1
Haziran
2024
Cumartesi
KÜLTÜR/SANAT

AMERİKAN KÜLTÜRÜNE KARŞI DİSKO PARTİZANİ

Shantel’in Disko Partizani’si Türkiye’de yılın en çok satan yabancı albümü oldu. O, dünyanın dev bir Mac Donalds haline gelmesine karşı müzikle mücadele ettiğini söylüyor

Lobide beklerken ufak tefek bir adam ‘Selamün aleyküm’ diyerek geldi... Ancak Shantel’le söyleşimize başlar başlamaz bir otel görevlisi lobide röportaj yapamayacağımızı söyledi. Ben toparlanmaya davransam da o kararlı bir sesle ‘Hiçbir yere kıpırdamam’ dedi. Sonunda lobide kaldık; bu yıl Türkiye’de en çok satan yabancı albüm olan Disko Partizani’nin yaratıcısı Shantel, gerçek adıyla Stefan Hantel, efelenmesiyle, Romanya’dan Yunanistan’a uzanan atalarının hakkını verdiğini ispat etmişti.

Disko Partizani’de ‘Transilvanya’nın kraliçesiydin ama şimdi Amlanya’da bir varoşta yaşıyorsun’ diyorsunuz.

Romanya’da Çavuşevsku bir diktatördü, sosyalizm değildi o. Hiçbir biçimde eşitlenme yoktu ve oradakiler ‘Batı’da her şey çok iyi, Batı bir cennet, Batı’da özgürlük var’ fikriyle büyüdü. Öte yandan son yıllarda birçok insan Batı ülkelerine göç etti ve işin pek de öyle olmadığını gördüler. Gündelik hayat çok zordu, kiralar yüksek, yiyecek pahalı, özgürlük ve demokrasi rüyaları gerçeğe çarpıp parçaladı. Kıta Avrupası’nda, özellikle Berlin duvarının yıkılmasının ardından bir kültür krizi yaşandı. Bu bir yandan yeni bir şey yaratmak için iyi bir fırsattı. Duygusal açıdan ise çok şey yok oldu. Artık insanlar tarihi başka türlü okuyorlar ve görüyorlar ki her iyi şey Batı’dan gelmiyor. Dünya dev bir Starbucks, Mac Donald’s haline geldi ve radyoyu açtığında bir Amerikan country parçası bulmak bir Yunan pop şarkısı bulmaktan daha kolay. Yanlış anlamayın, Kusturica’nın klişelerini de sevmiyorum, Balkan romantizmi yok bende.

MÜZİĞİMİN VİZESİ YOK

Romanya’da ‘Partizani’ önemli çünkü ülkeyi Nazi işgalinden partizanlar kurtarmış.

Disko Partizani bir simge. Müziğim bir partizan; bir savaşçı gibi değil tabii, ben enstrümanlarla mücadele ediyorum. Kıta Avupası’nda müzik kültürüne Anglo-Amerikan müzik egemen. Buna karşı savaşıyorum ama pozitif bir biçimde, iyi şarkılarla, barışçıl yöntemlerle... Pasaport kontrolsüz, vizesiz bir müzik. Tek tip pop star klişelerinden uzak. Disko Partizani bu yaşam tarzının ilahisi haline geldi.

Ama siz de star oldunuz.

Star mıyım? Bilmiyorum. İnsanlarla birlikte olmaya bayılıyorum. Örneğin şovum olduğunda insanlar gelirken kulübün kapısında onlarla sohbet ediyorum, fotoğraf çektiriyoruz. Oysa müzisyenler ve DJ’ler kendilerini ağırdan satmayı seviyor. Kulübe geç geliyor, arka kapıdan giriyorlar. Şovdan sonra hemen otele dönüyorlar. (Gerçekten de akşam çaldığı kulüpte piste inip herkesle dans edip fotoğraf çektiriyor)

KADINLAR COOL SEVİYOR

Disco Boy çok hüzünlü bir parça. Diskoda bir köşede oturuyor ve ne yapacağını bilemiyor.

Disco Boy kesinlikle diskoya ait değil. O bir yabancı ve hep bir yabancı kalacak. Batı Avrupa’da eğer başka bir kültürel geçmişin varsa, Alman pasaportuna da sahip olsan da, Almanya’da doğduysan bile seni bir yabancı, egzotik bir insan olarak görürler. Küçükken okulda bana ‘Annen baban farklı görünüyor, nereliler, İtalyanlar mı?’ denirdi. Disco Boy da oyunun, o parlak ışıkların bir parçası olmak istiyor. Ve insanların dikkatini çekmek için her imkanı kullanıyor ve duygularını gösteriyor. Ama yanlış bu. Batı ülkelerinde duygularını göstermezsin, ‘cool’ olmak zorundasın eğer kadınların ilgisini çekmek istiyorsan. Böyle mesafeli duracaksın. (çenesini havaya kaldırıp bacak bacak üstüne atıyor) Bu müziğin başarılı olmasının sebebi insanların duygularını harekete geçirmesi. Ben buna ‘uncool’un yeniden doğuşu diyorum.

Siz duygularınızı gösterir misiniz?

(kızarıyor) Kendimden söz etmekten hoşlanmıyorum çünkü kendini kategorize etmek çok bencilce. Şu havalı otelde bile ayaklarım yerden kesilmesin isterim.

Borat’ın müziğini yaptınız.

