28
Mayıs
2024
Salı
GÜNCEL

Sahilde imar 'savaşı'

Turizm ve Kültür Bakanı Atilla Koç, sahil beldelerindeki imar izninin belediyelerden alınacağını açıkladı.

’İmar’ı belediyelerden biz alacağız

TURİZM Bakanı Atilla Koç’a sordum:

- Kıyılarda gösteriler durdu. Mesele çözüldü mü?

Aldığım cevap sanıyorum yepyeni tartışmalara neden olacak.

Şöyle diyor Bakan:

"Bizden önce başta Bodrum olmak üzere sahiller zaten verilmiş. Şimdi biz tahsise çıktığımız yerlere imar izni verirsek daha önce alınmış yerlerde toptan inşaatlar başlayacak. Bu yüzden şimdilik durdurduk."

YETKİLER DARALIYOR

Hemen soruyorum:

- Peki, sonra ne olacak?

İşte bu cevaba dikkat:

"Beldelerdeki imar iznini oradaki belediyelerden alacağız."

Yani?

"Yani örneğin Bodrum’da 10 belde belediyesinin imar izni verme yetkisini biz devralacağız."

Bakanın söylediklerinden çıkarttığım sonuç şu:

Turizme tahsis ettikleri sahillerde imar iznini bakanlık verecek. Daha önce alınmış tahsislere de imar iznini artık belediyeler veremeyince bakanlık istediği sahilde yapılaşmaya izin verecek istediğine vermeyecek. Belediyeleri devre dışı bırakacak.

Gerekçe ise şu:

Eğer bugünkü sistem geçerli olsaydı, bakanlık imar izni verdikten sonra bunu emsal gösteren belediyeler, önüne gelene imar izni verecekti. Bu da başta Bodrum olmak üzere sahillerde betonlaşma yaratacaktı.

Tabii bu arada yerel yönetimlerin yetkisinin daraltılması gibi bir tartışma da başlayacak.

Üstelik Başbakan Erdoğan, Turizm Bakanı Koç’a çok özel bir yazı yolluyor. Başbakan’ın bir hafta önce gönderdiği yazıda aynen şu ifade var:

"Sahillerdeki tüm turistik tesislerin arıtma kontrollerinin Turizm Bakanlığı tarafından denetlenmesi..."

Belediyelerin öncülük edeceği yeni gösteri dalgalarının sesini şimdiden duyuyorum.

Dikkat! Devleti tam ortasından çatlatmak isteyen bir çete var

ŞEMDİNLİ olayından başlayarak, Danıştay baskını ve son olarak Atabey soruşturmasına biraz daha dikkatli bakınca çok önemli bir soru işareti beliriyor.

Devletin en kritik makamlarından, Ankara’nın "derin kulisleri"ne kadar uzanan soru şu:

- Polis bütün bu olaylarda ve en önemlisi son Atabey Çetesi operasyonunda Genelkurmay Karargahı’yla temasa geçti mi? Ya da operasyon öncesi istihbarat paylaşımı yapıldı mı?

Soruyu biraz daha açarsak.

"Örneğin, Atabey Çetesi baskınında alınan ihbar belli. Olayda halen görevde olan bazı subay ya da astsubayların olduğu belli. Basılan evden de muhtemelen bu kişiler çıkacak. Polis bu evi basmadan önce mutlaka bir araştırma ya da teknik takip yapmıştır. Peki, polis bu kişileri araştırırken ve baskını organize ederken acaba askeri istihbaratla temas etmiş midir?"

ÇOK CİDDİ DÜŞÜNÜLMELİ

Görünen o ki böyle bir işbirliği talebi olmamış. Genel Müdürlük Sözcüsü de şöyle diyor:

- Operasyonun ardından Genelkurmay’a bilgi verildi.

Dikkat edin "ardından" diyor. Yani önceden istihbarat paylaşımı, en azından Jandarma Bölgesi olduğu için jandarmayla bir işbirliği yok.

Zaten operasyon sonucunda yakalanan yüzbaşı hemen emniyet sorgusuna alınmış ve kısa bir zaman diliminde olsa da bazı sorular sorulmuş, daha sonra yasa gereği olduğu için askeri inzibata teslim edilmiş.

Peki, bu ne anlama geliyor?

Anlamı şu:

Eğer polis, aralarında eski ya da halen görevde olan askerlerin bulunduğu birtakım organizasyonlara karşı operasyon yaparken askerle işbirliğine gitmeyi tercih etmediyse burada durup çok ciddi düşünmek gerekiyor.

Çünkü bu olay bir dönem bazı komutanların ya da Genelkurmay Karargahı’nın polis tarafından dinlendiği iddialarını hatırlatıyor.

Ve tabii bir dönem de jandarmanın polis bölgesinde, polise bilgi vermeden, örneğin Enerji Bakanlığı’nı basmasını da.

GÜVEN SORUNU MU!

Bu durumda akla gelen soru şu:

Devletin iki güvenlik teşkilatı birbirine bilgi vermeden diğerinin personeli üzerinde operasyon yapıyorsa acaba ortada bir "güven sorunu" mu var?

