15
Mayıs
2024
Çarşamba
GÜNCEL

Bekir Coşkun'un Cumhurbaşkanı

Köşk'teki son Atatürkçü diye nitelenen Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer ile ilgili köşe yazarlarının farklı yorumları şöyle..

Güle güle Cumhurbaşkanım... (Bekir Coşkun-Hürriyet)


DEVLET adamı "gelişinden" değil "gidişinden" bellidir.

Bir manevi yolun iki yanına dizilmiş insanlar, dudaklarında dua, gözlerinde yaşla uğurluyorlarsa devlet adamını...

Yüreğinde yurtseverlik olan herkes "teşekkür" ediyorsa...

Eller sallanıyorsa arkasından...

Fısıltılar onun gidişinin ülkemiz için bir güven kaybı olduğunu durmadan tekrarlıyorsa...

Çocuklar onu seviyorsa...

Trafik polisi; kendisine ve kırmızı ışığına saygı gösteren bu devlet adamına son selamını verirken burnunu çekiyorsa...

Bu ülkenin tüm zenginliklerine sahip çıkmış adamsa o...

Bir misal; diyelim ki o manevi yolun iki yanındaki ağaçlar, ağaçlardaki kuşlar dahi (2-B yasasının durdurulmasından dolayı) huzurlarını ona borçlularsa...

Yüzü ak...

Anlı açık...

Vicdanı rahat...

Başı dikse gidenin...

O benim Cumhurbaşkanımdı...

*

Bu yazı yazıldığı sırada Cumhurbaşkanımız Sezer’in görevi teslim edip Çankaya’dan ayrılmasına artık saatler vardı.

Son eşyasını toplamış, boşalttığı çekmecesini çekip son kez bakmıştır.

Eminim, telleri tamir edilmiş şemsiyesine, mutfak kapısının arkasında asılı fileye kavuştuğu için sevinçlidir bile.

Ama bir yandan da kendisine huzurlu bir gidiş hakkı vermeyen bu topluma kırgın...

Endişeli...

Tedirgin...

*

Ne yapacaksınız...

Arkasında yolsuzluk dosyaları onu kovalamadıysa...

Ne gelirken, ne giderken, sorgulanmaktan korunmak için bir "zırha" gereksinim duymadıysa...

Aslında rejimi yıkmak istemediğini anlatmak zorunda kalmadıysa...

Onu ikinci cumhuriyetçiler sevmediyse...

Tarikatlar, mollalar ona kızdılarsa...

Ve yobaz gidişini bayram sayıyorsa...

O benim Cumhurbaşkanımdır...

Çankaya burcuna başörtü bayrağı  (Nazlı Ilıcak/Sabah)


Meselâ Ece Temelkuran Milliyet gazetesinde, "Bu kadar kız üniversitede okuyamazken Gül'ü Çankaya'ya çıkarma hırsını" sorguluyor..


Ferai Tınç, (Hürriyet) "Eşi başını örtmüyor olsaydı Gül'ün Çankaya'ya çıkması için bu kadar ısrarlı olunur muydu?" diye soruyor.


Belli ki bu iki değerli meslektaşımız, AK Parti'yi, "Başörtü bayrağını Çankaya burcuna (!) dikmek gibi bir gayretin içinde" görüyorlar. Oysa, kızların üniversitelerde okumasını engelleyen başkaları. Ve işte şimdi, hazırlanan yeni anayasa halkın da onayını alırsa, bu yasak kalkacak.


Ferai Tınç'ın zihnini kurcalayan soruya gelince... Abdullah Gül, AK Parti'nin ikinci adamı; parti tabanının Tayyip Erdoğan'dan sonra en fazla desteklediği kişi. Eşinin başörtüsü takması, Çankaya yolunda, tam tersine, engel teşkil etti; kriz doğar mı endişesi kimi AK Partiliyi "Gül olmasın" noktasına kadar getirdi.


Eğer illâ bir dayatmadan söz edilecekse, bu, "Çankaya'ya eşi örtülü biri çıkamaz.. çıkmamalıdır" diyenlerin dayatmasıdır.

