19
Mayıs
2024
Pazar
KÜLTÜR/SANAT

BAMYACILARLA LAHANACILARIN EZELİ REKABETİ

Çelebi Mehmed’in Amasya’da valilik yaptığı 1413-1421 yılları arasında Suluova’da düzenlediği cündiler (=biniciler) cirit müsabakasında ortaya çıktı rekabet. Çekişme zevkli olsun diye dörtyüz atlıyı lahanasıyla ünlü Merzifonlularla, bamyasıyla ünlü Amasyalılardan seçmişti şehzade.

Müzabakayı seyreden halkın yarışın kızıştığı anlarda oyuncuları teşyi etmek (=cesaretlendirmek) için ‘Ha gayret Lahanacılar!..’, ‘Vurun Bamyacılar!..’ diye bağırması takımlara ad oldu. Fatih Sultan Mehmed de Çelebi Mehmed’in açtığı yoldan gidip saraydaki gençlerin sportif yarışlarını takım müsabakası olarak sürdürünce rekabet kemikleşti. Öyle ki zaman içinde padişah ve şehzadeler de takım tutar hatta bir takıma mensup hale geldiler.

Osmanlı tarihçileri arasında özel bir yeri olan Abdurrahman Şeref Bey saray hayatına vâkıf kişilerden edindiği bilgiye dayanarak Topkapı Sarayı Otluk Kapısı girişinde Bostancı Ocağı’na bağlı bir Bamyacılar Ocağı bulunduğunu, yanı sıra Cebehane Meydanı’nda eski iki kuleden birinin Bamya, diğerinin Lahana ocağını temsil ettiğini yazar. Nitekim söz konusu yerlerde bugün de ayakta duran 3. Selim ve 2. Mahmud’un saltanatlarında dikilmiş iki nişan taşından birinin tepesinde bir lahana, diğerinin tepesinde bir bamya figürü durmakta. Üzerinde lahana heykeli olan nişan taşında yazılı hicri 1205 (M. 1790) tarihinin altındaki kitabede anıtın Cebehane Meydanı’nda düzenlenen okçuluk müsabakasında 3. Selim’in attığı okun düştüğü yere dikildiği, diğerinin üzerindeki hicri 1226 (M. 1811) tarih notunun altında yer alan manzum kitabede anıtın 2. Mahmud’un müsabakada tüfekle yaptığı atış sonrası dikildiği anlaşılmaktadır.

4. Murad’ın taş tahtı
Bursa ve Edirne saraylarında devam eden rekabetin İstanbul’un fethinden sonra yeni başkente, yeni saraya taşındığı ve bizzat Fatih Sultan Mehmed tarafından takımlar oluşturulup kurumlaştırıldığı biliniyor. Kimi kaynaklarda bu müsabakalara sadece Osmanlı saray görevlilerinin ve şehzadelerin değil bağlı Hıristiyan beylerin hatta kimi zaman ziyarete gelen yabancıların katıldığı kaydı yer alıyor. Keza Sofa Köşkü ya da Yazlık Saray denilen, şimdi müze bünyesinde yer alan Çinili Köşk’ün ‘şeref tribünü’ misali terasının önünde Şehzade Ahmed’in eniştesi Akkoyunlu Göde Ahmed’le, Kırım hanlarının şehzadelerinin Sırp, Ulah ve Macar prensleriyle padişahın huzurunda labut, cirit, ok yarışları yaptığı da.

Bu mekan en renkli ve çekişmeli müsabakalara 4. Murad’ın saltanatında sahne oldu. Ağırlık kaldırma, labut çevirme, ok atma ve kılıç çalmada hüner sahibi olan 4. Murad’ın 1637 senesi Ramazan’ında (Şubat) kazandığı zaferin anısına kendisi için yaptırdığı taş taht bugün de yerinde duruyor. Padişahların müsabakacı olarak katıldığı yarışların sadrazam ve şeyhülislam başta olmak üzere bütün saray erkanı tarafından izlendiğine şüphe yok... Uzun boylu, heybetli bedeni ve küçük yaştan itibaren spor yapmanın verdiği güçle 4. Murad’a medyan okuyan birinin çıkıp çıkmadığına dair bir kayıt yok. Ama Sultan Murad’ın İran Şahı’nın fil kulağından yaptırıp ‘ok işlemez’ notuyla gönderdiği özel kalkanı ‘deli’ lakabıyla tanınan bir nedimine okla deldirdiğine bakılırsa çevresinde kendisine denk kişiler bulundurduğuna hükmedilebilir.

