19
Mayıs
2024
Pazar
KÜLTÜR/SANAT

DEĞERİ BİLİNMEMİŞ MALİK AKSEL

Behçet Necatigil'le Kemal Tahir'in evine akşamüstü çayına gidecektik. Behçet Hoca'yı İstanbul Eğitim Enstitüsü'nden alacaktım. Güz sonu bir gündü. Malik Aksel'i ilk ve son kez o gün gördüm. Aksel, Enstitü'de resim ve sanat tarihi öğretmeniydi.

Bu söylediğim 1967'nin ya da 1968'in sonbaharı olmalı. Malik Aksel'i 15 Şubat 1987 tarihinde kaybetmişiz. Böylesine incelikli, duyarlı bir sanat adamını o süreçte neden tekrar görememişim? Sızı gibi çöktü.

Malik Aksel'in 1943 tarihli Resim Sergisinde Otuz Gün'ü için Necatigil, bu eserinde "bir edebiyatçı kişiliği de gösterdi" diyor. Resim Sergisinde Otuz Gün çapındaki bazı başka kitaplar da aralarında olmak üzere, Aksel'in kitabı, Ankara Caddesi'nde, eski Dünya gazetesinin sokağında, çok utanç verici ama, kaldırımlardaydı: Ne alırsan 1 liraya!.. Üstelik, 1960'larda. Bu kitaplar, bütün o Hüseyin Rahmi'ler, Abdülhak Şinasi'ler, Nahid Sırrı'lar, yıllar yılı, alıcı, okur beklemiş...

Resim Sergisinde Otuz Gün'ü İstanbul Eğitim Enstitüsü'ne gittiğim gün çoktan okumuştum. Yine Aksel imzalı İstanbul Mimarisinde Kuş Evleri (1959), Anadolu Halk Resimleri (1960) kitaplığımdaydı.

Mimarimize özgü kuşevleriyle tanışmam eşsiz Malik Aksel'in sayesinde. Lâleli'ye, Bursalı Nezihe Halamıza gidip gelişlerimizde, Taş Han'daki kuşevlerini, kuş saraylarını görmüştüm ama onları 'biricik' sanıyordum. İstanbul Mimarisinde Kuşevleri'ni okuyuncaya kadar, imparatorluk başkentinde birçok kuşevinin yapılara işlenmişliğinden haberim yoktu.

Sonra her birini Aksel'in kılavuzluğunda, bir rüya mimarisinin tadını çıkara çıkara 'yaşadım'. Yaşamakla kalmayıp yazdım da. İlk romanım Destan Gönüller'deki kuşevi bölümü bugün bile hoşuma gider; İstanbul kuşevi gezintilerinin esinleriyle yazmıştım.

Eşe dosta, bir tek bizim mimarimizde kuşevi olduğunu söylediğimde gülenler çıkmıştı. Sonra ansiklopedilere bakmışlar, özür dilediler. Oysa Malik Aksel, yeni zaman ansiklopedilerinden çok önce, kuşevleri, kuş köşkleri, kuş sarayları üzerinde durmuş. Bilmem kaç kuşak İstanbullu geçinenlerin Katerin (Selânik yakınında) doğumlu Malik Aksel'den habersizliği şimdi beni şaşırtmıyor.

Aksel'in öz değerlerimize bağlılığı, günün modaları arasında hiçbir zaman yer almadı. Ne dün, ne bugün.

Aksel kuşevlerinin özelliğini şöyle dile getirir: "Bunlar çok defa küçük oyuncak evciklerdir. Yahut küçük köşkler, camilerdir ki, kuşların barındığı bu evcikleri İstanbul'da Türk mimarisinden gayri eserlerde görmek kolay değildir."

Duygun sanat adamı kaygısını da gizlememiş: "İstanbul'un hemen her semtinde kuşevleri bulunur. Bununla beraber bazı yerlerde daha sık ve bazı yerlerde seyrek ve sanatkârane olanlarına rastlanır. Perşembe Pazarı'nda, hanlarda görülenlerin birçoğu dökülmüş, sadece bunların yerlerini belirten çubuklar kalmıştır. Bunların eski şekilleri hakkında fikir edinmek güçtür. Ayrıca Fincancılar Yokuşu'nda, Büyük Yeni Valide Hanı ve çevresi, Sandalyacılar Sokağı çeşitli kuşevleriyle süslü bir yoldur."

Malik Aksel muhakkak ki uyum insanıydı. Resim sanatının etrafında olup bitenlere sevgiyle, iyilikle, hatta şefkatle yaklaşmış. Resim sanatının önemini bize anlatabilenler arasında onun yazıları apayrı değer taşır. Çünkü üslûbu bütün horgörülerden, cahillik suçlamalarından uzaktır.

İstanbul'un Ortası'ndaki (1977) Mihri Müşfik Hanım portresi bence gizli bir başyapıt. Aksel, adı resim tarihimize geçebilmiş ilk Müslüman Türk kadın ressamın mücadelesini, acı hayat hikâyesini özlü diliyle anlatırken, bir yandan da resim sanatına gönül vermişlerin macerasını söyler.

