17
Haziran
2025
Salı
KÜLTÜR/SANAT

'İSYAN 3009 YILINDA DA OLSAK BİTMEYECEK'

Yılmaz Aysan, Siyah-Beyaz Sanat Galerisinde açtığı son sergisi ‘İsyan’da 1968 ile 2009 arasında defalarca üretilmiş bir imgeden hareket ediyor. 41 sene boyunca yeniden üretilen direnmenin ikonu olduğunu düşündüğü imgenin şifresini çözmeye çalışıyor. Bu imgenin, sol yumruğu havaya kalkmış kim olduğu belirsiz cinsiyetinin de önem taşımadığı bu figürün gizemine inanıyor öte yandan...

1968 ODTÜ devrimci afiş atölyesiyle ilgili yaptığı çalışma sırasında rastladığı bu imgeye sergisi için geldiği Ankara’da ODTÜ’ye yaptığı ziyareti sırasında binkaç gün önce tekrar rastlamış. Biraz şişmanlamış ve her zamankinden daha çok Uzakdoğu’luya benziyormuş. Devrimci sinema dergisi kapağından duvarlara, Dev-Genç örgütünün kimliklerinde bir logo olana kadar defalarca yeniden üretilen, kimi zaman yumruğu büyüyen kimi zaman Amerikan bayrağını yırtan kimi zaman süpermenleşen figürü, bu kez kendisi elleriyle tuvale taşımış.

Sergi çeşitli boyutlarda yeniden ürettiği bu isyan figürünün yanı sıra Gümüşlük’te yaptığı soyutlamalardan oluşuyor. Jestlere dayalı bu soyutlamalarla zıtlık oluşturan 1968 afişlerinden üretilen figüratif resimler, eski bir Leninist gerilimi mi gündeme getiriyor? Toplum için sanat mı yoksa sanat için toplum mu sorusunu mu sormayı mı deniyor? Hayır, Aysan’a göre 1968’dan beri yumruğu havada asılı figür, en az Gümüşlük’te refah ve keyif içinde boyadığı temsili olmayan resimler kadar soyut ve bireysel, hiçbir şey anlatma derdi yok ama çok şeyler hissettirme kapasitesi var.

Bu sergide tekrar ürettiğiniz bu figür üzerine konuşacak olursak... Bu figür tam olarak isyankâr olanı mı, isyan etme jestinin kendisini mi temsil ediyor?
Aslına bakarsanız, ikonlaşmış olan bir görüntünün bu afişle ön plana çıktığını gördüm 1968 ODTÜ devrimci afiş atölyesinin afişlerini incelerken... Bir şekilde isyan duygusunu, karşı çıkma, kabul etmeme, haykırma gibi fiileri ifade eden bir şekil olarak bu imge ortaya çıktı. Çeşitli siyasi eylemler için anonim bir biçimde üretildiği gibi ben de bu imgeyi kendi ellerimle tuval üzerinde farklı boyutlarda üretmeye karar verdim. 20 santimden 3 metreye değişik boyutlarda boyadım. Büyüdükçe ve küçüldükçe ifadesini kaybetmiyordu. Bir tür ikon olduğuna böyle karar verdim.

Bir anlamda imgenin şifresini mi çözmeye çalıştınız? Ve çalıştıkça gizem mi devreye giriyor?

Ben araştırıyorum. Bu resmin aslı bir fotoğraf. Mesela Ertuğrul Kürkçü, bu fotoğrafın, yönetmen Marco Bellochio’nun ‘Çin Yakındır’ filminden bir sahne olduğunu söylüyor. Dergide derginin kapağıyla ilgili hiçbir bilgi yok. Filmi de henüz bulup izleyemedim. Ama sonuçta önce bir fotoğraf daha sonra karşımıza siyasi bir afiş olarak çıkıyor. Şifresini çözmeye her çalıştığımda gizem mi bilmiyorum ama etkisini bir kez daha görüyorum. Sergiye gelen genç öğrenciler de doğruladı bunu. İsyan ifadesini çok iyi verdiği konusunda 7’den 70’e herkes aynı görüşü paylaşıyor.

Onu afiş olarak yapanla bir resim olarak yapan sizin niyetleriniz bambaşka. Bir anlamda bu elle yapılmış bir hazıryapım mı?

