27
Mayıs
2024
Pazertesi
KÜLTÜR/SANAT

İNSAN SESİNİN ÖLÜMSÜZ MÜZİSYENİ

Handel, Mesih Oratoryosu, Rahip Zadok İlahisi, Su Müziği gibi bugün hâlâ popüler eserler besteledi.

Bıraksanız sonsuza dek akıp gidecekmiş hissi veren, ağır tempodaki arya ve düetleri, orkestral bölümleri, insan sesini en yetkin biçimde kullanan tutkulu resitatifler ve ‘vahşi’ tempodaki aryaların içiçe geçtiği birbirinden cazip operaları, görkemli koral bölümleriyle Handel, günümüzde J.S. Bach’la birlikte, Barok dönemin en kusursuz iki bestecisinden biri olarak değerlendiriliyor.
İnsanlığa sayısız muhteşem ezgi bırakan, insan sesiyle yapılabilecek her şeyi, kendi dönemi içerisinde yapmış olduğuna inanılan bu görkemli yaratıcı, 14 Nisan 1759 tarihinde, yani bundan tam 250 yıl önce dünyamızdan ayrılmıştı.
Günümüzde yaşanan ‘Handel çılgınlığı’ aslında o kadar eskiye gitmiyor. Bestecinin 1985’deki 300. doğumyıldönümü kutlamalarından bugüne meteor hızıyla ilerleyen bir ‘tutku’ yaşandığından bahsedilebilir, bu Saksonyalı ustanın müziğine.

Almanya’da doğdu

23 Şubat 1685 yılında Almanya’nın Halle şehrinde doğan George Friedrich Handel (veya onu haklı olarak sahiplenen İngilizlerin çağırdığı isimle George Frideric Handel), ne tesadüf, kendisiyle aynı yıl doğan J.S. Bach ve D. Scarlatti’nin aksine, birkaç jenerasyonu müzisyen olan bir aileden gelmiyor. Kilisenin organisti Zachow’la çalışmasının ertesinde, Handel’in hukuk okumasından vazgeçiliyor ve ‘il caro Sassone’ (Küçük Saksonyalı) kendisini İtalya’nın verimli müzik ortamına atıyor, çok kısa bir Hamburg macerasının ardından. J.S. Bach’ın yaşamını nasıl Weimar, Cöthen, Leipzig dönemlerine ayırıyorsak, Handel’in yaşamını da, besteciliğinin biçimlendiği şehirler bağlamında, farklı dönemlere ayırabiliyoruz. 1703-1706 arasında yaşadığı Hamburg’daki opera evinde kemancı olarak çalıştığı dönemde tanıştığı besteci Reinhard Keiser’den etkilenir. Yazdığı 42 operadan ilk dördünü de bu şehirde sahneler.

Derken 1706’da İtalya yılları başlar... Dört yıl sürecek bu kritik dönem, Handel’in olgun dönemine damgasını vuracak olan ‘İtalyan stilindeki opera besteciliği’nin köklerini salmasını sağlar. Bu dönemin en ilginç tarafı, Handel’in, Roma ve Floransa’nın en zengin ve güçlü dört adamını çevresinde pervane edebilmiş olması. Ferdinando de’ Medici, Ottoboni, Pamphili ve Ruspoli’nin desteğini arkasına alabilmiş Handel’in bu güçlü desteğe rağmen neden İtalya’yı terk edip İngiltere’ye yerleştiğine dair tatmin edici bir açıklama getirilemiyor. Özgür yaratılışlı oluşu ve hâmilerinin kendisini Luteryenlikten Katolikliğe döndürme çabalarına sıcak bakmayışı, olası nedenler arasında gösterilir. 

İngiliz vatandaşı oldu

Handel, bu topraklarda geçirdiği yıllar boyunca; Floransa ve Venedik için birer opera, Napoli için bir serenat, Roma için kilise müzikleri, Papalığın yasak ettiği operanın yerine ise dindışı kantatlar besteledi. Hamburg ve İtalyan şehirlerinde geçirdiği çıraklık ve kalfalık dönemlerinin ardından, ustalık dönemi eserlerini vermek üzere Londra’yı seçen Handel, 1710’da bu şehre yerleşti, 1727’de Kral II. George’un tebası oldu ve 14 Nisan 1759’da, Londra’daki Brooks Sokağı üzerinde bulunan evinde yaşama gözlerini yumdu.

