18
Mayıs
2024
Cumartesi
KÜLTÜR/SANAT

EDEBİYATIN MOZART'IYDI...

Babası Azak kıyısında Taganrog’da bakkaliye sahibiydi; hesaplı, cimri, dindar bir adamdı. Oğlunun işini devam ettirmesini her şeye tercih ederdi. Pavel Çehov’un dedesi ise Rusya’nın milyonlarca toprak kölesinden biriydi. Taganrog Rusya’nın Baltık kıyıları gibi dünyaya açılan bir köşesiydi; Azak kıyısındaki şehir Rusların, Tatarların, Kazakların, Yahudilerin ve çağdaş ticaret ile tarımı temsil eden, çalışkan Almanların yığıldığı bir yerdi.

Anton Pavloviç Çehov’un ilginç bir dünyada büyüdüğü bir gerçek. Tıp okudu, kendisi de hastaydı. Rusya ikliminin denizle birleştiği yerlerde verem insanoğlunun başlıca düşmanıdır. Tek istisna Kırım sahilleriydi. Çehov mustarip olduğu veremden yakasını en çok orada kurtarabiliyordu.

Kısa ömründe hikayeleri ve tiyatro eserleriyle edebiyat alanının Mozart’ı sayılacak kadar verimli oldu dense yeridir. Çehov uluslar, kültürler ve zamanlar arasıdır. Çağının hiçbir dramaturgu, ne Henrik İbsen ne August Strindberg ve Bernard Shaw, onun kadar etkili olamaz. Herkes Çehov’da bir sosyal tahlilci, 1905 devriminin arifesinde etkileyici bir yazar arar. Oysa zamanının atmosferi dışında Çehov insanoğlunun derinliğini yakalamayı bilir. Onun karakterleri her zaman bu dünyada vardır. Çizdiği tipler bile her gün etrafımızdadır. Günün hareketsizlik ortamında sıradan konuşmalar yapan insanların iç dünyalarını onun kadar kimse çizemez.

“Vanya Dayı” durgun bir çiftlik ortamında yaşanan çatışan karakterleri anlatır
Çehov’un seyircisi satır arasından felsefe okumayı bilen bir uyanık okuyucu gibidir. “Martı” St. Petersburg’daki ilk temsilinde anlaşılamadı. Büyük tiyatro adamı Stanislavski’nin eline geçince Moskova Sanat Tiyatrosu’nda yüzyılın tiyatro olayı yaşandı.

Çehov tiyatro adamlarını rejisöründen tek repliği olan oyuncuya kadar ayrı bir dünyanın yani bir sanatlar bileşkesinin hizmetkarı yapan yazardır. Tiyatro oyunculuğu; Çehov gibi bir yazar, Stanislavski ve Nemiroviç -Dançenko gibi rejisörlerle gerçek ve muhteşem bir sanat haline geldi. Hâlâ daha Rus tiyatrosu böyle gidiyor. O dünya ile ilişkisi olan Tel Aviv’in, İngiltere’nin tiyatrolarında da bu sanat yaşıyor. Son 30 yıldır tiyatro dünyasının birçok yerde girdiği durgunluktan ancak bu ustalar izlenerek çıkılması mümkündür.

“Vanya Dayı” oyunu durgun bir çiftlik ortamında çatışan karakterlerin bir patlamasıyla sürer; daha doğrusu her şey gene bu çatışmaların üstündeki örtüyle devam eder. Bu görüş ne bir kötümserliktir ne de muhafazakarlıktır. Sakin görünen tabiat ve dünyanın içindeki müthiş kaynamayı görürüz.

Çehov psişik dramanın ustasıdır. Küçük hikayelerinde de aynı ustalık göze çarpar. Ölümsüz karakterler izlenir. Bu karakterlerin bazıları sadece bir toplumsal tiptir. Ama o tipler dahi zihnimizde ve gönlümüzde başka yazarların sözde derinlemesine incelenen karakterlerinden daha çok kalıcı izler bırakır. Tiyatroda ön sıradaki müdürünün ensesine hapşırdığı için hayatı kendine zehir eden ve boyuna özür dileyerek cinnet getiren gibi... Veya şehirde çırak olarak çalıştığı dükkanda ustasından yediği dayak, açlık ve kötü hayattan kendisini kurtarması için “köye-dedeye” adresine mektup yazan çırak çocuğun serencamı gibi...