Mihri Müşfik Hanım portresinin çizildiği sadece bu birkaç sayfa, Ölü Bir Kelebek'i yazmaya çalışırken, handiyse tek yol göstericimdi.

Necatigil, dergilerde kalmış yazıları, söyleşileri, deneme ve incelemeleri anıyor. Bir gün biri çıkar, derler umuduyla dergilerin adlarını vermiş: İstanbul, Çığır, Ülkü, Varlık, Sanat ve Edebiyat, Hisar, Türk Edebiyatı... Malik Aksel'den yüzlerce yazı.

Aksel üzerine tek monografi olan Ressam, Eğitimci ve Yazar Malik Aksel'de, monografinin yazarı Ahmet Köksal da bu, sağda solda unutulup gitmiş yazıları vurgulamıştır. Dahası, 1955'te Tedrisat Dergisi'nde yayımlanmış "Bizde Resmin Geçtiği Yollar"ı alıntılamak ihtiyacını duymuş.

Köksal'ın alıntıladığı yazıda çok önemli -ama, herhalde, pek bilinmeyen- bir bilgi karşımıza çıkıyor:

"Askerliğe faydası olur gerekçesiyle resim dersleri mühendishaneye konduktan sonra, ilkin Ferik İbrahim Paşa resim tahsili için Avrupa'ya gönderiliyor. Dönüşte Sultan Mecid'in yüzündeki çiçek bozuklarını rötuş etmeden, âdeta sayarcasına yaptığından bu ressam Bursa'ya sürgün edilmiştir diye Sami Yetik'ten işitiyoruz. Senelerce Avrupa sanat merkezlerinde kalan bu ressamın bugün bu resmi değil, hiçbir resmi bir yerde görülmüyor."

Resim sanatının hangi kaygılardan geçilerek benimsendiğini çok iyi bilen Aksel, 1947'de bambaşka bir huzursuzluk duymuş:

"(...) memlekete sanatı sevdireceğimiz sırada fütürizmler, kübizmlerle herkese tepeden bakmaya başladık. Ve neticede topluluğu elden geldiği kadar resimden soğuttuk. Resim gelenekleri kökleşmiş memleketlerden bile aşırı gittik."

Bazılarına tutuculuk gibi görünen bu huzursuzluk, geçmiş günlerin sancısını iyi bilmekten, özümsemiş olmaktan kaynaklanıyor. Malik Aksel Sanat ve Folklor'da (1971) hocası Şevket Dağ'ı şöyle anlatır:

"Şevket Bey, memlekette resmin gizli yapıldığı devirlerde o bir pehlivan cesaretiyle göğsünü gere gere resim yapmış, şövalesini istediği yere dikmiş, her türlü tehlikeye karşı koymuş, resmin günah olduğunu söyleyenlere bunun kudsiyetini bile telkin etmiş ve her yerde ressam olduğunu söylemiş, en mutaassıp çevrelerde sergiler açmış, mesleğiyle övünmüş, mesleğini herkese saydırmış, neticede haklı olarak da memlekette şöhret kazanmıştır."

Ressam Malik Aksel, her şeyden önce, suluboya ustasıdır. Öyle bir suluboya ustası ki, 'yerli' kalmayı yaşamı boyunca tek değer ölçütü saymış. Bir başka büyük ustanın, Nuri İyem'in kadirbilir tespitiyle "Avrupa'da eğitim görmesine karşın, Batı özentisi duymadan, belki çok kişisel, fakat bize özgü bir resim anlayışı" yaratmış. Devam ediyor Nuri İyem: "Malik Aksel çok iyi değerlendirilememiş, 'kıyıda köşede kalmış' çok değerli bir ustamızdı."

Ama bugün, filancayla falancanın resimlerinin 'kaç para'ya satıldığından ötesini göremeyen gazetelerle, televizyon kanallarıyla dolup taştığından, böylesi yürekler acısı bir ortamda yaşadığımızdan, Malik Aksel, artık 'kıyıda köşede' bile kalamıyor, büsbütün unutuluşa, hatta yok edilişe iteleniyor. Bu alçakça itelenişten dolayı da hemen hiç kimse endişe, utanç duymuyor.

Yetişme çağımın en güzel 'ressam anısı' Zeki Faik İzer, Malik Aksel'in ölümünden sonra, "(...) çok değerli ve vicdanlı talebeler yetiştirdi. (...) yetiştirdiği talebeler tertemiz memleket insanları..." diyor.

Ben de, alçakgönüllü Aksel'in, eski zaman konsolunun aynasına bakarak saçını tarayan genç kadınını, biz yaştakilerin annelerine o kadar çok benzetiyorum ve ressamın sanatına derin hayranlık duyuyorum.

Selim İleri - Zaman
Yayın Tarihi : 23 Ocak 2010 Cumartesi 20:01:46


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?