Son Atatürkçü (Derya Sazak-Milliyet)

Çankaya'da 7 yılı aşkın süren "Sezer dönemi" sona eriyor. 10. Cumhurbaşkanı, görevini bugün TBMM'deki üçüncü tur oylamada cumhurbaşkanı seçilmesi beklenen Abdullah Gül'e devredecek.


Sezer, Çankaya'dan toplumda geniş bir çoğunluğun sevgisini kazanmış, iyi izler bırakmış, dürüst bir hukuk adamı olarak iniyor.


1989'da Özal'la başlayan, 1993'te Demirel ile devam eden Köşk'teki siyasi liderler dönemi, 2000 yılında eski Anayasa Mahkemesi Başkanı Ahmet Necdet Sezer'in Cumhurbaşkanı seçilmesiyle "tarafsız" ve "partilerüstü" nitelik kazanmıştı.


Cumhurbaşkanı Sezer, mesleği olan yargıçlığın siyasi ilişkilerde gerektirdiği "bağımsız duruşu" önce kendisini aday gösteren çevrelere karşı sergiledi. 2001 Şubat krizindeki anayasa kitapçığını fırlatma olayı Sezer'in iktidarlarla arasına koyacağı mesafenin habercisiydi. Dönemin Başbakanı Ecevit'in paniğe kapılarak MGK'da yaşananları televizyondan açıklamasıyla Türkiye ekonomide ağır bir fatura ödedi.
2002 seçimlerinde AKP'ye iktidar yolunu açan, geniş işsizlik dalgası ve 1990'larda zayıf koalisyonların çökerttiği ekonominin ülkeyi "yolsuzluk ve yoksulluk" sarmalına mahkûm etmesiydi.


Sezer'in bir darbesiyle on yıllık düzen yıkıldı.


Cumhurbaşkanı Sezer, AKP döneminde laik cumhuriyeti koruma, İslamcı kadrolaşmayı önleme, Irak işgali sırasında Türkiye'yi Ortadoğu batağına çekmeye dönük ABD yanlısı politikaları frenlemede önemli rol oynadı.
Erdoğan-Gül yönetimine kalsa, 1 Mart 2003'te Türkiye de işgalin tarafı olacaktı.
Tezkere reddedilince, Irak serüveninde ABD yalnız kaldı ve Ankara'ya AB yolu açıldı.


AKP'nin 22 Temmuz 2007 seçimlerini kazanmasında, ABD ekonomisini bile zorlayan Irak işgalinin dört yılın sonunda Türkiye'ye etkilerinin -PKK eylemleri ve Kuzey Irak'taki Kürt yönetimi dışında- sınırlı kalması da rol oynamıştır. Ülke kaynaklarının savaş ekonomisine gideceği bir ortamda, enflasyonun düşmesi ve büyüme yaşanmazdı.


Sezer'in 2003'te Türkiye'yi savaşın dışında tutmaya dönük politikasının ekonomiye etkisi, Şubat 2001 krizinin etkilerini unutturmuştur.


AKP ilişkilerinde "hükümeti frenleyen" bir misyona sahip gözükse de Sezer, Çankaya'nın anayasal yetkilerini parlamenter rejimin sınırları içinde tutarak, Özal ve Demirel örneklerindeki gibi "icraat"ta başbakanlarla yarışan bir cumhurbaşkanı profili çizmemiştir. Askeri kışkırtmaktan uzak durmuştur.


"Son Atatürkçü" 10. Cumhurbaşkanı Sezer'i saygıyla anacağız.

Demokrasi içinde çare tükenmez (Hasan Cemal-Milliyet)

Korkuyor musunuz? Abdullah Gül'ün cumhurbaşkanı seçilmesiyle birlikte son kale, Çankaya da elden gidiyor diye...
Kaygılı mısınız?