3. Selim’in lahana şiiri
Zaman zaman padişahların da katıldıkları cirit, lobut aşırma, ok atma yarışmaları sayesinde saray hizmetindeki gençler biniciliğe, atıcılığa alışır, göreve gittiklerinde hamlık yaşamazlardı. Savaş talimi olan Tomak oyunu ucundaki meşine sarılmış keçe top bulunan saç örgüsü biçiminde kamçıydı. Tomakbazlar, yani oyuncular, son derece can yakan bu kamçıyla rakiplerinin sırtlarına vururlar Tomak yiyen elenirdi. Müsabakanın çığırından çıkıp kavgaya dönüştüğü de olurdu kuşkusuz. Öyle durumlarda padişahın ‘Çek!..’ komutuyla müsabaka durdurulurdu.
Bilinen bir diğer oyun hentbola benzeyen bir tür top oyunuydu. Takımların oyuncuları ellerindeki küçük topları rakiplerine fırlatıp hasımlarını saf dışı etmeyi hedeflerlerdi. Bu oyunda kural, top yememek, topu havada yakalamaktı. Top yiyen elenirdi. Tarihçi Şemdanizade, Mür’i’t-Tevarib’inde 1766’da Sultan 3. Mustafa’nın, Gülhane meydanında sadrazam ve şeyhülislamla birlikte izlediği iç oğlanlar- harem ağaları karşılaşmasını şöyle anlatıyor: “Saray-ı hümayunda Gülhane tabir olunan mahall-i bi-hemtanın (=benzersiz yerin) günü olmağla sadrazam ve sadr-ı fetva, ba’de’z-zuhur (=öğleden sonra) varup intizar üzereler iken (=beklerlerken) Hakan-ı muazzam, şehriyar-ı ekrem (=padişah) hazretleri dahi teşrif buyurub kuslar künküre-i asmana sadaların peyveste ettiklerinde (=davulların sesi göğe yükseldiğinde) Hünkar iç ağaları ve Arab ağalar cirid ma’rifeti izhar edüp atiyyeye (=ödüle) nail oldular.”

Şemdanizade ‘Lahanacı’ların yeşil, ‘Bamyacı’ların kırmızı kadife forma giyerek mücadele ettikleri bilgisini de veriyor.
Aynı Şekilde Hızır İlyas Ağa’nın Letaif-i Enderun’unda 2. Mahmud döneminde günümüzün Fenerbahçe-Galatasaray karşılaşmalarını aratmayacak düzeyde heyecan uyandıran bir ‘final’ maçı nakledilir. Buna göre Büyükdere Çayırında padişah huzurunda yapılan maça iki takım önce labut ekiplerini saha çıkarmış ve ilk yarışı labutu iki minare boyu yükseğe fırlatan Bamyacılar kazanmıştır. Cirit takımlarının karşı karşıya geldiği ikinci karşılaşma ise Lahanacıların ezici zaferiyle sonuçlanmıştır. Seyircilerin ‘Lahanaya kuvvet. Bamyaya lezzet!..’ bağrışlarıyla heyecanı kamçıladıkları bu cirit müsabakasında İlyas Ağa’ya göre Lahanacılar ilk müsabakada yenilmiş olmanın öfkesiyle adeta ‘ateş püskürüp’ Bamyacıları sahadan silmişler, ama yenilen Bamyacıların at değiştirip yeniden meydana girmeye kalkmaları yüzünden kavga çıktığı için seyirciler sahada savaş meydanını andıran görüntülere şahit olunmuştur.

Padişahlar içinde Sultan 3. Selim’in Lahanacı takımına taraftarlığının ‘fanatiklik’ düzeyinde olduğu da bilinir. Türk sanat musikisinde besteleri hala ‘klasik’ repertuarın seçkin örnekleri arasında anılan Selim Han’ın ‘İlhami’ mahlasıyla takımı için yazdığı bir şiir de var:

“Kış mevsiminde çıkar ortaya lahana/ Gerçi biçimce Keykavus’un topuzuna benzer/ Can verir insana, çünkü taze gül yaprağı gibidir lahana/ Dizilmez yüz bin, bir ipliğe bamya gibi/ Arslandır o, arabayla gezer sanki lahana/ Hiçbir zevk ve mutluluk olmazmış onsuz/ Olur mu helva söyleşileri, olmazsa eğer lahana / Layıktır, ona İhami, ne türlü övgüler yazsa / Lahanacığım, lahanacığım, lahanacığım, lahana..”

Çerçeve
İndirilen bayrak

Türkiye’nin Ermenistan’la imzaladığı protokolün Azebaycan’da tedirginlik doğurduğunu biliyoruz. Ankara’nın Ermenistan’la yapılan müzakerelerin her aşamasından Bakü’yü haberdar etmesine rağmen İlhan Aliyev’in hudut kapısının açılmasından rahatsızlık duymasını anlamak da mümkün... Aliyev Türkiye’yle anlaşan Erivan yönetiminin Karabağ konusunda kendisiyle anlaşmakta fazla istekli davranmayacağı, müzakereleri sürüncemede bırakacağı kanısında. Oysa Azerbaycan dış dünyaya açılmakta zorlanan Ermenistan’ın dayanmasının sınırına geldiği, hudut kapısı bir-iki sene daha açılmasa çözümün kolaylaşacağı kanısındaydı.

Bunlar işin siyasi tarafı... Ancak Bursa’da oynanan Türkiye- Ermenistan maçında Azebaycan bayraklarının çöplerden çıkması türünden sıradan görevlilerin ya da provokasyon için gelmiş kişilerin davranışına tepkisini Türk şehitliğindeki bayrakları indirerek verdi Bakü..

Oysa Osmanlı Devleti 1. dünya savaşının son perdesi açılıp kendi toprakları işgal tehdidi altına girmişken Kafkasya’da Azerbaycan Türklerinin imdadına koşmuş ve yüzlerce şehit vermişti. Bakü yönetiminin gündelik siyasete kurban edip Türk bayrağını indirdiği mekân işte o Mehmetçiklerin isrtirahatgâhı...

 

Avni Özgürel - Radikal
Yayın Tarihi : 25 Ekim 2009 Pazar 18:08:17


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?