24
Mayıs
2024
Cuma
GÜNCEL

REKABETTEN İŞBİRLİĞİNE TÜRK-RUS İLİŞKİLERİ

Başbakan Erdoğan'ın 12 Ocak'taki iki günlük Rusya ziyareti, 2010 senesi içerisinde Türk-Rus ilişkilerindeki hızlı gelişmelerin ve işbirliği ortamının başlangıcını teşkil edecektir.

Rusya ile ekonomik alanda devasa bir ilişki söz konusudur. Bu açıdan 2008 senesi Türk-Rus ilişkilerinde bir dönüm noktası olmuştur. 2008'de iki ülke arasındaki dış ticaret hacmi 38 milyar dolara ulaşarak bir rekora imza atmış ve Rusya, Türkiye'nin en büyük ticaret ortağı halini almıştır. Fakat bu dönemde Türkiye'nin Rusya'ya olan ihracatı 6,4 milyar dolar civarında gerçekleşmiştir.

2009'da küresel krizin etkisiyle iki ülke arasındaki ticaret hacmi oldukça daralmış ve toplamda 19 milyar dolara gerilemiştir. Bu rakam içerisinde Türkiye'nin ihracat payı ise 3 milyar dolar olmuştur. 2009 senesinde ticaretteki daralmaya paralel olarak Türkiye'yi ziyaret eden Rus turistlerin sayısında da % 6,5'lik bir azalma yaşanmıştır. Bu veriler ışığında dış ticarette Türkiye'nin aleyhine bir durum söz konusu iken, genel ekonomik ilişkilerde ise bir dengeden bahsetmek mümkündür.

Türkiye'nin Rusya'da gerçekleştirdiği 6,5 milyar dolarlık dış yatırımı ve özellikle inşaat başta olmak üzere Türk şirketlerinin Rusya'da yüklendikleri 30 milyar dolar değerindeki iş hacmi ve buna ilaveten Rus turistlerden elde edilen gelirler, ticaretteki büyük çarpıklığı dengelemeye matuftur.

2009 senesi her ne kadar ticarette kötü bir yıl olmuşsa da, bu dönemde Türk-Rus ilişkilerinde çok önemli adımlar atılmış ve atılan bu adımların karşılığı 2010 senesinde alınmaya başlanacaktır. Cumhurbaşkanı Gül, şubat ayında Rusya'ya dört günlük ziyaret gerçekleştirdi ve bu ziyaret esnasında Putin, Türkiye'nin Rus dış politikasında öncelikli bir yere sahip olduğunu ifade etti. Başbakan Erdoğan ise 17 Mayıs'ta Soçi'de Putin ile bir araya geldi. Bu görüşmelerden sonra Putin'in 6 Ağustos'ta bir günlüğüne Ankara'yı ziyareti oldukça verimli geçti ve iki ülke arasında parasal değeri 40 milyar dolar olduğu tahmin edilen ve başta enerji olmak üzere çeşitli alanlarda yirmi işbirliği protokolü imzalandı.

Özellikle Güney Akım ve İkinci Mavi Akım projeleri ile Rus doğalgazının ve Rus-Kazak petrollerinin Karadeniz'den Samsun-Ceyhan doğrultusunda taşınması konusunda adımlar atıldı. Bu ziyaretinde Putin, Güney Akım ve Nabucco'nun birbirine rakip olduğunu fakat birbirinin önünü kesmediğini ifade etmiştir. Rusya, enerji konusunda İsrail ve Ortadoğu'ya ulaşmak için Türkiye'yi bir köprü olarak görüyor. Türkiye'den İsrail'e ve oradan da Kızıl Deniz'e ulaşması planlanan petrol ve doğalgaz boru hatları projeleri İsrail'le ilişkilerin gerilmesi üzerine akim kaldı. Bu hat kullanıma açıldığı takdirde Rus gazı ve petrolü kendisine Hindistan ve Uzakdoğu'ya kadar uzanan bir yol bulacaktır.

Erdoğan'ın ziyaretinde neler görüşülecek?