Malikanesi, yazlığı ve evi hâlâ çok ziyaretçi çeker
Çehov’un karakter ve tiplerinin her biri okuyucuların zihninde hayat boyu yaşar. Çok erkenden benimsenen, çevrilen yazar 1904 yılı temmuz ortasında Almanya’da Badenweiler’de tedavi için yattığı klinikte öldü. Moskova’da bugün müze olan evi, Kırım’daki küçük yazlığı ve Rusya’nın merkezindeki “Melikhova” diye adlandırdığı malikanesi ünlü insanların ziyaret yeriydi.

Kostantin Sergeyeviç Stanislavski (Aleksiyev) yılda sadece birkaç temsil vermek için ünlü Moskova Sanat Topluluğu’nu kuran zengindir. Büyük tiyatro adamının hayatı Çehov’u yorumlamakla anlam kazanmıştır denebilir. Eşi Olga Knipper de bu tiyatro topluluğunun başarılı aktristiydi.

Rusya 1800’lerin sonundan itibaren sanat öncüsü oldu
Doğrusu Çehov’un dönemi büyük tiyatro adamlarının ve sanat koruyucularının zamanıydı. Aynen Stanislavski gibi tiyatroyu koruyan ve topladığı koleksiyonlarla bugün bir tiyatro müzesine adını veren Bahçurin veya Fransız empresyonistlerinin dahi yaşamasını sağlayan ünlü sanat koleksiyonerleri Sçukin ve Morozov gibileri hep bu çevrenin adamlarıydı.

19’uncu yüzyıl sonu ve 20’nci yüzyıl başındaki Rusya sahne sanatlarında ve müzikte eski klasik dönemini tamamlayıp modern dünyanın öncüsü bir ülke haline gelmişti. Bu verimliliği Birinci Cihan Harbi ya da komünist devrim değil, doğrudan doğruya Stalinizm sona erdirmiştir.

 

Dehalar arasında yaş farkı olmaz
Çehov’un en önemli iki dostu Maksim Gorki ve Lev Tolstoy’dur. Gorki gibi ileride Bolşevik hareketin içinde yer alacak bir yazar ve Lev Tolstoy gibi kilise karşıtı, adaletsiz düzeni tenkit eden ama dünyaya açık mistik bir Hıristiyanın müşterek tarafı nedir? Dehalar arasında Madam de Stael’in dediği gibi “yaş ve cinsiyet farkı olmaz” ve kanımca derin dehalar uyuşmazlıktan çok uyuştukları noktaların etrafında buluşurlar.

100 yıl evvelki Rusya 150 yıl evvelinden başlayan bu ananeyi sürdürüyordu ve bu dehalar camiası elan beşeriyete ışık tutabilir.

Sir Henry Layard Nisan 1877’de Britanya kraliçesinin büyükelçisi olarak İstanbul’a tayin edildi. Başbakan Gladstone’un liberalleri Osmanlı İmparatorluğu’nun Balkan topraklarındaki ayaklanmaları yeterince alkışlamış, hatta daha ötesine geçmişlerdi. Şimdi ise Rusya ile savaşın arifesinde muhafazakar bir hükümet iş başındaydı. Layard bu Türk karşıtı politikanın sona erişini temsil ediyordu.

II. Abdülhamid onu severdi
Başbakan Benjamin Disraeli’nin pro-Türk politikası Britanya İmparatorluğu’nun menfaatleriyle uyumluydu. Hiç şüphesiz Mithat Paşa gibi onu izleyen taraftarlarının beklentilerini karşılayan bir fiili destek olmasa da; savaşın sonunda İngiltere, Osmanlı’nın durumunu düzeltecek girişimlerde bulundu ve Ayastefenos Antlaşması’nın enkazını kısmen Berlin’de temizledi. Savaşın başlama zamanında Sinan Kuneralp’in girişte belirttiği gibi gökten inercesine Sir Henry Layard büyükelçi olarak tayin edildi.