Borat her şeyle dalga geçiyor. Politik mizah içeriyor. Her söylediğinde bir parça gerçeklik de var. Çünkü en bayat klişede bile terbiyesiz de olsa bir gerçek vardır, bunu en ırkçı biçimde bile gösterseniz. Bin yıl önce bile saraylarda böyle soytarılar vardı, biliyorsunuz. Normalde bunları söyleyecek birinin kellesini uçuracak olan kral ona tahammül gösterirdi.

Doğulu erkekler o filmdeki gibi mi?

Her klişede gerçeklik payı vardır ama gerçekliği yansıtmaz. Kusturica filmleri gibi, gerçek payı var ama kalıplardan oluşuyor. Bu maço adamlar da çok şık ve komik olabilir biliyor musun?

Ya siz?

Ben bir temsilci değilim. Ben nereye gitsem egzotiğim. Sırbistan’da ya da Romanya’da çaldığımda insanlar ‘Bu da ne? Bu Batılı bir müzisyen ama tekno çalmıyor, bizim bir biçimde anladığımız bir müzik çalıyor’ diyorlar. İngiltere’deydim, İngiliz maçoları da kalmamış, bira pahalı, barda sigara da içirmiyorlar, evlerine dönmüşler. Her kültür ve ülkede maçolar, yumuşaklar, pislikler vardır. Ama ben bilemem, bu hanımlara mahsus bir konu.

Club Guerilla’dan Disko Partizani’ye

AİLEM bir araya geldiğinde Romen müziği dinlenirdi ve masaların üzerinde falan dans ederlerdi. Müzik insanlara sihir gibi bir şeyler yapıyor diye düşünürdüm. Gitar, keman ve piyano çalmayı öğrendim ama elektronika gibi modern şeylere de ilgim vardı. Ama grafik okudum. Ressam ya da tasarımcı olmak istiyordum. Ama harçlığım çıkarmak için müzik yapmaya başladım. O arada Berlin’de yeraltı partileri düzenliyordum, DJ’leri davet ediyordum . Baktım olmayacak bu işi kendim yapmalıyım dedim ve stüdyoda bir şeyler denemek istediğimi anladım. Küçük bir bilgisayarla bu tarz bir şeyler doldurdum ve partilerde çalmaya başladım. 1997’iydi. Çok beğenildi, bunu bir CD yapalım dedim. Yüz kopya bastık, adı Club Guerilla’ydı. O 100 bitince 500 tane daha bastık, sonra bir 500 daha ve bir süre sora adımız duyuldu. Yaptığım müziğe Balkan müziği demem, bu Kıta Avrupası’nın müziği.

Asıl Avrupa Birliği’nin Türkiye’ye ihtiyacı var 

‘BENCE Avrupa Birliği’nin Türkiye’ye ihtiyacı var ama AB’nin parçası olmak Türkiye için şart değil. AB’nin güçlü bir ülkeden gelecek yeni bir tada ihtiyacı var. Birkaç hafta önce İngiltere’deydim. Glastonbury Festivali’ne ve WOMAD’a gittik. Festivalden çıktım, şehre gittim, bir şeyler yemek istedim ve baktım. Temiz ve sade bir yiyecek bulamıyorsun. Burger King var, belki fish&chips var, hepsi bu. Basına dedim ki, ‘Bence Türkiye Kuzey İngiltere’den daha Avrupalı.’ ‘Ne diyorsunuz’ falan dediler. ‘Basit şeylere bakalım’ dedim. ‘İnsanların basit ihtiyaçlarına karşılık veremiyorsunuz. Yiyecek gibi, nereye gideceğini bilemeyen bir yabancıya rehberlik etmek gibi. Öyle bir ortamda yaşanmaz. İnsanlık kalmamış, şıklık yok. Hiçbir kültürü olmayan buz gibi bir ülke.’

Kafe kültürünü Akdenizliler Batı’ya öğretti

ÖZELLİKLE Almanya’da Türkler de dahil olmak üzere çok göçmen var. Ama herkesin asimile olmasını istiyorlar, herkes Almanca konuşmalı, Alman gibi davranmalı. Herkesin kendi kimliği vardır ve Almanya gibi bir ülke bunu bir avantaja çevirebilir ve ‘Bizim toplumumuz renkli bir toplum, etkilere ve başka dillere açığız’ diyebilir. Almanya’da konuşulan dil daha şimdiden Almanca ve Türkçe karışımı. Gençler böyle konuşuyor, bunu hiphopta duyabiliyorsunuz. Böyle şeyler insanların bir yandan kimliklerini korurken diğer yandan Alman kültürüyle birleşebildiklerini gösteriyor. Bu yeni bir kimliğin ortaya çıkışını sağlayabilir. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Almanya’da kimse kalmamıştı, Yahudiler yoktu. Oysa Yahudiler kültürün, zihniyetin önemli bir parçasıydı ve topluma güzel bir tat veriyordu. İnsanlar şimdi, ‘Ah o 1918’deki Berlin ne güzelmiş’ diyor. Bugünlerde de toplumumuzu göçmenler zenginleştiriyor ve toplum bundan daha fazla yararlanmalı, bununla savaşmamalı. Çekler, Türkler Almanlardan bile daha Alman olsun! Bu aptalca bir şey. Ben Almanya’da yaşayıp başka kültürleri öğrenebildiğim için şanslıyım. Biliyor musunuz, İsviçre, Avusturya, Almanya gibi ülkelerde insanlar 20 yıl önce, sokakta, kahvelerde oturmazlardı. Bunu Akdenizlilerin etkisi değiştirdi.

 

 

Star
Yayın Tarihi : 1 Eylül 2008 Pazartesi 05:59:27
Güncelleme :1 Eylül 2008 Pazartesi 06:25:22


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?