK) uygun yapılmadı. Ortada makul bir şüphe yoktu.”

Arama kararı yasaya uygun değil, makul şüphe olmalıydı

Ergenekon Davası kapsamında gerçekleşen son gözaltı ve aramalar usule ilişkin tartışmaları yine gündeme getirdi. Sizin son dalgaya ilişkin yorumunuz ne?
Bir yargıç tarafından verilen bir arama kararı bu. Ancak olmaması gereken bir şey var; Ümraniye’de bulunan bombalarla, Danıştay cinayetiyle, Cumhuriyet’e atılan bombalarla, hatta Başbakan’a suikast girişimi için yapıldığı anlaşılan lav silahları ile sanıklar arasında bağ kurarken hiçbir gerekçe ve makul veriye dayanmıyor.

Benzer arama kararı, Sabih Kanadoğlu için de kullanıldı...
Aynı metin! Bununla, arama yapılabilecekse eğer, herkese, 70 milyon için uygularsınız... Sorun da bu!

Bir arama kararı için kanıt gerekmez mi? Yani güvenlik güçlerinin birisinin evini arayabilmesi için elinde bir kanıtın olması...
Makul şüphe olmalı. Yani; Ümraniye’de bulunan bombalarla, Danıştay saldırısıyla vs. ilgili olarak şüpheli A’nın ya da B’nin bir ilişkisi olduğu yolunda ve o ilişkiyi gösterir kanıtların, bürosunda ya da evinde bulunabileceği yönünde makul şüphe olmalı.

 

İnsaf! Türkan Saylan’ın Ümraniye bombalarıyla ne ilişkisi olabilir?

“Makul şüphe” nedir?
Makul şüphe öyle konmalı ki, bu Türkan Saylan da olsa, o kişi aranmalıdır. Makul şüphe, hayatın olağan akışı içinde sizi şüphelendiren şeydir. Mesela sizinle bomba yapan arasında ilişki vardır ve onu gösterir. Ya da sizde, bombayı atan ya da bulunduran kişiye ait, o kişiyle ilgili, doküman bulunabileceğine ilişkin bir şüpheyi gösterir. Mesela evinde lav silahı bulunan kişiye Türkan Saylan’ın banka havalesi ile para geçmesi gibi. Saylan, o kişinin kiracısı da olabilir. Gözaltına alındıktan sonra, bu anlaşılıp serbest kalsa bile o kararı yanlış bulmam. Çünkü makul şüphe vardır. Ama insaf! Türkan Saylan’la Ümraniye’deki bomba arasında nasıl bir makul şüphe olabilir! Kamu vicdanının isyanı da bundan.

“Kimsenin dokunulmazlığı yoktur” deniyor...
Liberal-demokrat bazı köşe yazarları, “Usule takılıp kalıyorsunuz ama bu kadar takılırsanız esası kaybedersiniz” diyor. Oysa usul doğru esasa gedebilmenin tek yoludur. Ceza Usul Hocam derdi ki; “Ceza yasaları yalnız suçlular içindir. Ama ceza yargılama yasaları, masum insanların korunabilmesi içindir.” Anayasa’da iki temel dokunulmazlık vardır; kişi (17. mad.) ve konut (21. mad.) dokunulmazlığı. Bunlara nasıl dokunacağımızı da CMK gösteriyor.

Bilgisayar götürülemez sadece dosyaların kopyası alınır

Son olaylar CMK’ya uygun mu?
CMK’ya göre “Gece arama yapamazsınız.” O kişinin kaçması gibi istisnai durumlar hariç. Hatırlarsanız, bu operasyonlar gece başlamıştı. İfade almak için de “Önce davet edeceksiniz” denir. Prof. Dr. Mehmet Haberal gibi görevinin başındaki kişilerin ifadesi bu şekilde alınmalıydı. CMK, aramanın nasıl yapılacağını da gösterir. Yani yargıcın arama kararının da kuralı vardır. “A kişisinin evinde, X eylem ya da Y sorusu için belge, bilgi ve doküman bulanacağına ilişkin mantıklı şüpheler vardır” denmeli. Sonra neyin aranacağını da yazılmalı. “Ümraniye’deki bombalarla ilgili olan mektuplar, kayıtlar, dokümanlar olabilir” gibi. Bu soruşturmada ise her şey alınıp götürülüyor.

Bilgisayarların alınması doğru mu?
Kanun açık: “Şüphelinin kullandığı bilgisayar ve bilgisayar programları ile bilgisayar kütüklerinde arama yapılmasına, bilgisayar kayıtlarından kopya çıkarılmasına, bu kayıtların çözülerek metin haline getirilmesine hakim tarafından karar verilir.”