Sir Henry Layard 19’uncu yüzyılın en ilginç kişiliklerindendir. Bilim dünyası onu Mezopotamya kazılarından tanıyor. Çivi yazısı önceden keşfedilmişti. Ama Asur’u Layard keşfetti. Hatta Mustafa Nuri Paşa’nın “abede-i iblis” adlı raporunu saymazsak, kuzey Mezopotamya ve güneydoğu Anadolu’daki Yezidiler üzerinde bilim dünyasının ilk ciddi gözlemleri de Henry A. Layard’a aittir.

Büyükelçi Layard Mezopotamya’ya âşıktı ve bu bölgenin ancak Osmanlı İmparatorluğu içinde kalarak kalkınabileceğine ve abat olacağına inanıyordu. Nitekim Sultan II. Abdülhamid’e Mezopotamya’da inşa edilecek demiryolu ve su kanallarının yaratacağı büyük zenginlik ve kalkınmadan da Layard layihası diyebileceğimiz raporla o söz etmiştir. Bu rapordan, bölgede Alman nüfuzunun yer etmeye çalışmasından çok önce, Layard’ın uyanık girişimine örnek olarak “Osmanlı İmparatorluğu’nda Alman Nüfuzu” adlı çalışmamda sözünü etmiştim.
“Henry Layard’ın İstanbul Elçiliği” başlıklı çalışma ise merhum Prof. Yuluğ Tekin Kurat’a aittir. İngiltere’de yaptığı bu doktora çalışmasında Osmanlı İmparatorluğu nezdindeki bu ünlü büyükelçinin icraatı doğrusu ustalıkla çizilmiştir.

Her türlü arşiv belgesi derlendi
1878 Berlin Kongresi’nde Layard Osmanlı İmparatorluğu lehinde girişimleriyle tanınır, “Avrupa’nın çifte standartı” gibi bir terimi ilk o kullanır. Fransız diplomat Fournier’nin ve Avusturya’nın Zichy’nin engellemelerine o mani olmaya çalışmıştır. Her halukarda Disraeli ve onun maiyetindeki Layard’ın Berlin kongresinde Osmanlı Balkan hakimiyetini destekledikleri ve ömrünün uzamasına katkıda bulundukları rahatlıkla ileri sürülebilir. Sultan Abdülhamid’in tuttuğu bir büyükelçiydi.

Kraliçe Victoria’nın İstanbul’daki büyükelçisi Sir Henry Layard’ın bu hizmeti 1877-1880 arasında sürdü. Bu müddet zarfında muhtelif konulardaki layiha ve notalar, büyükelçinin günlükleri, eşinin günlükleri, II. Abdülhamid hakkındaki görüşler, şehirdeki hayattan muhtelif diplomatik sorunlara ve imparatorluğun eyaletlerine ve etnik sorunlara ait meselelerle ilgili yayınlar; ama ön planda arşiv belgeleri Sinan Kuneralp tarafından derlenmiş bulunuyor.

ISIS yayınları Osmanlı Diplomasi Tarihi adlı bir merkez kurmuştur, bu merkezi Aygaz ve Ömer Koç mali yönden destekliyor; merkezin neşriyatından daha önce de söz etmiştik. “The Queen’s Ambassador to The Sultan / Kraliçenin Sultan Nezdindeki Büyükelçisi” ismi geçen derleme ve değerlendirmelerin 700 sayfada bir araya getirilmesidir.

iç şüphesiz ki Sinan Kuneralp dostumun Osmanlı diplomasi tarihine bilimsel anlamdaki son katkısıdır. Çalışmanın Türkçeleştirilmesi veya özet bir rapor haline getirilmesi daha faydalı olacaktır.

İlber Ortaylı - Milliyet
Yayın Tarihi : 31 Ocak 2010 Pazar 21:23:57


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?