19
Mayıs
2024
Pazar
KÜLTÜR/SANAT

ORDU'NUN YAYLARINDA BİR SİNEMACI

'Poyraz' adlı kısa filmiyle Cannes'a katılan Belma Baş ilk uzun metraj filmi 'Zefir'i maddi kısıtlamalara, Karadeniz'de son 50 yıldaki en büyük yağışlara rağmen Ordu yaylalarında çekti. Bakanlıktan ve Cem Yılmaz'dan destek alan film küçük bir kızın annesiyle kurduğu ilişkiyi temel alıyor...

KÜNYE
Yönetmen ve senaryo: Belma Baş
Yapımcı: Filmik-FC İstanbul/Seyhan Kaya-Birol Akbaba, (CMYLMZ Fikir Sanat’ın desteğiyle)
Sektörel destekler: Tolga Örnek, Gramafon, Sinefekt, Tem Stüdyoları, Post-Pro
Yabancı Ortak: Lichtmeer
Görüntü Yönetmeni: Mehmet Zengin
Oyuncular: Vahide Gördüm, Şeyma Uzunlar, Rüştü Baş, Sevinç Baş, Fatma Uzunlar,Oktay Kaptan

Halkla ilişkiler ve post-prodüksiyon firmalarının ‘perşembe pazarı’ konumundaki Balmumcu’dan Ortaköy’e inen bol kavisli yolun yeni adreslerinden birindeyiz. İnce uzun kurgu odasında yönetmen Belma Baş ve yapımcı Seyhan Kaya kurgulanmış görüntüleri titizlikle seyrediyor. Biraz da iki ay boyunca Ordu’ya çekimlere gidemeyen benim hatırıma.

Sinemanın etrafında ve içinde uzun uzun dolaştı Belma Baş. Aslında kararını çoktan vermişti, film çekecekti. Ancak bir 10 yıl kadar bekledi. Belki kendi deyimiyle ‘ağırkanlı’ olduğu için belki de doğru söz doğru zamana denk gelmediği için. Kim bilir?

Önce aklındaki rüzgar güneybatıdan esiyordu; yürek daraltan baş ağrıtan bir rüzgar: ‘Lodos’. Gerçekleşmeyen bir film düşüncesi... Sonra fikri ve rüzgarın yönü değişti. Tam ters yönden, kuzeydoğudan daha sert bir rüzgar esmeye başladı. Bahane dinlemedi ve Belma’yı önüne katıp memleketi Ordu’nun yaylalarına çıkardı. 1992’de yazdığı bir film öyküsüydü ‘Poyraz’. Antrakt dergisinin Kodak destekli kısa film öyküsü yarışmasında kendisine birincilik ödülünü getirdi. 2005 yılında küçük bir kızın gözünden ölüm kavramını anlattığı kısa filmi ‘Poyraz’ı çekti. ‘Poyraz’, Cannes Film Festivali başta dünyayı dolaştı, ödüller kazandı.

Çocuklukla ilgili
Sırada aklındaki uzun metraj filmi yapmak vardı. “Poyraz’ın çekimine başlamadan önce İstanbul’da geçen bir öykü yazdım” diyor Belma Baş, “Ancak önce bir geçiş filmi yapmak istedim. Yine Karadeniz’de, doğayla içiçe, çocuklukla ilgili”.
Ve ‘Zefir’ çıktı ortaya. Bir başka rüzgar; ‘batıdan esen hafif ve ılık rüzgar’. 12 yaşına basacak kız çocuğu Zefir’in annesinden uzak, anneannesi ve dedesiyle bir doğu Karadeniz yaylasında geçirdiği günleri anlatıyor. Kurduğu sıcak dostluklar, öğrendiği yayla hayatı ona anne özlemini unutturamıyor. Beklenmedik bir anda çıkıp gelen annesi getirdiği haberle Zefir’in sevincini kursağında bırakıyor.
‘Zefir’ ilk önce Kültür Bakanlığı’nın desteğini aldı ancak başka fonlardan hakettiği ilgiyi göremedi. Ne olursa olsun çekeceklerdi. Yapımcı Seyhan Kaya daha önce birlikte çalıştığı bir isme yöneldi. “Cem Yılmaz’dan şahsi ilişkilerle destek istedim” diyor Seyhan, “Bakanlık’tan sonra en büyük destek ondan geldi. CMYLMZ Fikir Sanat destek vermese bu iş biraz zor olurdu”.

