22
Mayıs
2024
Çarşamba
KÜLTÜR/SANAT

Arkeoloji Müzeleri ilgi bekliyor

Bugün Eminönü ilçesi denen, yani asıl eski İstanbul bölgesinin en önemli noktası olan müzeler adasındaki başlıca eserlerden biri hiç şüphesiz Arkeoloji Müzesi'dir.

Yani geçen asırdaki unvanı ile Müzehane-i Hümayun. Gerçekten "İmparatorluk müzesi" sıfatını hak eden bir bina ve kuruluştur. Müzehane-i Hümayun 19'uncu yüzyıl arkeolojimizin, mimarimizin ve 19'uncu yüzyıl İstanbul'unun ve çağdaş dünyaya intibak eden aydınlarımızın başarı belgesidir.

Tanzimat devrine aydın despotizm devri derler. Çok kişi bilmez, okul kitaplarımızda da öğretilmez. Hükümetin talimatıyla 1840'lardan itibaren geniş imparatorluğun her köşesinden eski eser toplanırdı. Tanzimat döneminin aydın sadrazamı Mehmet Emin Ali Paşa, Türk seçkinlerinin en belirgin örneğidir. İstanbul halkının en fakir kesiminden gelip, doğru dürüst okul görmese de kendisini Babıâli kalemlerinde binbir gayretle yetiştiren bu gencin Fransızcasını işitip okuyan ünlü Lamartine bile onun Fransa'da okuduğuna hükmetmiştir. Oysa ne Fransa'sı, sadrazamlık kalemlerinde kör makasla mukavva kesercesine dervişane çileyle her şeyi öğrenmişti. Fethi Ahmet Paşa'nın Aya İrini'de topladığı eserleri, bu büyük devlet adamı bir Müzehane-i Hümayun koleksiyonu haline getirmiş ve kataloglar için de Goolds'u görevlendirmişti.

Ardından, tarihimizin renkli aydını Ahmet Vefik Paşa, maarif nazırı olarak müzeye el attı ve Dr. Dethier'yi tayin etti. Nihayet 1881'de bu ecnebilerden sonra, memleketin seçkin evladı Osman Hamdi Bey müzenin başına geçti. O ve kardeşi Halil Ethem Bey yarım asra yakın bir süre Türkiye müzelerini birbiri ardına gerçek anlamda örgütlediler. Bizim bugünkü Topkapı Müzemiz esas itibarıyla Halil Ethem Bey'in eseri olduğu gibi, İslam Eserleri Müzesi'ni de, halı, mihrap ve minderlerimizi kaçakçılardan kurtarmak için, Evkaf-ı İslamiye Müzesi adıyla Süleymaniye Külliyesi'ni de kuran odur. Arkeoloji Müzesi'nde Dr. Nuşin Asgari gibi parlak izleyiciler de görülür.

Müzede kusursuz bir arkeoloji kitaplığı da var
Osman Hamdi Bey'in arkeologluğu, Halil Ethem Bey'in nümizmatik yani eski sikke üstatlığı meyvesini verdi. Türkiye müzelerinde ilmi temeller üzerinde koleksiyonlar inşa edilmeye başlandı.
Osman Hamdi Bey Viyana ve Paris'te okumuş, Vali Midhat Paşa'nın maiyetinde imparatorluğun Bağdat vilayetinde çalışmıştır. Tanıdığı Arap dünyasında, Lübnan'da yaptığı Sayda kazılarıyla arkeoloji tarihinde yerini aldı. Fenike dilinin incelenmesini ve yeniden öğrenilmesini ünlü Fransız filozof ve filologu Ernest Renan'a borçluysak, o medeniyetin maddi eserlerini tanımayı da Sayda nekropolünü yani Krallar Mezarlığı'nı kazıp tanıtan Osman Hamdi Bey'e borçluyuz. O kazıda çıkan ünlü Ağlayan Kadınlar Lahdi, İstanbul'un Vallaury gibi Şekerlemeci-yi Hz. Şehriari unvanlı İtalyan asıllı ünlü ailesinden çıkan mimar Alexandre Vallaury beye, bu müzeyi tersim ederken ilham verdi.
İstanbul Arkeoloji Müzesi yapı olarak 19'uncu yüzyıl müzeleri içinde seçkin bir yere sahiptir. Zamanla 20'nci yüzyıldaki kazıların imparatorluk Mezopotamya eyaletlerinden ve Suriye'den getirdiği taş eserler ve binlerce tablet bu büyük müzenin Eski Şark Eserleri kısmını meydana getirir. Son yıllarda Arkeoloji Müzesi uzmanlarından Zeynep Kızıltan hanımın ve arkadaşlarının mesaisi ile bu bölüm yeniden ziyarete açıldı.