Yani polis, dosyanın kopyasını mı alır?
Evet, aslı sizde kalır, polis kopyayı alır. Verilen kararlarda bu yok. “Al götür” de yanlış. Bilgisayarın şifresi çözülemiyorsa, bilgisayara giremiyorsanız götürürsünüz. Dosyanın kopyasını aldıktan sonra da olduğu gibi geri verirsiniz. Her dosyanın da kopyasını alamazsınız. Neyi arıyorsunuz? Ümraniye bombaları ile ilgili bir bilgi mi? O zaman o tür bir şey görülürse, kopyasını alınır. Ama bunlar yapılmıyor. Ben de hukukçu olarak isyan ediyorum. Çünkü ne arıyorlar? Kimler burstan yararlanıyor, kimler burs veriyor? Sorarım Ümraniye’deki silahla, burs veren adamın ne alakası olabilir? Milli Eğitim Bakanı diyor ki; “Kimse burs verdiği için soruşturmaya uğramıyor.” Bunu duyunca aklıma Altan Öymen geldi, onu aradım. Çünkü o da uçak kaçırdığı için tutuklanıp yargılanmıştı! Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının idamını engellemek için imza toplamıştı. İnsani bir çaba göstermişti. Onu bundan ötürü içeri almak yakışık almayacağından, o zamanki yönetim de onu o sırada kaçırılan bir uçaktan ötürü tutuklamıştı.


Başbakan’ı mahkum eden hakimin durumu diğerlerini korkuttu

Her şeye rağmen “Hukukun üstünlüğü”ne inanmamız gerekmez mi?
“Darbeye karşı hukuk” deniyor, değil mi? Biz bunları Kenan Evren ve dönemin kuvvet komutanlarından dinlerdik. “Biz bir şey yapmıyoruz ki, mahkeme kararı bu” derlerdi. Yine öyle diyorlar; “Siyasal iktidar olarak biz bir şey yapmıyoruz; yargı kararı bu. İyi de “Başbakan olarak bu işin savcısıyım” denmedi mi? Her şeyin yargı sürecinde işlediği izlenimi verilmek isteniyor. Ama Kartal’da bir kadın hakim (Sevgi Övüç), Başbakan’ı tazminat ödemeye mahkum etti. (Apo’ya sayın dediği için açılan tazminat davası.) Sonra ne oldu? O hakim, derhal soruşturmaya alındı, Adalet Bakanı müfettiş yönlendirdi. Müfettiş de hakime, gerekçeli kararını zamanında yetiştiremediği için soruşturma açılmasını istedi. Oysa hakime hanımın yazı işleri müdürü yoktu ve bunu da bildirmişti. Gerekçeli kararı bu yüzden yetiştirememişti. Ama “Sen ki, madem Başbakan’ı mahkum ettin, biz de seni yemesini biliriz” dendi. İşte sistem bu! Herkesin şunu bilmesini istiyorum; Türkiye’deki pek çok yargıç Kartal olayından korkuyor! Kararlarını “Acaba siyasal iktidarın hoşuna gider mi?” diye tartıyor. Çünkü müfettişi görevlendirme kararı, soruşturma yetkisi Adalet Bakanı’na ait! Arama kararı bazılarının söylediği gibi mahkeme kararı değil, yargıç kararı...


Ailemden biri gözatına alınsa tabii ki sağı solu ararım

Bu davada, Nurseli İdiz ya da Tijen Mergen gibi siyasi olmayan kişilerin de gözaltına alındığını görüyoruz.
Bu da insanları tedirgin ediyor. Haklarımız ne? Yani polisler geldi, diyelim. O kişi ne yapmalı? Karar metnini okuyup “Bu karar yasaya uygun değil” deyip kapıyı kapatabilir mi?
Ne yazık ki bu sorunuza bir yanıtım, reçetem yok! Olması için hukuk devletinin işlemesi gerekirdi. Bir gazeteci olarak, bu soruyu soruyorsanız, bu kaygıları gözlemliyorsanız, bir hukukçu olarak ben de buna yanıt veremiyorsam, korku imparatorluğu yaratılmış demektir.

Siz de “Korku imparatorluğu” diyorsunuz. Hukukun görevi toplumda güven yaratmak değil midir? Korkuyu yaratansa terör?
Doğru. Terörün amacı topluma korku salıp dehşet ortamına sürüklemektir. Şu an terörle mücadele diye sürdürülen bu operasyon korku imparatorluğu yaratmıştır. Şunu öğrendim: Türkiye’de her an, her şey olabilir. Bu hüzün verici bir şey! Oysa bir hukukçu olarak, şunları söyleyebilmeliydim: Hukuk devletinde ancak belli durumlarda, belli şeyler aranabilir. Bu da sizin güvende ve rahat yaşamanızı sağlar. Yani “Kural dışı bir şey yapmadığıma göre güven içindeyim” hissini verir. Ama şimdi ne deniyor: “Toplanıp hangi partinin ne olması gerektiğini konuşmuşsunuz!” Yahu, insanların ne yapılması gerektiği konusunda görüşmesi demokrasinin ta kendisi değil mi? Ben bu siyasal iktidardan hoşlanmıyorsam, ondan kurtulmak için sizinle de görüşürüm, Ahmet’le, Hatice ile de. Kurabiliyorsam parti kurarım. Ya da olanlardan birine girip egemen olmam gerekiyorsa bunun için uğraşırım. Bundan doğal ne olabilir?