Gizli gündem asıl şimdi başlayacak diye...
Tedirgin misiniz?
Darbe olabilir mi, sabah vakti yine tank sesiyle uyanır mıyız diye...
Bilemiyorum.
Ama şunu yazın bir kenara:
Böylesi korkuları, kaygı ve tedirginlikleri aşmadan bu ülke normalleşemez, özgüvenini kazanamaz.
Evet, çok şey yaşadık.
Bu seferki seçim süreci, Çankaya savaşları deyimini haklı kılacak kadar öylesine olaylı geçti ya da geçiyor ki.
Cumhuriyet mitingleri...
367...
Muhtıra...
Hepsi iç içeydi.
Hedeflerse belliydi:
(1) AKP'yi tek başına iktidar yapmamak... Tayyip Erdoğan'ın yanına örneğin Mehmet Ağar'ı koymak...
(2) Mümkünse CHP ile MHP arasında koalisyon...
(3) Ve AKP'li birini cumhurbaşkanı yapmamak...
Ayrıntıya girmek gereksiz.
Nelerin yaşandığını hepimiz biliyoruz. Öfkeyle gerilen burun delikleri... Hayal kırıklıkları... Dost-düşman diye cepheleşmeler... Gerilim, siyah-beyaz uçlara savrulma...
Hepsini yaşadık.
Bu zehirli iklimin bir an önce dağılması, yerini yumuşamaya bırakması lazım. Her şeyin başı olan istikrar başka türlü yakalanamaz.
İyimserlikle bakmak da mümkün.
Bütün bu yaşananlar, siyasal olgunlaşma yolunda ödediğimiz yeni bedeller olarak görülebilir. Belki bu sayede rejimin taşları biraz daha yerli yerine oturur.
Kim bilir belki de demokratik olgunluk ve hukuk devleti Türkiye'ye bir adım daha yaklaşır.
Şu da söylenebilir:
Tarafların birbirlerini daha iyi anlamaları için yeni bir fırsat kapısı açıldı Türkiye'nin önünde.
Çünkü kimileri, 22 Temmuz öncesini iyi okuyamadı. 22 Temmuz'un gelişini göremediler.
Ama şimdi için onlar yeni bir fırsat söz konusu.
Şimdi eğer 22 Temmuz'u iyi okur, siyasal tarihimiz içinde yerli yerine oturturlarsa; Gül'ün cumhurbaşkanlığını dünyanın sonu gibi görmek yerine, normalleşme yolunda bir dönemeç olarak değerlendirirlerse; böylece Türkiye demokrasi ve hukukun üstünlüğü yolundaki yürüyüşünü daha iyi sürdürür.
Bu yola hâlâ taş koymak isteyenler yok değil. CHP lideri de daha hâlâ bu saflarda. Baykal ve sözcüleri daha hâlâ kriz peşindeler.
Ne yazık ki öyle.
Kriz tellallığının bir çıkmaz sokak olduğunu hâlâ göremiyorlar.
Gül'ün cumhurbaşkanlığını ille de içinize sindirmek zorunda değilsiniz. AKP ile Erdoğan'ın başbakanlığını ille de beğenmek zorunda değilsiniz.
Bu durumda yapacağınız iş, yüzünüzü geleceğe dönerek AKP'ye alternatif oluşturmaya çalışmaktır, kriz tellallığı yapmak değil.
Not etmekte yarar var.
MHP, DTP ve DSP, Baykal'ın bayraktarlığına soyunduğu krize meydan vermediler. Siyaseti TBMM zeminine çekerek bugüne kadar sorumluluk içinde hareket ettiler.
Belirtmek gerekiyor.
22 Temmuz seçimleri gibi, Abdullah Gül'ün Çankaya'ya çıkışı da siyasal tarihimizin dönüm noktalarından biridir.
Gül eğer demokrasiyi, hukuk devletini ve cumhuriyetin laik karakterini hiçbir kuşkuya yer bırakmayacak şekilde sahiplendiğini gösterir ve bu açıdan bazı toplum kesimlerindeki kaygıları yok ederse Türkiye rahatlar.
Türkiye eğer gelinen bu dönüm noktasını doğru değerlendirirse, iyiye, güzele doğru değişim yolunda büyük bir sıçrama yapar.
Bu seferki Çankaya sürecinden çıkarılacak en önemli ders ne mi diye sorarsanız, tek bir yanıt verebilirim:
Demokrasi dışı yollara itibar etmemek!
Bu dersi almak zorundayız.
Yoksa batağa saplanır Türkiye.
Son söz Sayın Demirel'den:
Demokrasi içinde çare tükenmez!