Arkeoloji Müzesi'ne özgünlük kazandıran bir yön de, değerli seminer kitaplığıdır. 19'uncu yüzyıl için akademik bakımdan kusursuz bir arkeoloji kitaplığı diyeceğimiz bu koleksiyonu aydın devlet adamlarımızdan Sadrazam Ahmet Cevat Paşa hediye etmiştir. Biz 19'uncu yüzyıl paşalarını ve Hamidiye ricalini hep Sertüfenkçi Tahir Paşa gibi zannederiz. Bugün bu kitaplık demode hale gelmişse de ıslahı kolaydır. Nitekim, İstanbul Valisi Sayın Muammer Güler, Özel İdare bütçesinden 500 bin doları bunun için bağışlamıştır.

Osman Hamdi Bey devrinde içindeki orijinal ve güzel eserlerle Arkeoloji Müzesi'ni ve zengin kitaplığını göz
önüne getiriniz. Nitekim, 1900'de kurulan Darülfünun-u Osmani yani İstanbul Üniversitesi'nin arkeoloji bölümü olmasa da ne beis... Osman Hamdi Bey ve biraderi müzede arkeoloji eğitiminin âlâsını verdiler. Aziz Bey, Rüstem Bey (Duyuran) hatta bizim Topkapı'nın ilk müdürü Tahsin Öz bey gibileri orada yetişti. Kazılara katıldılar, kazı yönettiler veya nümizmatik koleksiyonlarını değerlendirdiler. 1924'ten itibaren Topkapı Müzesi'ne de Halil Ethem Bey el attı ve 1928'de de muavini Tahsin bey Topkapı'nın ilk müdürü oldu.

Arkeoloji Müzesi bugün hak ettiği ilgiyi görmüyor. Yanı başındaki Ayasofya ve Topkapı'ya gelen 10-15 bin kişinin onda biri bile buraya uğramıyor. Yerliler kadar yabancılar için de ortak bir vakıa geçerlidir. İnsanlar eski çağı bilmiyor ve ilgilenmiyor. Tabii bizim müzeyi tanıtamamamızın da büyük payı var. Önemli koleksiyonlar müzeye yığılıyor ve teşhire konamıyor. Para ve imkan meselesi; bir zamanlar Osman Hamdi Bey'in, Arif Müfit Mansel'in, Ekrem Akurgal gibi hocaların temsil ettiği meslek belki rağbet bulmuyor. Ama bulması lazım.

Galiba bunun çarelerinden birisi de İstanbul Arkeoloji Müzesi'ni kitaplığı ve muhtevasıyla bir akademik kurum haline getirmek, mesela Galatasaray Üniversitesi gibi bir yerin arkeoloji bölümünü burada faaliyete geçirmek olmalı veyahut seçkin bir arkeoloji lisansüstü programıyla az sayıdaki nitelikli öğrenciyi burada yetiştirmek gerekebilir.

Troya'nın hafiri Tübingen Üniversitesi profesörü Manfred Osman Korfmann bir müddettir çektiği hastalıktan kurtulamadı. Prof. Korfmann, Ortadoğu'ya gelen alışılmış arkeolog tiplerinden değildi. Belki onlar gibi bir yığın antik dil bilmiyordu ama tarih duyargaları iyiydi. Coğrafyayı ve çevreyi de iyi biliyordu. Asıl önemlisi, kazı sonuçlarını geniş kitlelere öğretip benimsetmek niyetindeydi. İnsan ve tabiat unsurundan oluşan çevreyi severdi. Çoğu zaman kazıp çıkardıklarını restorasyon ve çevre düzenlemesiyle tamamlamayı düşünmeyen meslektaşlarının aksine, aldığı tahsisatı ve zamanını 100 yıldır altüst edilen Troya kazı alanının restorasyonu, kitleye takdimi ve öğretim için harcadı. Bu yönüyle Boğazköy-Hattuşaş hafiri Dr. Peter Neve ile benzeşir.

Geçici ilmi şöhret veya rahat çalışma yerine, tarihi çevreye ve memleket kültürüne hizmet veren bu adamı genç meslektaşlarının örnek almasını dileriz.

İlber Ortaylı / Milliyet
Yayın Tarihi : 14 Ağustos 2005 Pazar 13:08:09
Güncelleme :14 Ağustos 2005 Pazar 17:16:44


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?