Yaşlandıkça daha da iyi filmler çeken Clint Eastwood, ‘Gran Tori'de, onu bir oyuncu olarak var eden özellikleriyle hesaplaşıyor. Ve bunu başarıyla gerçekleştiriyor.
Clint Eastwood, tüm oyunculuk kariyeri boyunca ana akım Hollywood çevreleri tarafından dışlanmış çok da önemsenmemiş bir isimdi. Her ne kadar rol aldığı western'ler ve 70'lerdeki unutulmaz "Kirli Harry" karakteriyle hatırı sayılır bir hayran kitlesine sahip olsa da bütün karizmasına rağmen hiçbir zaman star olamadı.
Aslında benzer bir durum yönetmenliği için de geçerli. "Kasabadaki Yabancı" (1973), "Namludaki Adalet" (1985), "Kuş" (1988) ve "Kara Yürek" (1990) gibi özel hayranları olan filmlerine rağmen yönetmen olarak da Hollywood onu bağrına basmayı istemedi. Taa ki, 1992'de "Unforgiven-Affedilmeyen" ile aralarında en iyi film ve yönetmen ödüllerinin de bulunduğu dört büyük Oscar'ı kazanana kadar. 90'lı yıllarda "Kusursuz Dünya", "Yasak İlişki", "İyiler ve Kötülerin Bahçesinde" filmleriyle ilgi gören Eastwood, yönetmenlikteki asıl hünerini 2000'li yıllarda gösterdi.
Oscar'a abone oldu
2003'te "Gizemli Nehir", 2004'te "Milyonluk Bebek", 2006'da "Atalarımızın Bayrakları" ve "İwo Jima'dan Mektuplar" ile Oscar adaylıkları ve Oscar'lar kazanan Eastwood, yaşlandıkça sinemasını daha da olgunlaştırıyor.
1930 doğumlu bu ihtiyar adamı artık tek film kesmiyor ve birbiri ardına hikâyeler anlatmaya devam ediyor. 2008'de de iki film birden çekti. 3 dalda Oscar'a aday gösterilen "Sahtekâr" ocak ayında sinemalarımıza konuk olmuştu. Cuma günü gösterime giren "Gran Torino", birçok otoriteye göre (Ben de bu görüşe katılanlar arasındayım) Eastwood'un en iyi filmi. Amerikalılar da böyle düşünüyor olacak ki 140 milyon dolarlık ABD hasılatıyla yönetmenin bugüne kadar en fazla iş yapan filmi oldu. Gariptir, Amerikan merkezli bütün ödül organizasyonları bu filmi görmezden geldi. Ancak Cannes'da şimdiye kadar yalnızca bir kişiye, Ingmar Bergman'a verilen "Hayat Boyu Başarı Ödülü" bu yıl Eastwood'a verilecek. Bu ödül Cannes'da 5 kez filmi yarışan yönetmenlere veriliyor. Oyunculuğunda olduğu gibi, yönetmenliğinde de Eastwood'u en iyi anlayan yine ABD dışı dünya oldu.
"Gran Torino"ya gelirsek..
Huysuz bir ihtiyar
Film, bir cenaze sahnesiyle açılıyor. Kore gazisi ve emekli otomobil işçisi Walt Kowalski eşini kaybetmiştir. Cenazedeki durumdan çocukları ve torunlarıyla arasının iyi olmadığını anladığımız Walt, günlerini evde yaptığı tamirat, bira ve berberiyle gerçekleştirdiği erkek muhabbetleriyle geçirmektedir. Yaşadığı mahalleyi sarmış olan Asya kökenli Hmong göçmenlerinden, terör estiren zenci çetelerden ölesiye nefret eden ve zaman zaman bu ırkçı söylemlerini ortalığa dökmekten çekinmeyen, huysuz ve geçimsiz Walt'ın çocuklarıyla arasının neden açık olduğu son derece aşikârdır. Kişisel tarihi Kore'de kalmış olan Walt bir yandan da karısının son arzusunu yerine getirmesi ve günah çıkartması için etrafında dolanıp duran rahip ile uğraşmaktadır.
Walt'ın etrafında olup bitenlere sadece söylendiği ancak "mülküne" yönelik bir tehdit oluşana kadar kayıtsız kaldığı hayatı, bir gün hiç ummadığı bir biçimde değişir.
Vietnam savaşı sırasında Amerikalılara yardım ettikleri için kendi topraklarında barınamayan ve ABD'ye göç etmek zorunda kalan birçok Hmong ailesinden birinin genç oğlu Thao ve kızı Sue, Walt'ın bütün direnmelerine rağmen hayatına sızarlar. Wayt'ın fabrikadan çıkışına tanık olduğu 72 model Gran Torino'sunun buluşturduğu Walt ve Thao ikisinin de hayatını etkileyecek bir dostluğa doğru yol alır.
Thao'yu ev işlerinde çalıştırarak "adam" etme misyonunu üstlenen Walt aynı zamanda bu genç adama "erkek gibi" davranmasını ve "dövüşmesini" de öğretmeye kararlıdır.
Thao'yu dahil olmak istemediği "şiddet" döngüsünün dışında tutmak için ona "erkek" olmayı öğretmeye çalışan Walt, bir yandan da meseleleri kendi yöntemiyle çözmeye çalışır. Filmin bütün esprisi de burada yatıyor.
Kirli Harry yöntemleri
Çünkü, Walt'ın sorun çözme yöntemi, Eastwood'u bir oyuncu olarak "ikon" haline getiren yönlerinden besleniyor. Ki bu yönler aynı zamanda Amerikan günlük hayatının ve birçok olayda uyguladığı "dış politikası"nın da temel reflekslerini oluşturuyor.
Filmin olay örgüsü tıpkı western'lerdeki gibi kurulurken; Walt'ın sorunları çözme yöntemi "Kirli Harry"ye göz kırpıyor. Ama Walt, kâh elini tıpkı western'lerin düello sahnelerindeki gibi tabanca haline getirerek, kâh silahını alıp tehdit ederek durdurabileceğini düşündüğü "dış tehdit" konusunda fena yanılıyor.
Böylece sorunları çözme yöntemi olarak "Amerikan dilini" kullanan ve yücelten oyuncu Eastwood, bütün birikimini ve yaratığı karizmayı yönetmen Eastwood'un önüne atıyor ve bir karar vermesini istiyor.
Filmin finalini belli etmemek açısından burada kesmek de yarar var. Ancak, Gran Torino'nun Oscar'da neden görmezden gelindiği sorusunun cevabını, Amerika'nın günlük hayatında ve dış politikasında var olan western üslubuna yöneltilen sert eleştiride ve biraz da karamsarlığında arayabiliriz.
Gran Torino, Walt'ın yaşadığı dönüşümün altını doldurmaktaki sıkıntılarını bir yana bırakırsak, son zamanlarda sinemalarımıza uğrayan en iyi filmlerden biri.