Tarihî dönemeç (Mümtaz'er Türkköne/Zaman)


Aktüel siyasetin iğdiş ettiği kelimelerden biri "tarih" oldu. Medyanın gündelik siyaset için sık sık telaffuz ettiği "Türkiye tarihî günler yaşıyor" sözü, haberin kendisinde var olmayan önemi, abartılı bir dille üretmek için kullanıldı. Bu abartılı tüketim arasında tarihin gerçek ayak seslerini kayda geçirmek zorlaştı.


Tarih, kayıt altına alınmış olaylar demek. Bu yüzden yazının, yani kayıt altına almanın icadıyla başlıyor. Demek ki bir olayın tarih olabilmesi için kayıt altına alınabilecek çapta önemli olması gerek. Önemli olmak, yaygın etkiler bırakmak, bir dönemi bitirip yeni bir dönemi başlatmak demek. Aradan yıllar geçtikten sonra da hatırlanmak, bir milat olarak tekrarlanmak demek. Savaşlar önemli olaylardan. Her savaş sonrasında yeni bir dönem başlar. Galipler dünyayı kendi çıkarları istikametinde şekillendirirken, ancak yeni bir savaşla değişebilecek bir düzeni de tesis etmiş olurlar. I. Dünya Savaşı, II. Dünya Savaşı, Soğuk Savaş gibi. Devrimler en az savaşlar kadar önemli dönemeçlerdir. Fransız İhtilali, Bolşevik Devrimi gibi. Savaşlar ve devrimlerle devirler kapanır, yeni devirler başlar.

Tarihin bir akış istikameti, bir yönü vardır. Her devir kendi siyasal-sosyal ve ekonomik dengelerini ve düzenini kurar. Dengeler ve düzenler kendi kendine yetmediği zaman, tarihi ileriye taşıyan bir güç sahneye çıkar ve yeni bir devri başlatır. Bir dönemin ilerici gücü, artık yeni çağı durdurmaya çalışan gerici bir güce dönüşür. Savaşlar, devrimler, bunlarla beslenen veya bunlardan bağımsız olan güçler tarihin çarklarını ileriye doğru döndürmeye başlar. Direnenler çıkar. Bazen tesadüfler veya şanssızlık ilerici güçlere aman vermez. Bazen çarkları geri çevirmeyi veya durdurmayı başaranlar da olur. O zaman sadece zaman kaybedilir. Tarihin ileri hamleleri esnasında zaman kaybetmek ölümcül bir hatadır.

1808, tarihimizin dönüm noktalarından biridir. Ancak bu dönüm noktası, tarihin çarklarını geriye çevirenlerin başarısıdır. Dünya düzeni merkeziyetçi devletlere doğru evrilirken Sened-i İttifak derebeyliğe doğru geriye dönüştür. Gerici güçlerin egemenliğinde Yeniçeri Ocağı'nın lağvedilmesine kadar geçen yıllar, en kritik zaman parçasının heba edildiği yıllardır. Gerici güçlerin egemenliği yüzünden Osmanlı Devleti, yine aynı şekilde gerici Avrupa düzeninin dışında kalmıştır.

Demokrasi, tarihin ilerici gücüdür. Halkın yerine iktidarı teslim edeceğiniz her güç, bugünün ve geleceğin dünyasının asırlarca gerisinde kalmaya mahkûmdur. Türkiye tarihî fırsatlar zinciri ile 1876'da başladığı anayasalı parlamenter demokrasi tecrübesini, gerici güçlerin darbeleriyle inkıtaya uğratmıştır. Soğuk Savaş yıllarında ABD şemsiyesi altında silahlı güce dayanarak iktidarı üç defa gasp edenler bugün Türkiye'nin yaşadığı zaafların tamamının sorumlusudur. 28 Şubat'ın bugün öksüz kalması, 27 Nisan bildirisinin bir askerî müdahaleye dönüşememesi tarihin ve tarihî dinamiklerini arkasına almayı başaranların eseridir.

