Bölgede yoğunlaşan ama giderek daha da genişleyen çatışmalarda, gerek asker, gerek sivil ya da PKK mensubu binlerce insanın hayatını kaybettiği 90-93 yıllarını hatırlatmaktadır.
Cumhuriyet döneminden önce baş gösteren ve aralıklarla devam eden ama her seferinde bastırma politikalarıyla üstü örtülen Kürt Sorunu, bir süredir yeniden ölümlerle gündemin baş köşesine oturdu. Yaşanan şiddet olayları, çatışmalar ve ortaya çıkan sonuçlar gidererek ürkütücü bir boyut kazanırken, cereyan eden olayların aslında bir savaştan farkının olmadığı da giderek daha güçlü bir şekilde ortaya çıkıyor.
Hem ölen insan sayısı, hem de yaratılan tahribat olayların sıradan, basit bir güvenlik sorunu olmadığı, toplumsal temeli olan bir çatışma olduğunu gösteriyor. Her ne kadar hükümet ve devletin temsilcileri olayı toplumsal temelden yoksun olduğunu söyleseler de olayların arka planında oldukça ciddi bir toplumsal temel var.
Kürt Sorununda cephe savaşı yok ama her yerde, her mekanda patlak verebilecek bir çatışma söz konusu. Sürekli gerilen, gerildikçe büyüyen, çevresini yakan, yıkan toplumsal bir olay cereyan etmekte. Yediden yetmişe bütün insanları etkileyen ve giderek büyük acılar yaşatan, ekonomiyi baltalayan, insanın psikolojisini parçalayan, yaralayan, doğayı yok eden bir süreç yaşanmakta.
Son günlerde yoğunlaşan çatışmalarla birlikte köy yakma olayları tekrar gündeme gelmiş, Hasankeyf’te üç köy ateşe verilmiştir. Yine operasyon bölgelerinde ki ormanlık alanlar zaman zaman ateşe verilmekte olduğu bilinmektedir. Asker bu yangınları direk sahiplenmese de, çıkan yangınlara müdahaleyi engellemekte olduğu sık sık iddia edilmektedir. Bu gün Cudi, Gabar ve Dersim kırsalında orman yangınları geniş bir alanda devam ettiği halde, hiçbir müdahaleye izin verilmememktedir. Çünkü yangını çıktığı bölgeler operasyın alanları ilan edilmiş, insansızlaştırılmıştır… Bu yangınların hangi amaçla çıkarıldığını sormadan, neden söndürülmediği sormak belki de birinci sorunun da cevabı olacaktır.
Bu çatışma temelli yaşanan sivil kayıplar, gözaltı ve tutuklanmalar ve demokratik gösterilere müdahale yöntemleri; hükümetin, devletin güvenlik kurumlarının Kürt Sorununu bir kez daha, şiddetle çözme politikalarında ortaklaştığını göstermektedir…
Sınır bölgelerinden gelen haberler, yapılan askeri sevkiyatlar ve süren operasyonlar gelecekte daha büyük acıların yaşanacağının habercisidir.. Bölgeye sevk edilen tank ve top öylesine bir tatbikat için bölgeye kaydırılmamıştır..Bu ağır silahların kullanıldığı, kullanılacağı gizli tutulmadığı gibi, yeni ek tedbirlerden bahsedilmektedir. Bu durumda çatışmaların şiddetleneceği kaçınılmaz olacağı gibi, kayıplar da artacaktır.
Bölgede yoğunlaşan ama giderek daha da genişleyen çatışmalarda, gerek asker, gerek sivil ya da PKK mensubu binlerce insanın hayatını kaybettiği 90-93 yıllarını hatırlatmaktadır. Bu gün bile insanın tüylerini diken diken eden olaylar zinciri, o dönem işlenen faili meçhul cinayetler, kayıplar, köy yakmalar, göçertmeler, çatışmalarda ölen insan sayısı olayların ne kadar acımasızca yaşandığını bizlere göstermektedir.
90-93 yılları, çatışmaların doruğa ulaştığı yıllar olarak zihinlere kazındı. Binlerce faali meçhul cinayet işlendir,,insanlar kaybedildi, köy yakıldı ve bölge adeta insansızlaştırıldı. Yaşanan çatışmaların tümü basına, kamuoyuna yansımıyor olmasına rağmen, gelen haberler iç burkan, can sıkan nitelikte olup, karanlık günleri hatırlatır niteliğindedir... Ki bölgede üstü örtülen onlarca olay cereyan ediyor, ölümlere, sakat kalmalara neden oluyor..
Bu gün yaşanılanlar belki 93 sürecini de geride bırakacaktır. Çatışmaların ve sivil kayıpların oranı ele alındığında tehlikeli bir tırmanışın olduğu açıkça görülecektir. Hatay ve Lice’de kurşunlara hedef olan siviller meselenin geldiği düzeyi gösterme açısından önemlidir. Yine geldiği noktayı gösterme açısından cezaevinde bulunan ve TMK kapsamında gözaltına alınıp, yargılanan 4 bin çocuğun durumu gelinen tehlikeli aşamayı göstermesi oldukça dikkat çekicidir.