Ailenizden biri gözaltına alınsa ne yaparsınız? “Hukuka güveniyorum” mu dersiniz, yoksa sağı solu aramaya başlar mısınız?
Tabii ki sağı solu arayacağım. Bir yakınınız gözaltına alınırsa, önce ne yapacağınızı araştırırsınız. Avukat ararsınız. Ama ben ne yaparım, bilmiyorum tabii!

Herkesin aklındaki soru bu mu?
Oysa kimsenin kafasında olmaması gereken bir soru bu! Ama “Hukuka güveniyorum” diyebilmemiz için de bağımsız ve işleyen bir yargının ve ona saygılı bir iktidarın olması gerek. Ne yazık ki, hukuka hiç inanmayan bir siyasal iktidarla da karşı karşıyayız.

Van olayının savcısı için bu davada “gizli tanık” deniyor

Ergenekon Davası ile amaçlanan korku imparatorluğu yaratmaksa ve bunun için de hukuk dışı yöntemlere başvuruluyorsa, bu durumda çok büyük bir risk söz konusu değil mi? İktidar da olsanız böylesi bir riski göze alabilir misiniz? Çünkü çok büyük bir operasyon bu...
Milli Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik, Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi soruşturması için de “Bu bir yolsuzluk davası” diyordu. Ne oldu? Masum bir insan, Enver Arpalı, intihar etti! Aile bana başvurmuştu. O savcı aleyhine dava açtım. Hâlâ sonuçlanmadı.

Yani Van Yüzüncü Yıl Davası ile Ergenekon Davası’nın provası mı yapıldı?
O zaman gazetecilere bir bilgilendirme toplantısı yapmıştım. Şunu söylemiştim: “Van olayı, iktidarın muhaliflerini ezmek için yargı formatını kullandığı bir modeldir. Bunu toplum önlemezse arkası gelecektir... Peki şimdi, durum ne? Soruyorum: O savcı nerede? Gören var mı? Kasabasında ya da mahallesinde gören varsa, bana ulaşsın. Görevden atıldı o savcı ama nerede?

Nerede?
ABD’de... Utah’ta. 46 yıllık avukatım, Utah’a gitsem, param ancak bir hafta on gün yeter.

Ne yapıyor orada?
Orada kimler varsa onlarla... Hatta bir ihtimal, bu soruşturmanın gizli tanığı olarak görev yapıyor olabilir. Böyle şeyler de söyleniyor çünkü. Ama kimse görmedi, yeri bilinmiyor. Türkiye’de yok ve Utah’ta olduğu söyleniyor!


Mehmet Ağar, Mümtaz Türköne, Nazlı Ilıcak nerede?

Hukukta strateji ya da plan olur mu? Bir davanın ilerlemesinde taktik izlenir mi? “Şu kişi ileride şunun alınabilmesi için alındı” sözlerini bu şekilde yorumlamak mümkün mü?
İki askeri müdahale yaşadım. 12 Mart’ta 15 yıla mahkum oldum, 3.5 yıl hapis yattım. 12 Eylül’de zor ve büyük davalarda müdahillik yaptım, acılara tanık oldum. İki davada sanıktım ama böyle soruşturma görmedim. Sanık olmayan kişilerin adlarının yazıldığı, özel yaşama ilişkin bölümlerin konduğu, fantazilerin, küfürlerinin yer aldığı iddianame de görmedim. Her iddianamede bir sonrakinin kilometre taşlarının döşendiği anlaşılıyor. Bunu da bazı köşe yazarları aldıkları tüyolarla yazıyor. Bu bile başlı başına toplumda dehşet yaratır.

Ama “Gladyo tasfiye ediliyor, davayı küçümsememek gerek” deniyor.
Türkiye’nin Gladyo’yu tasfiye görevi vardır. Uğur Mumcu hem arkadaşım, hem müvekkilimdi. Abdi İpekçi davasının müdahiliydim. Orada delillerin MİT ve Emniyet Genel Müdürü tarafından nasıl savcıdan saklandığını, Yalçın Özbey’in yurt dışında dört gün dinlendikten sonra “İçinde hiçbir şey yoktu” diye, kayıtların imha edildiğini bilirim. Gladyo sorgusu yapacaksanız bunun yanındayım. Ama o günkü Emniyet Genel Müdürü kimdi, şimdi niye yok? Susurluk’la ne ortaya çıktı? Hakkında dava açılan biri var, o niye yok? Bakan arkadaş...