Türkiye 2007 yılında tarihî bir dönemeci geçmiş oldu. Arkaik düzeni son bir gayret ile sürdürmeyi amaçlayan 27 Nisan bildirisi ve halkın 22 Temmuz seçimleri ile tarihin ilerici gücü olarak sahne alması, bu dönemecin sembolleri olarak kayda geçecek. Yeni cumhurbaşkanının Çankaya Köşkü'ne oturması ise yıllar boyu bizlere bu dönemecin aşılmasını, artık yeni bir tarihî dönemde yaşadığımızı hatırlatacak.

Türkiye bugün yeni cumhurbaşkanı ile tarihî bir dönemeci geçmiş oldu. Enerjisini iç çekişmelerde, devlet içindeki iktidar mücadelesinde tüketen, her şeyden ve herkesten korkan karanlık ve güvensiz Türkiye'nin yerinde; artık daha itibarlı, özgüvenli, tarihî ve kişiliği nispetinde cesur ve ileri bir Türkiye var. Halk iradesinin egemenliği, akla ve sağduyuya uygun, zengin ve iddialı bir Türkiye'yi haber veriyor.

Abdullah Gül'ün cumhurbaşkanlığı bu kritik tarihî dönemecin kazasız belasız geçildiğini haber veriyor. Vatana millete hayırlı olsun.


Kamuoyu araştırmaları, Gül'ün adaylığına rejim açısından ters bakan %20%25'lik bir kitlenin varlığını gösteriyor. Kabul edelim ki korkular, önemli ölçüde medya tarafından besleniyor; üstelik pek çoğu yanlış bilgiden kaynaklanıyor.

Yeni cumhurbaşkanının iş dünyasıyla ilişkileri nasıl olacak? (Hurşit Güneş/Milliyet)

AKP'nin adayı Abdullah Gül bugün cumhurbaşkanı seçiliyor. Böylece birçok bakımdan yeni bir dönem başlıyor. Türkiye'de bazı cumhurbaşkanları yetkilerinin tamamını, bazıları da bir kısmını kullanmıştır. Acaba Gül ne yapacak? Yetkilerinin tamamını mı kullanmak isteyecek? Yahut istese de bu yetkileri kullanması mümkün olabilecek mi?


Malum cumhurbaşkanları yürütmenin düzenleyici işlemlerini ve yasamanın çıkardığı yasaları denetler. Bunun yanı sıra devleti temsil ederler. Tabii kimi zaman da doğrudan yürütmeye dahil olurlar.


Gül'ün ise gerek yürütmenin, gerek yasamanın işlevlerine müdahale etmesi beklenmiyor. Hatta, aksine, yardımcı olacağı düşünülüyor. Bununla beraber kimse Gül'ün pasif kalacağı ya da bir onay merciine dönmesini de beklememeli. Çünkü unutulmamalı ki, Gül siyasetten gelen bir isim ve partisi içinde bir hayli ağırlığı bulunuyor.

Dışişleri ile çatışma olasılığı


Gül tarihte Dışişleri Bakanlığı'ndan Köşk'e çıkan ilk isim oluyor. Kuşkusuz bu onu özellikle dış politikada daha aktif olmaya itebilir. Ancak Gül'ün dış politikada radikal değişikler deneyerek Dışişleri'yle çatışacağı pek olası görünmüyor. Bununla beraber, Gül'ün eski bakanlığı üzerindeki etkisini kullanmayı sürdürmesi bazen hükümeti rahatsız edebilir. Ama sonunda tüm gücü kullanan Başbakan son sözü söyleyecektir. Gül de bu nedenle sınırlarını zorlamayacak ve Başbakan'la bu konuları özel görüşmeyi ve ikna yolunu yeğleyecektir. Öte yandan devleti temsil ederken yahut aktif diplomasi yaparken ortaya çıkan görünüm laik kesimleri rahatsız edebilir.