Küçük bir ekip kurdular. Valilikten ve yerel yönetimden destek aldılar. Tolga Örnek ve Gramafon ses konusunda yardımcı oldu. Görüntü yönetmeni Mehmet Zengin zaten başından beri bu projenin organik bir parçasıydı... Ordu’nun bir yaylasında bir evi merkez aldılar. Ekibin bir bölümü yarım saat mesafedeki Çambaşı’na, pansiyona gidip gelirken çekirdek bir ekip bir konteynerda kaldı.

Gündüzleri doğa yürüyüşleri, derelerden, şelalelerden ekipmanla zorlu geçiş, çadırda yemek ve akşam olunca gökkubenin altında yakılan ateşler... Yedi buçuk hafta boyunca ekip tam anlamıyla bir kamp hayatı sürdü. Yerel bir aşçı -Belma’nın annesi kadar olmasa da- güzel yöresel yemekler yaptı. Filmin sonlarına doğru malzeme azaldıkça menüde bariz bir kurufasulye ve dıble egemenliği başladı.

Doğal oyuncu kadrosu
Filmin doğal kadrosunda yönetmenin yakın ailesi ve komşular, tanıdıklar da yer alıyor. Hem doğal oyuncular hem de ‘kısa’ da olsa tecrübeleri var. “Kendi ailem diye söylemiyorum; olağanüstüler” diyor Belma, “Onlarla ne kadar aile ilişkisini aşmak için bazen sert bir ilişki de kursam çok iyiydiler. Kendi sahnelerini kendilerine göre oynamak istiyorlardı bazen. Sonuçta ortak müşterekte buluşuyorduk. İkna oldukları zaman çok iyi oynuyorlar. Onların katıldığı anlar önemliydi. Kamera önünde sadece bir beden olarak değil her şeyleriyle oldukları anlarda güzel şeyler yakalayabildik. Annem yalan söyleyemez mesela. İnanmadığı bir şeyi söylemesi gerektiğinde olmuyordu. İlla ki ona inanması için bir şey vermek gerekiyordu; arka planı anlatmak, onun hayatından karşılığını bulmak...”
Filmin başrolünde doğal kadrodan profesyonelliğe doğru yürüyen bir oyuncu var: Şeyma Uzunlar. ‘Poyraz’daki küçük kız şimdi gençliğe doğru ilk adımlarını atıyor. İlk film deneyiminin üzerine bir yıl yaratıcı drama programına katılmış. Geçen süre içinde onu yakından gözlemleyen Belma her sahnede rolü olan Şeyma’dan çok memnun: “Sadece yorulduğu zaman dikkati dağılıyordu. Bu kadar dayanıklı bir çocuk olması büyük bir şans. Kamera önü için yaratılmış bir çocuk olarak geliyor bana”.

Vahide Gördüm’süz olmazdı
Ve Vahide Gördüm. Filmin tek profesyonel oyuncusu, kilit figürü anne. Belma’ya göre Gördüm, amatör oyunculuğun dengesini sağladı: “Özellikle Şeyma konusunda da danışmanlık yaptı. Ben zaten anneme çok benziyor diye yıllardır takip ediyor ve etkileniyordum. Annemle de çok iyi anlaştı, babamla da. O rolde başka biri olamazdı”.

‘Poyraz’daki küçük kız büyüdü mü? Annesiyle arasındaki ilişki nasıl? ‘Zefir’ boyunca iç dünyası bir değişim geçirecek mi? Belma Baş ne filmde ne de dışında sorulara kesin yanıtlar vermeyi tercih etmiyor. “Benim hikayem bir büyüme çağı öyküsü” diyor öncelikle, “Burada bu konuya yönelik çok sert ve temel bir vurgu var. Aslında kahramanımız büyümek, birey olmak istiyor mu istemiyor mu bunu tam bilemiyoruz. ‘Poyraz’ gibi, nokta koyan değil soru yönelten bir film.” Filmin dilini ‘takıntısı’ olan üç terimle açıklıyor: dinginlik, tekinsizlik, akışkanlık.