İngilizler, bugün tutkuyla bağlandığımız tüm eserlerini, ülkelerinde yaşadığı dönemde veren Handel’i kendilerinden saymakta haklılar. Handel, İngiliz Barok müziği biçeminin yaratıcısı Henry Purcell’in ardından taptaze bir soluk gibiydi İngiltere için. Operalarının yanısıra Londra için pek çok oratoryo da besteledi. 1718’de ‘Esther’ ile başlayıp 1752’de ‘Jeptha’ya uzanan çizgideki bu eserlerin arasında en iddialısı elbette ilk kez 1742’de Dublin’de sahnelenen ‘Mesih’ oratoryosuydu.

Eserde ikinci bölümü kapatan görkemli ‘Hallelujah’ korosu ile ünlenen ‘Mesih’in icralarında yerleşik bir uygulama vardır. Kral II. George döneminden bugüne miras kalan adet gereğince, eserde ‘Hallelujah’ korosunun ilk notaları duyulur duyulmaz halen dünyanın pek çok yerinde ayağa kalkılır.

Handel’in kimi ezgisi de vardır ki, futbol gibi ilgisiz gözüken bir alanda bile bu yüce yaratıcının sanatına farkında olmadan tanık oluruz. Örneğin, UEFA Şampiyonlar Ligi karşılaşmalarının TV yayınlarındaki jenerik müziği, bestecinin ‘Rahip Zadok’ adlı taç giyme ilâhisinin (anthem) ezgisinden alınmadır. Aynı ilâhi, Kral II. George’dan beri tüm İngiliz krallarının taç giyme törenlerinde seslendirilir.
Handel’e insan sesi için ürettikleri karşılığında müteşekkir olmakla birlikte bu büyük ustanın çalgısal müzik alanındaki verimini de görmezden gelemeyiz. Thames Nehri’ndeki kraliyet partisi için yazdığı ‘Su Müziği’ (1717), Aachen Antlaşması’nın kutlanması amacıyla 1749’da yazdığı ‘Kraliyet Havai Fişek Gösterileri Müziği’ ve çeşitli konçertoları da Handel’in dehasını sergilediği önemli yapıtlardır.

Hiç evlenmedi

Midesine düşkün oluşu, 1751’den itibaren görme duyusunu gitgide yitirişi, özellikle Londra yıllarında bağımsız bir besteci olarak dönemine göre şaşırtıcı bir örnek oluşturması, mükemmeliyetçiliğinden ötürü birlikte çalıştığı şancıları her yönden zorlaması, fevri davranışları, Handel’in kişiliğinin ana hatlarıdır. Yaşamı boyunca hiç evlenmemesi, doğru dürüst bir ilişkisinin bile saptanamaması, ‘acaba eşcinsel miydi’ tartışmalarına da yol açmıştır.

Georg Friedrich Handel ve Johann Sebastian Bach, bir yapbozun birbirini tamamlayan iki parçası gibidir. Yaşamı boyunca opera türüne yanaşmayan Bach’ın bu alandaki eksiğini Handel’in, içerik bağlamında birbirleriyle pek az noktada benzeşen kompleks sahne yapıtlarıyla kapattığı söylenebilir. Bach ise, sanki tüm dehasını, Handel’in birkaç süitle ‘geçiştirdiği’ solo klavye yapıtlarına yoğunlaştırmış gibidir. Bach’ın yazdığı 200 kadar dinsel ve dindışı kantatın sunduğu zenginliğin benzerini, Handel’in, pek çoğunu Londra’da yazdığı oratoryolarında görebiliriz.

Günümüzde J.S. Bach, Barok müziğin en saygı duyulan, Handel ise en tutkuyla bağlanılan bestecisi hükmündedir.

Radikal
Yayın Tarihi : 15 Nisan 2009 Çarşamba 17:55:39
Güncelleme :15 Nisan 2009 Çarşamba 18:03:23


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?