Okul sıralarında okurken, bir gösteriyi izlerken ya da bir gösteriye katılırken gözaltına alınıp, tutuklanan çocukların durumu savaş halini bile geride bırakmıştır. Savaş hukukunda bile çocukların hapis edilmesinin önünde ciddi engeller varken, bu gün TMK kapsamında çocukları hapsetmek oldukça kolay ve olanaklıdır. Polise bir taş atmanın bedeli, bu yasalara göre örgüt üyeliğiyle nerdeyse eş değerdir. Çocuklarını hapseden, yaşamlarının baharında karanlığa mahkum eden kaç ülke var yeryüzünde? Bu çocuklar serbest kalsalar bile bu güne kadar yaşadıkları travma onları nereye itecektir dersiniz? Tahmin etmek hiç de zor değil.
Çatışmaların geldiği düzeyi anlamak için son bir yıllın rakamlarına bakmak yeterlidir. Yaşanan çatışmalarda sivil, asker ve PKK’li ez az 600 kişi hayatını kaybederken, sadece Haziran ayında ölenlerin sayısı 300'e yakındır..
Yine son bir yıldır devam eden KCK operasyon kapsamında 1600 Kürt Siyasetçi tutuklanmıştır. Ki tutuklananların içinde seçilmiş belediye başkanları, eski belediye başkanları, il genel meclis üyeleri, belediye meclis üyeleri ve DTP’nin genel başkan yardımcıları görevi yürütenler olduğu gibi, DTP üyeleri vardır.
Yani bu gün süren çatışmaların alt yapısı bir yıldan fazla süredir hazırlanıyor... Hem de açılım tartışmalarıyla birlikte.
Neden açılım tartışmalarından, acımasızca yürütülen bir çatışma ortamına girildi?
Bu bir kısır döngü mü, yoksa siyasetin bir gereği mi?
Bu durumunun bir sonuç olduğu anlaşılıyor.
Demek ki hükümet, devlet ve askeri yetkililer bir yandan açılımı tartışırken, bir yandan da bu günlere hazırlık yapmış.
Kürtlerin demokratik taleplerini ifade eden siyasi alanı önce bertaraf ederek, ortamı terörizme etmeyi hedeflemiş.
Açılım tartışmalarından gelinen noktaya bakın lütfen.
Daha çok ölüm, daha çok kan…
Klasik bir Türkiye siyaseti. Çözüm tartışmalarının ortasında silahlar devreye giriyor. Söz hükmünü kaybediyor çarçabuk.
Bu güne kadar süre gelen çatışmalarda bütün hükümetlerin aktörlüğü var aslında. Herkes bir yerinden çekerek bu günlere getirildi.
Bu kez aktör AKP. Açılımın mimarı olan Adalet ve Kalkınma Partisi.
Sorunu çözme iddiasıyla ortaya çıkıp, Kürt Sorununu ateş çukuruna iten bir hükümet.
Oysa sorunu çözmenin nüveleri ve olanakları her zamankinden daha fazlaydı. Ortada ne muhatapsızlık, ne de bulanıklık vardı. Ve en önemlisi mecliste yer alan bir BDP gerçekliği söz konusuydu. Çatışmalar kısmen bitmiş, PKK ateşkes kararına genellikle uyuyor, legal siyasetin önünün açılmasından bahsediyordu.
Mecliste grubu olan BDP gerçekliği bile tek başına bir çok olayı çözmenin kapısını kolayca aralamaya yeter, artardı bile. Ama anlaşılan hükümet ve devletin çekirdeği sorunu kendi çerçevesinde çözmekten başka yol kabul etmedi, doğrularını çözüm diye topluma dayatmayı tekrar denemeyi seçti.
Peki bu nasıl bir çözümdür ki, otuz yıldır aynı tekrarı yaşıyor?
Peki bu nasıl çözümdür ki ölümlerden başka bir yol barındırmıyor?
Son otuz yılda çatışmalarda 400 milyar dolardan daha fazla para harcandığı, 40 bin kişinin öldüğü, 17 bin faali meçhule gittiği, 4500 köyün boşaltıldığı, 1 milyon 200 bin kişinin yerinden yurdundan göç ettirildiği söyleniyor. Ki bu rakamların doğru olduğu, hatta bazı kalemlerde sayının çok daha fazla olduğu da biliniyor.
Peki bu gerçek ama iç burkucu bir tablo orta da dururken, çözümsüzlük neden hala tek seçenek olarak topluma dayatılıyor ?
Bir elli bin insanın daha mı hayatını kaybetmesi isteniliyor?
Geçmişte denenen yöntemlerin tekrar devreye sokulup, insanların ölmesini sağlamak kime, neye yarayacak?
Yok mu başka bir yol, yöntem?
Peki, 30 yıldır bütün konsept ve operasyonlara rağmen, PKK yok oldu mu?
Herkes biliyor ki PKK yok olmadığı gibi, giderek daha fazla taraftar buldu ve tam bir siyasal hareket haline geldi.
Toplumun genelini kapsayan bir akıl yürütme hareketi bu çatışma ve yangını durdurmalı.
Durdurmalı, yeti bu kadar kan, bu kadar can?