Öyle ya, polis asker üzerinde çete operasyonu yapıyor; ama oranın komutanlığına ve istihbaratına "ortak çalışma" önermiyor. Jandarma bakanlara kadar ulaşacak soruşturmalarda polis bölgesinde bakanlık basıyor ama polise bilgi vermiyor.

Bunda bir gariplik olmalı.

Şimdi olay daha vahim bir boyutta. Çünkü, operasyondan sonra birtakım yerlerden yapılan "haber servisleri" de ortada "kirli bir saldırı" olduğunu gösteriyor.

SIZDIRMA ZİHNİYETİ

Artık herkes biliyor ki, her operasyondan sonra "işin içinden asker çıktı", arkasında "derin devlet var" diyen ve bunu anında basına sızdıran bir zihniyet, bir grup var.

Bence en az o çeteler kadar önemlidir bu grup ya da haber kirliliği yaratan örgüt.

Öyle ya, Genelkurmay Karargahı’nın önünde basına randevu verip, "Başbakan’ın evinin krokileri Atabey Çetesi baskınında ele geçirildi" bilgisini sarı zarf içinde dağıtan birileri var. Ve örgütlüler.

Amaçları da belli:

Devleti ortasından çatlatmak.

Askerle polisi karşı karşıya getirmek.

1 OLAYA 3 TAKİP

İşte bu nedenle ucu nereye dayanırsa dayansın bütün çeteleri ortaya çıkartan adalet, devleti ortasından çatlatmaya çalışan bu "kirli örgütü" de mutlaka ortaya çıkartmalıdır.

Düşünsenize bugün Türkiye’de, üç çok önemli güvenlik kurumunun da birbirinden bağımsız teknik takip ve dinleme olanağı vardır.

MİT, Jandarma İstihbarat ve Emniyet İstihbarat.

Üst düzey bir istihbaratçı şöyle diyor:

"Bazen birbirimizden habersiz üç istihbarat teşkilatı da aynı olayda teknik takip yaptığımızı anlıyoruz. Çoğu yerde karşı karşıya geliyoruz. Biz görevi diğerine bırakıyoruz."

3 KULAKLI DEVLET

Evet, bütün bu olaylar gösteriyor ki, bir an önce "üç kulaklı" devlet içindeki bu güven sorunu ortadan kaldırılmalıdır.

Ve bu durumu fırsat bilip devleti ortasından çatlatmak isteyenler tıpkı çeteler gibi adalet karşısına çıkartmalıdır.

Atina’ya sessiz sedasız ziyaret

EGE ’de Türk-Yunan jetleri savaş oyununda çarpışıp, denizde yeni "Kardak krizleri" yaşanırken Dışişleri Müsteşarı Ali Tuygan Atina’daydı.

Gittiği toplantının gündemi ve içeriği hiçbir zaman açıklanmayacak.

Ama konuşmalarımızdan anlıyorum ki, diplomasi ekseninde yol alınıyor.

Soruyorum:

- Ege’de yeni bir kriz mi var?

Tuygan cevap veriyor:

"Hayır, hassas bölgelerde birtakım karşı karşıya gelmeler oluyor. Ama bu hassas bölgelere dikkat edeceğiz. İki taraf da hassas bölgelerde sorun yaratmayacak şekilde davranmalı."

Ali Tuygan, çok konuşmayan daha çok iş yapan bir diplomattır. Kamuoyu ile kendisi arasındaki ilişki yerine, devletler arasındaki ilişkilerin düzgün gitmesini tercih eder. Bu yüzden verdiği mesajı şöyle açabilirim:

Türkiye, lokal ve geçici krizlere rağmen kalıcı çözümler konusunda Atina’yla birlikte yol alıyor. Yakında Ankara Atina arasında çok önemli gelişmeler olabilir.

Dalgalı kurdan dalgalı devalüasyona

EKONOMİNİN kırılgan günlerinde Merkez Bankası Başkan Yardımcısı Şükrü Binay, Başkan Durmuş Yılmaz’a giderek şöyle diyor:

- Eğer, bana bir ihtiyacınız varsa iznimi keserek dönebilirim.

Yılmaz cevap veriyor:

- Hayır, gerek yok.

Ben, işte bu durumu anlamakta zorlanıyorum. Acaba, göreve yeni başlamış bir başkan böyle bir yardım talebini neden kabul etmez.

Bürokratik hırs mı?

Yoksa mesleki çekememezlik mi?

Aynı şekilde; durduk yere, Başbakan’ın bir konuşması üzerine "Merkez Bankası bağımsızdır" diye bir açıklama yapılması da ilginçtir.

Belli ki ortada bir "algılama sorunu" var.

Benim gördüğüm ise şu:

Eğer Merkez Bankası Başkanı içine kapanıp bir "algılama sorunu" yaşarsa, bunu piyasalar çok kötü algılayacaktır.

Belki de bu algılama eksikliği yüzden "dalgalı kur" birdenbire "dalgalı devalüasyon" haline gelecektir.
Fatih Çekirge / Hürriyet
Yayın Tarihi : 5 Haziran 2006 Pazartesi 10:58:57


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?