Kimi kastediyorsunuz?
Mehmet Ağar! Peki, “Liste cebimde” diyen başbakan niye yok? O, başbakana “Devlet için kurşun atan da yiyen de şereflidir” sloganını yazan kişi? Şimdi bir köşe yazarı? Darbelere karşı? Faili meçhul cinayetlere karşı... Niye?

Bu sözü Mümtaz Türköne’nin yazdığı iddia edilmişti... (Türköne ise bunu reddediyor.)
Evet, niye o yok? Gladyo siyasal bir merkeze bağlı olmadan bu kadar işi nasıl yaptı? Ha, siz “Gladyo” diye bir-iki kişiyi torbaya atıp Gladyo soruşturmasını da sulandırarak başka bir şey yapmak istiyorsanız... Bir şey daha soracağım; Susurluk’un kahramanı İbrahim Şahin’i, hem de yargılanırken, evinde, özel davetlerde ağırlayan köşe yazarı Ergenekon soruşturmasının alkışçısıysa bu soruşturmaya ben nasıl güvenle bakarım?

Kim?
Nazlı Ilıcak! Şimdi bunları yaşamış, işin içinde görev yapmaya çalışmış bir hukukçu olarak bunları önüme yatırınca bazı soru işaretleri görüyorum. Darbelere karşıyım. Çünkü çok acı çektim. Ama darbeye, özgürlüğe, güvenliğe, demokrasiye aykırı olduğu için karşıyım. Şimdi durum aynıysa buna da “sivil darbe” derim ve askeri darbelere karşı olduğum kadar karşı olurum! Devletin baskısının acımasızca işlediği bir rejimim başında sivil de olsa, asker de olsa bu darbedir!


Şüpheliler uykusuz bırakılarak yasa çiğneniyor

Sorgulama aşamasına ilişkin itirazlarınız var mı?
CMK’nın 148’inci maddesi yasak sorgu üzerinde durur. Bunlardan biri de ”yorma yasağı“dır ve bu soruşturmada bu, kullanılmıştır. İnsanları, güvenlik birimine götürüyorsunuz, orada sorgu faslı başlıyor... Basına yansıyan haberlerden anlıyorum kiminin sorgusu 20, kiminin 30 saat sürüyor. Uykusuz... Kişiler, savcılıkta da 10-15 saat sorgulanıyor. Gecenin bir yarısında da yargıca çıkarılıyor. Bu durumda yorma yasağı çiğnenmiş olmuyor mu?

Bu AİHM kararlarına göre kötü muameleye girer mi? Çünkü İrlanda, IRA militanlarının işkenceye uğradığı gerekçesiyle İngiltere’ye açtığı davada ”uykusuz bırakma“yı kötü muamele olarak tanımlanmıştı.
Kesinlikle. Üstelik sadece kötü muamele de değil bu; savunma hakkınıza yönelik bir kötü muamele! Yani kendinizi savunma hakkınızı da elinizden alıyor. Söyler misiniz, o kadar uykusuz kalsanız, kendinizi savunabilir misiniz?


Ergenekon’u alkışlayanlar bile son olayda zorlandı

“Türkan Saylan’ın ne işi olur bombalarla” diyorsunuz. Ancak bunu, en iyi onun telefonunu dinleyenler biliyor olmalı... O zaman neden evini aradılar?
Korku yaratmak için. Biz de o korkuyu yenmeye çalışıyoruz. İnsanlar burs verirken korku duyacak çünkü. Ama ne olur duymasınlar, o yüzden daha çok burs vermeliyiz. “Baba Beni Okula Gönder” bir güzellik. Bu güzelliğin Ümraniye’deki bombayla ne alakası olabilir. Ama son olay, bu hareketin neyi amaçladığını gösterdi. Çünkü Ergenekon’u alkışlayanlar bile bu son olayda zorlandı. Günah çıkarmaya başladılar. Ama hayır, onların günah çıkarmaya da hakkı yok. Çünkü olayın buraya doğru gittiği belliydi. Onlar alkışlamasaydı, siyasal iktidar buna cesaret edemezdi. Bu hareketin içinde ezme ve korkutma var. Çünkü mitinglerden korktular. Ne yazık ki artık benzeri mitinglerin yapılma imkanı yok. Bu sonuç yaratıldı. Bu mitinglerin hesabını sormak da demokrasiyle bağdaşmaz. Demokratım diyen herkes farklı görüşte bile olsa mitinglerin yapılabilmiş olmasından mutluluk duymalıydı.

 

 


 

Buket Aşçı-Vatan
Yayın Tarihi : 20 Nisan 2009 Pazartesi 01:07:10


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?