İkinci bir konu, iş dünyasının yurtdışındaki işlerini izlemek ve onlara yardımcı olmak konusudur. Malum Özal'a dek Köşk sakinleri hep iş dünyasını belli bir mesafede tutmuştur. Özal ise iş dünyasına yurtdışında büyük destek vermişti. Daha sonra Demirel de aynı tutumu sergiledi. Ancak Sezer, bunun tam aksine, tıpkı 1980 öncesi selefleri gibi, iş dünyasına çok soğuk davrandı. Bu da o kesimde kırgınlık yarattı. Kaldı ki Sezer dış politikada yok gibiydi.

İş dünyasına iş kotarma


Acaba Gül'ün Köşk'e çıkmasıyla yeniden Özal ve Demirel üslubu mu gözlenecek? Bize kalırsa iş dünyasının ana müracaat yeri yine hükümet olacaktır. Çünkü gerek Meclis'teki güçlü aritmetiği, gerek güçlü kamuoyu desteğiyle hükümet daha etkili olacaktır. İşler de hızlı yürümektedir. Kısacası asıl adres hükümet olacaktır.


Bu arada aklımıza cumhurbaşkanlarının yurtdışında iş yapan işadamlarını kollama ya da kollatma çabalarının gerekliliği geliyor. Ancak bütün dünyada çoğu devlet başkanı çekinmeksizin bu çabayı verdiğine göre bu konuda bir kompleks duymamak gerekiyor.
Ancak bu ilişki yurtiçine yansımamalı. Üstelik yurtdışında iki işadamı rekabet ediyorsa, her ikisinin de yardım görmesi yahut da daha şanslı olanın destek görmesi doğru olur.


Öte yandan bu yardımlar ulusal bir görev olarak sayılmalı, asla kayırma olarak nitelenmemelidir.
Son yıllarda müteahhitlerimiz bölgemizde yeniden büyük işler almaya başladı. Daha da büyümek istiyorlar. Öte yandan çevre ülkelerimizle (enerji dışarıda bırakıldığında) dış ticaretimiz çok zayıf. Son yıllarda epeyce güç yitirildi. Bütün bunlar en üst düzeyde yeniden toparlanabilir.

Gazeteler
Yayın Tarihi : 28 Ağustos 2007 Salı 12:44:04
Güncelleme :28 Ağustos 2007 Salı 12:55:01


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?
Yorumlarınız
adnan IP: 88.242.36.xxx Tarih : 28.08.2007 22:35:53
Seçkin,elitler sınıfından ve ailesi üç kuşak devlet brokrasisinde bulunmayıp; Ezberletilmiş (laiklik bağımsızlık gibi)değerleri şiar edinerek Gülün Cumhurbaşkanlığına karşı çıkanlara acıyorum.Çevrenize bakın giderek farklılıkları hoşgören bir toplum oluşuyor bu sosyolojik diyalektik bir gelişim.artık bu ülkede sol kökenden geliyorum,ülkücü kökenden geliyorum,dinci kökenden geliyorum diye söze başlayıp onların geride kaldığını belirten çok kişi vardır.Bugün ayrışma brokratik devlet yapısını demokratik devlet yapısına dönüştürme ayrışmasıdır.konjoktor ve zaman her konuda demokratikleşmenin yolunu açmaktadır.Ne yapılırsa yapılsın zamanın önüne geçemezsin.Mitingler,367,Muhtıra,yapılıp Gülün önünü kesilmek istendide ne oldu.Zaman demokrasiye direnemessiniz diyor ve Olayları öyle geliştiriyorki demokrasi daha rahat ve güçlü geliyor.Sen bu çağda seçilme şartlarına haiz bir kişiyi nasıl engellersin o zaman cumhuriyetin kurallarına uymuyorsun hemde cumhuriyetçiyim diyorsun Atatürkçüyüm diyorsun, Sen aslında egemen oluyorsun keyfiyetçi oluyorsun hatta padişah zihniyetindesin bu anlaşıldı. Halk olupta anlamayanları acıyorum.

