22
Mayıs
2024
Çarşamba
GÜNCEL

Hasan Cemal'in dediği oldu

Gazeteci Hasan Cemal son dönemde yazılarının neredeyse tümünü Gül’ün cumhurbaşkanı olması gerektiğine ayırmış; darbe korkuları için “Türkiye korku duvarını aşmalı ya da balon patlatılmalı” demişti. Cemal bugün ise “Olması gereken oldu” dedi.

Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer, Anayasa Mahkemesi Başkanı'ydı.
1999 yılı nisan ayı.
Yüksek mahkemenin kuruluş yıldönümü dolayısıyla yaptığı konuşmayı demokratik hukuk devleti açısından çok beğenmiştim.
Bu köşede, Sezer'den demokrasi dersleri başlığını taşıyan bir yazı yazmış, "Türkiye'de de yargıçlar var!" diyerek kendisini kutlamıştım. Ertesi gün Sezer beni telefonla aramış, teşekkür etmişti.
Sezer'le böyle tanıştım.
Bir daha görüşmedik.
Bir yıl sonra, 2000 yılı baharı. Cumhurbaşkanı Demirel'in görev süresi dolarken, Türkiye Çankaya'nın yeni sahibini aramaya koyuldu.
Bir akşam vakti NTV'deki bir tartışma programındaydım. Yayın, bir son dakika haberiyle kesildi. İktidarla muhalefet, Çankaya konusunda Anayasa Mahkemesi Başkanı Sezer'de uzlaşmıştı.
Sürpriz bir gelişmeydi.
İlk soru bana sorulmuştu:
Sezer'e ilişkin düşüncem neydi?
Önce duraksadım. Kendisi hakkında fazla bir şey bilmiyordum. Bir yıl önce yapmış olduğu o konuşma aklıma geldi. Olumlu şeyler söyledim.
Oysa, benimki yüzeysel bir tutumdu. Bir kişi hakkında sadece bir konuşmaya bakıp yargıya varmak yanıltıcı olabilirdi.
Sezer'i tanımıyordum.
Nasıl bir insandı? Beğendiğim o konuşma nasıl hazırlanmıştı? Demokrasi dersleri diye nitelediğim o görüşleri ne ölçüde içine sindirmiş, özümsemişti? Yoksa bunlar kendi kafasında birtakım ezber klişelerden mi ibaretti?
Siyasal formasyonu neydi?
Yüksek mahkeme başkanıyken, demokratik hukuk devletiyle ilgili olarak o söylediklerinin arkasında ne kadar durabilirdi?
Devletin en tepesinde son derece yetkili ama sorumsuz bir makamın gerektirdiği siyasal bilgi ve deneyime sahip miydi? Devlet organları arasında uyum sağlayabilecek yetenekte miydi?
Bunları bilmiyorduk.
Tek tük uyaranlar olmuş ama sesleri çok fazla duyulmamıştı. Bu arada Demirel'i anımsıyorum, "Hayırlı olsun, Türkiye bir CHP'liyi cumhurbaşkanı seçiyor" dediği kulağıma çalınmıştı.
Günlük deyişle:
Bir konuşmaya tav olup Sezer'in cumhurbaşkanlığını destekledim. Benim gibi tek bir konuşmaya kanarak Ahmet Necdet Sezer'in özgürlükçü ve demokrat bir kişi olduğunu sanan başka meslektaşlarım da olmuştu.
Yanıldık.
Ahmet Necdet Sezer iyi bir cumhurbaşkanı olmadı.
Çünkü taraf oldu.
Anayasa'nın emrettiği tarafsızlıktan saptığı için de, anayasal sorumluluğunu göz ardı ederek devlet organları arasında istikrar açısından olması gereken uyum konusunda doğru dürüst bir çaba göstermedi.
Vetoları ile hukuku zorladı, yürütmenin engellenmesini iş edindi. Çünkü, milletin oyuyla 2002'de seçim sandığından çıkan Tayyip Erdoğan, AKP ve hükümeti, Sezer'in gözünde neredeyse siyasi bir düşmandı.
O kadar ki, seçimi AKP kazandıktan sonra Çankaya Köşkü'nü türban takanlara kapadı Sezer. Oysa, cumhurbaşkanlığının ilk üç yılında böyle bir yasak yoktu. Milletvekilleri, türbanlı eşleriyle birlikte davet edilip Çankaya Köşkü'ne çıkabiliyorlar, Cumhurbaşkanı Sezer'in elini de sıkabiliyorlardı.
Laiklik derken demokrasiyi unuttu Sezer. Aydınlanma derken, klişe ve dogmalara bağlandı. Aydınlanma düşüncesinin eleştirelliği konusunda bir fikri olduğu söylenemezdi.
Otoriter 'devlet ideolojisi'ne hizmet etti. Birçok tutum ve davranışında 1930 model tek parti zihniyeti kendini belli etti.
Askerin siyasete karışması konusunda herhangi bir itirazı olmadı. Sivil siyaset alanının genişlemesiyle ilgili olarak herhangi bir inisiyatif kullanmadı. Demokratik hukuk devletinin açıkça ihlali olan 27 Nisan Muhtırası'na sesini hiç çıkarmadı.
Belki de Çankaya Savaşları'nda taraf olduğu için böyle davrandı. Bu tutumuyla Türkiye'nin siyaseten yumuşamasına değil, gerilmesine ve kutuplaşmasına katkıda bulundu.
Pazar ekonomisinden, özelleştirmelerden, küreselleşme olgusundan, yani ekonomide rekabet düzeninden hoşlandığı söylenemezdi.
AB'yi, ABD'yi sevmedi.
Medya ile kurduğu perde arkası ilişkilerinde de bu duygu ve düşüncelerinin bütün izleri vardı. Ulusalcılığı, kuvvacılığı benimseyen, gerektiğinde asker müdahalesiyle, muhtıra şakşakçılığıyla iktidara el konulmasını açıkça destekleyen odaklara yakın durdu.
Nobel Edebiyat Ödülü'nü kazanan Orhan Pamuk'u da kutlamadı.
Kısacası:
Türkiye gibi demokrasi ve hukuka ihtiyacı olan bir ülkede, nasıl cumhurbaşkanı olunmaması gerektiği konusunda bir örnek olaydır Ahmet Necdet Sezer...

Olması gereken oldu!
Abdullah Gül'ün AKP tarafından cumhurbaşkanı adayı gösterilmesi, olması gerekendi, oldu. Beni şaşırtmayan ve baştan beri demokrasinin bir gereği olarak desteklediğim bir gelişmedir bu.
Neden öyle?
Şöyle bir düşünün:
Türkiye, 'Çankaya savaşları'nı neden yaşadı, yaşıyor? 367 ile hukuk niçin siyasete alet edildi? 27 Nisan Muhtırası niye verildi? Ve seçimlere ne diye gidildi?
Bu soruların karşılıkları ile 22 Temmuz'un önde gelen mesajına bakıldığı zaman Abdullah Gül'ün AKP tarafından aday gösterilmesi doğru ve demokrasiye yakışan bir karar oldu.
Gül'ü, Baykal'ın yaptığı gibi, 'gizli gündem' sahibi olmakla eleştirmek insafla da bağdaşmaz, demokrasiyle de...
Geçen sefer de Gül'ün adaylığı açıklandığında hayırlı olmasını dilemiştim. Şimdi de aynı şeyi belirtiyorum. Temennim, bu kararın Türk demokrasisinin olgunlaşması yolunda bir adım olmasıdır.

Milliyet
Yayın Tarihi : 14 Ağustos 2007 Salı 11:46:22


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?