Başbakan'ın Moskova ziyareti hiç şüphesiz büyük bir yoğunlukta geçecektir. Evvela daha önce imzalanmış olan protokollerde alınan mesafeler ve bu protokolleri hayata geçirmek için yapılması gerekenler tartışılacaktır. Enerji konusu ve boru hatları projeleri, görüşmelerin merkezini oluşturacaktır. Türk tarafı ise görüşmelerde Rusya'ya daha fazla ihracat yapmanın yollarını arayacaktır. Muhtemelen Rus tarafı da Türkiye'ye bu konuda birtakım güvenceler verecektir. Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız'a göre Rusya ile olan ticaret, dört yılda 100 milyar dolara çıkarılacaktır. Dünyanın en büyük ülkesi olan Rusya, 140 milyonluk nüfusuyla ve geniş ithalat yelpazesiyle çok önemli bir pazar konumundadır. Rusya, 2009 senesi hariç son on yıldır ortalama % 7'lik bir ekonomik büyüme trendine sahiptir. Rusya'nın döviz rezervi 2008 Haziran'ında 600 milyar dolara çıkmıştır. Ancak Gürcistan Savaşı ve üstüne gelen küresel malî kriz, Rusya'yı ciddi şekilde hırpaladı. Bunun üzerine 2008 sonunda bu rezerv 435 milyar dolara gerilemiştir.

Rusya alım gücüne göre 2008'de 2,225 trilyon dolarlık millî hâsılaya ulaşmış ve aynı yıl kişi başına düşen millî gelir 15.800 dolara çıkmıştır. Rusya 2008'de 476 milyar dolarlık ihracat ve 302 milyar dolarlık ithalat gerçekleştirmiştir. 2009'da düşen bu rakamlar 2010'da tekrardan yükselişe geçecektir. 2010'da Rus ekonomisinin % 5 oranında büyümesi ve bütçenin % 2'ye yakın fazla vermesi beklenmektedir. 2010 Türkiye için de atılım yılı olacağına göre yanı başımızda duran Rusya pazarını çok verimli şekilde değerlendirmek durumundayız.

Başbakan'ın ziyaretinin önemli gündem başlıklarından birisini de şüphesiz nükleer enerji konusu oluşturacaktır. Bu konu oldukça dikkatli olmayı ve büyük pazarlıklar yapmayı gerektiren bir konudur. Türkiye, doğalgazda Rusya'ya % 63 oranında bağımlıdır. Rusya, Türkiye'deki nükleer enerji ihalesini alarak hem ekonomik ilişkileri daha da geliştirmek ve hem de Türkiye üzerinde enerji tekeli oluşturmak istemektedir. Rusya, nükleer enerji yolu ile durumu farklı da olsa, İran'dan sonra Türkiye üzerinde de stratejik bir başarı elde etmek istemektedir. Türkiye'nin nükleer teknolojideki geriliği göz önüne alınırsa, Rusya'nın Türkiye'de nükleer santral kurması Rusya'nın Türkiye üzerinde uzun vadeli siyasî ve stratejik bir nüfuz kurması anlamına gelecektir. Bu gerçekten hareketle hükümet, nükleer kozunu kolayca Ruslara teslim etmek istememekte ve tahminen nükleer karşısında Dağlık Karabağ konusu da dahil birtakım siyasî pazarlıklarda bulunmaktadır.

Rusya ile Türkiye arasında hızla gelişen ekonomik ilişkiler ve ekonomik ortaklık görünümü siyasî alanda daha ziyade bir rekabet görünümüne sahiptir. Her ne kadar Türk-Rus ilişkileri "çok boyutlu güçlendirilmiş ortaklık" olarak tanımlanmaya başlanmış ise de siyasî manada bir ortaklıktan söz etmek pek mümkün değildir. İki ülke arasındaki siyasî ilişkiler ekonomik ilişkilerin seviyesine çıkartılmalı ve Rusya, Türkiye'nin siyasî önceliklerini dikkate almalıdır. Mevcut siyasî konjonktürde Rusya bunu yapmaya kendisini mecbur hissetmelidir. Kendisine bazı nüfuz alanları oluşturan Rusya, bu alanlarda çatışmaları körükleyen ve diğerler güçleri ve özellikle de Türkiye'yi dışarıda bırakan siyasî modeller geliştirmiştir. Enerji kaynaklarına ve askerî sanayiye dayanarak güçlü kalabilen Rusya, kendi hegemon anlayışını çevirecek nitelikte bir siyasî ve ekonomik güce sahip değildir. Bu yüzden de Kafkaslar örneğinde olduğu gibi Rusya'nın büyük çabalarla bir arada tutmaya çalıştığı nüfuz politikaları, her an dağılma tehlikesiyle karşı karşıyadır.