Ana tema ölüm
Peki ya filmin üzerine kurulduğu kavram? Belma’nın yanıtı samimi ve bir o kadar da irkiltici: “Ana tema ölüm olmak üzere aile, kişiler arasındaki iktidar ilişkileri. Anne-çocuk, karı-koca arasında... Çok ince ve derin konular olduğu için yavaş yavaş gireceğim. Kaç tane film yapabilirsem ömrüm yettikçe hepsinde kavramlar aynı olacak. Ben galiba çok vaktim olmadığını düşünüyorum. Ağırkanlı biriyim ve olsa olsa üç film yapacağım belki de.”

Kurgusu devam eden filmin bundan sonraki yolculuğu nasıl devam edeceğini Seyhan özetliyor: “Postprodüksiyonda incelikli bir ses tasarımına ihtiyacımız olacak. İnce kurgu çok önemli olacak çünkü bu filmde bir duygu geçirmeye çalışacağız. Filmin postprodüksiyonunu bu işe yakışır şekilde yapabilmek için yeni destek almamız lazım”. Şu günlerde Dünya Sinema Fonu’na bir kaba kurgu kopyası gönderiyorlar. Gösterim tarihi 2010’un sonları gibi. Kurguda gördüğüm 42 dakikadan sonra şunu söylemeliyim; ben o kadar bekleyemeyebilirim.

Mantarlara zarar gelmesin diye nöbet tutuldu
‘Zefir’e altı hafta diye başladılar, bitirdiklerinde yedi buçuk hafta geride kalmıştı. Tabiat kendisine biçilen yan rolle yetinmek istememişti. Seyhan Kaya takvimlerini sarsan ortamı anlatıyor: “O coğrafyada daha önce film çektiğimiz için koşulları biliyorduk. Zamanlamamız doğruydu ancak yağışlar bizi sekteye uğrattı. Son 50 yılın en yağışlı günleriymiş. Giresun’u sel aldığında biz 1450 metre yüksekteydik ama sorun yaşadık”. Geceyarısı gökyüzü pırıl pırıl, yıldızlar görünüyor; ekip ‘yarın hava harika olacak’ diyor ama sabah sağanak yağmura uyanıyorlar. Havayı Rüştü Baş ve Birol Uzunlar’a sorduklarını söylüyor Seyhan: “Mesela ‘kara bulutlar ne tarafta?’ Arkadan geliyorsa yağmur yağacaktır. Denizden geliyorsa sorun yok. Vadiden bir sis geldiğini görürlerse ‘bu sis bize geliyor’ diyorlardı. Öngörüleri çoğu zaman tutuyordu”. Belma da aynı isimleri referans olarak gösteriyor: “Kırk yıldır gelirim ben böyle yayla görmedim diyorlardı. İklim değişimi diye bir şey var. Yayla eskisi gibi değil.”

Şimdilerde Post-Pro’nun rakımı düşük yağışı az ortamında kaba kurgu yapıyorlar. Film gözlerinin önünde daha da bir şekilleniyor. Karadeniz’in yaylarının çarpıcı atmosferi Mehmet Zengin’in usta kareleriyle bütünleşince etkileyici görüntüler çıkmış ortaya.

Bazı sahnelerde Belma ve Seyhan kendi aralarında gülüyorlar. O sahnelere isimler takmışlar: çilek krizi, yumurta krizi gibi. İlk ikisini ben anlatayım. Bir Cumartesi sabahı çilek sahnesini çekmek için kalkmışlar. Bir de ne görsünler? Birileri çook erken gelip bütün çilekleri toplamış. Sıra mantar sahnesine geldiğinde baba Rüştü Baş ‘evelek’ adı verilen çok lezzetli ve değerli mantardan bir öbek bulmuş. Daha da büyüsünler diye üzerlerini kapatmış, dönüp evden çalışmayan bir tüfek almış ve mantarların başında sabaha kadar nöbet tutmuş.
Yumurta krizi için sözü Belma’ya bırakıyorum: “Anne gelince evdeki dört kişi için dört yumurta kırıyordu. Ancak bir türlü olmadı. Sayısız yumurta kırıldı.” Seyhan araya giriyor: “O kadar çok tekrar alındı ki Sevinç teyze yapamadığını düşünüp ağlamış.” Ve Belma devam ediyor: “Başta bizler de yedik ama sonra artık kimse yemedi. İneklere verildi ama onlar yumurta yemiyormuş.”

Haşmet Topaloğlu - Radikal
Yayın Tarihi : 26 Eylül 2009 Cumartesi 18:10:03
Güncelleme :27 Eylül 2009 Pazar 15:52:15


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?