Abdullah KAPLAN IP: 88.247.246.xxx Tarih : 28.08.2007 11:33:38
Cumhurbaşkanlığı seçimini artık fazla uzatmaya gerek yok.Olan olmutur seçilen seçilmiştir. İslami yaşayan müslüman olan Abdullah GÜL Cumhurbaşkanı seçidiği bu ülkeyi Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine eşinin türbanı nedeni ile şikayaet etmiştir.Şimdi şikayet ettiği bu ülkeye Cumhurbaşkanı seçildi acaba vicdanı ne kadar rahattır. İnsan biraz vicdan sahibi olmalıdır. Türkiye Cumhurriyetinin artık Çankaya da "DİKENLİ" bir "GÜL"ü olmuştur.

mehmet can IP: 88.241.248.xxx Tarih : 28.08.2007 16:05:28
her ne olursa olsun bir yolunu bulup cıktı veya cıktılar köşke türkiye cumhuriyetinin en üst makamına oturdu veya oturdular.Oraya oturmanın yolunu buldu veya buldular.bu sorun değil .bu sorun değil nasılki onlar oturmanın yolunu bulduysa indirmesininde yolunu bulucak cok insan var bu memleketi seven .memleket sahipsiz değil ve aslada sahipsiz kalmayacak.ATATÜRK NE DEMİŞTİ:Ey Türk gençliği! Birinci ödevin; Türk bağımsızlığını, Türk Cumhuriyetini, sonsuzluğa değin korumak ve savunmaktır. Varlığının ve geleceğinin biricik temeli budur. Bu temel, senin en değerli hazinendir. Gelecekte de, seni bu kaynaktan yoksun etmek isteyen iç ve dış kötücüller bulunacaktır. Bir gün, bağımsızlığını ve cumhuriyetini savunmak zorunda kalırsan, ödeve atılmak için, içinde bulunacağın durumun olanaklarını ve koşullarını düşünmeyeceksin! Bu olanak ve koşullar çok elverişsiz bir nitelikte belirebilir. Bağımsızlığına ve cumhuriyetine kıymak isteyecek düşmanlar, bütün dünyada benzeri görülmedik bir utku kazanmış olabilirler. Zorla ve aldatıcı düzenlerle sevgili yurdunun bütün kaleleri alınmış, bütün gemilikleri ele geçirilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve yurdun her köşesi fiilen işgal edilmiş olabilir. Bütün bu koşullardan daha acı ve daha korkunç olmak üzere, yurdunda, iş başında bulunanlar, aymazlık ve sapkınlık, üstelik, hainlik içinde olabilirler. Dahası iş başında bulunan bu kişiler, kendi çıkarlarını, yurduna girmiş olan düşmanların siyasal erekleriyle birleştirebilirler. Ulus, yoksulluk ve sıkıntı içinde ezgin ve bitkin düşmüş olabilir. Ey Türk geleceğinin çocuğu! İşte, bu ortam ve koşullar içinde bile ödevin, Türk bağımsızlığını ve Cumhuriyetini kurtarmaktır! Bunun için gereken güç, damarlarındaki soylu kanda vardır! İŞDE BUKADAR!

YALÇIN YALÇIN IP: 212.174.189.xxx Tarih : 29.08.2007 09:57:18
Sayın Gül'ün Cumhurbaşkanlığı makamına oturmasını yansız değerlendirmeye kalkarsnız eğer daha böyle bilgili dil bişilen dünya başkanlarıyla içli dışlı olan bir kişi göremezsiniz. Giden reisi Cumhurumuz 7 yıl üç ayda hangi ülkelere gidebildi gittiği ülkeler olsa bile bir bağlantı kurupta neler yapabildi kayda değer hiçbir şey yok sessiz geldi sessiz gitti sabuna dokundu ama suya dokunmadı.

cengiz kaya IP: 81.215.87.xxx Tarih : 28.08.2007 11:56:01
evet bekir coşkun dediğin gibi. senin cumhur başkanın, zaten hiç bir zaman halkın cumhur başkanı olmadı sadece senin ve senin gibilerinin cumhur başkanı oldu içine sindiremesende halkın cumhur başkanı halkın gülü abdullah gül anladınmı bekir coşkun hor gördüğünüz cahil diye aşağıladığınız halk