Rusya ile rekabet merkezli sürdürülen siyasî ilişkiler

Gürcistan Savaşı ve sonrasındaki küresel krizle enerji fiyatlarındaki azalma Rusya'yı derinden etkilemiş ve tüm stratejik öncelikleri risk altına girmiştir. Rusya ekonomide ve siyasette sağlıklı büyümek istiyorsa işbirliği merkezli politikalar üretmeli, baskı ve çatışmacı tavırlardan kaçınmalıdır. Rusya, bu aşırı politikaları yüzünden bütün Doğu ve Orta Avrupa'yı kaybetmiştir. Putin Rusya'sı otoriter yapısı sebebiyle Avrupa ve ABD ile önemli sorunlar yaşamaya devam etmektedir. Putin yönetimiyle beraber Rusya'da demokrasi anlamında bir gerileyiş söz konusudur. Rusya, Putin'le birlikte Sovyet tipi kolektif bir devlet ve toplum yapılanmasını hedef almıştır.

Bu yapı altında Rusya önemli başarılara imza atmış olmasına rağmen, otoriter rejim ve onun çalışma biçimi Rusya'nın geleceği için önemli riskler barındırmaktadır. Rusya, gerçekte sadece Orta Asya ve Kafkasya üzerinde etkin ve birincil bir siyasî nüfuza sahiptir. Ancak Çin ve Hindistan, Rusya'nın Orta Asya'daki nüfuzunu önemli ölçülerde aşındırmaktadır ve yakın gelecekte Çin bu bölgede Rusya'nın yerini alacaktır.

Bu durumda Rusya'nın elinde bir tek riskli Kafkasya kalacaktır. Güney Kafkasya bir tarafa, başta Dağıstan, İnguşetya ve Çeçenistan olmak üzere, Rusya sınırları içerisinde bulunan Kuzey Kafkasya büyük karışıklıklara gebedir. Rusya'daki bir istikrarsızlık ortamı Kuzey Kafkasya'yı kuvvetlice harekete geçirecektir. Rusya için Kafkaslar'da bu tür riskler söz konusu iken Türkiye'nin bu bölgedeki etkisi giderek artmaktadır.

Diğer taraftan takip ettiği ikili politikaları sebebiyle Rusya, İran'ın güvenini kaybetmekte ve İran'da etkili olmaya başlayan muhalefet hareketi İran'ı Rusya'dan daha fazla ayırmaya adaydır. Bunun karşısında Türkiye, İran'la ilişkilerini geliştirmekte ve Türkiye, İran için iktidarı ve muhalefetiyle güven duyulan bir ülke haline gelmektedir.

Bu gerçekler çerçevesinde görüşmelerde siyasî ilişkiler önem kazanmalı ve siyasî ilişkilerde tıpkı ekonomik ilişkilerde olduğu gibi bölgesel ve küresel anlamda bir işbirliği ortamının oluşturulması için çaba harcanmalıdır. Yoksa Türk-Rus ilişkileri siyasî bir krizle er ya da geç ciddi bir şekilde yara alacaktır.

Bu yüzden iki ülke arasında risk oluşturabilecek konular şimdiden çözümlenmeye başlanmalıdır. Bu ziyarette siyasî alanda işbirliğinin bir tezahürü olarak Dağlık Karabağ sorununa dair önemli bir gelişme beklenmektedir.

Ayrıca Rusya'nın Türk-Ermeni ilişkilerinin normalleşmesi için çaba göstermeye devam etmesi Türkiye-Rusya arasında rekabet merkezli dış politikanın ortaklık anlayışına kaydığının somut bir delili olacaktır. Zira Rus Dışişleri Bakanı Lavrov'un gerek İsviçre'de protokollerin imzalanması sırasında gösterdiği olumlu tavır ve gerekse Başbakan'ın Moskova ziyareti sırasında Erivan'da imzalanan protokollerin bir kazaya uğramadan kabul edilmesi için gösterdiği çaba Türk-Rus siyasî ilişkilerinde oluşturulan işbirliği zeminini ispatlamaktadır.

Doç. Dr. M. Vedat Gürbüz - Zaman
Yayın Tarihi : 12 Ocak 2010 Salı 21:37:42


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?