Sonuçta aslında bu bir reklam görseli. O zaman politik bir hareket kendi reklamını yapmak için bu görseli kullanmış. Reklam deyince ters düşüyor olabilir ama alışkınız biz politik parti reklamlarına. O dönemde de bu bir reklam tarzıydı. Ve kendi yaşam süreci var doğuşu var ve yaşadığı bir hayat var. Dün ODTÜ’ye gittim ben. ODTÜ’nün duvarlarında üç gün önce asılmış bir afiş var ve yine o afişlerde de bu figür var. Ama bu haline benzemiyor, iyice çirkinleşmiş. Bu 1968’de bir sinema dergisinin kapağındaki bir fotoğraf. Politikayla ilgisi olmayan bir fotoğraf. ODTÜ’dekiler bu resmi görüyorlar ve benim etkilendiğim gibi onlar da bu sinema dergisi kapağından Dev-Genç’in afişine ve kimlik kartının üzerindeki ambleme indirgiyorlar. Ben de şimdi onu o ortamdan çıkartıp sanat ortamına getiriyorum. Sanat olarak yeniden yorumlamak istiyorum ve onun etkisini bu kez sanat ortamında görmek istiyorum.

Yıl olmuş 2009 tekrar ürettiğiniz zaman aynı imgeyi bir anlamda isyankârlığını evcilleştirmiş olmuyor musunuz? Artık isyana teşvik etmez olmuyor mu?
Zor bir soru bu... Bence isyan hala devam ediyor ve 3009 yılında da olsak bitmeyecek. Çünkü her zaman istemediğimiz şeyler oluyor. Kişisel hayatımızda, toplumsal hayatımızda... Chavez, ‘İklim banka olsaydı onu kurtarırdınız’ demiş. Çok hoşuma gitti.

Öte yandan bu sergideki resimlerin, politik amacı, niyeti yok. O anlamda evcilleştirilmiş diyebiliriz. Bu bir propoganda görseli değil bu sergide.
Propaganda görselinden hareketle yaptığınız resimlerle Gümüşlük’te yaptığınız soyutlamalar, iki zıt estetik bir arada. Toplum için sanat, sanat için sanat?
Birisi içeri girdi, burada iki ayrı sergi mi var diye sordu. Çok planladığım bir şey değildi. 1968’in en büyük özelliği her şeyin çok saf ve temiz olması. Oysa şimdi devrimcilik nedir, sol nedir, bu karışmış durumda. O dönem herkes ne istediğini çok iyi biliyordu. Saf ve temiz duyguları vardı herkesin. İstenen şeyler, yapılmış olsaydı dünya bugün çok daha güzel bir yer olabilirdi. Hala da yapılabilir. Ertuğrul Kürkçü mesela ‘Şu anda da bu afişler kullanılabilir. Üzerlerindeki laflar da hala geçerli’ diye düşünüyor. Bütün bunlara gönderme var sergide.

Ama sonuçta 1968 kuşağı büyük yenilgiye uğratıldı. Dünya da değiştirilemedi. Çok ama çok optimist konuşmuyor musunuz?

Ne fark eder? Ondan önce de başkaları yenilmişti. Mücadele devam ediyor. Adam bağırmaya devam ediyor. Bağırmaya devam etmeseydi zaten hayatını sürdüremezdi. Hala sergiye her giren onun bağırmasını duyduğunu söylüyor. 1000 sene sonra da bağırmaya devam edecek. Süreç önemli. Bunlar bağırdı ve kazandılar. Mutlu ve şişmanlar ve torunlarını seviyorlar. Selçuk Demirel’in Che sergisinde gördün. Che, yaşıyor, saçları kısalıyor, kravat takıyor, bankacı oluyor. Sonuçta yaşamış olsaydı öyle olabilirdi. Ama o donmuş kalmış. Çarmığa gerilmiş bir İsa figürü gibi.

Che bir sürü küresel hafızada yerini aldı. Ama bu imge, Türkiye direnişi için geçerli... Che bir küresel ikon ama bu 68’den beri dolaşımda olduğunu tespit ettiğiniz isyan figürü, bizim buranın direnişe ilişkin daha iyi bir dünya talebimizin sembolü. Yerli bir imge olması itibarıyla önemli.

Çok güzel söyledin. Esas fikir bu. Bize ait bir figür. Ama yerli bir figür olmasına rağmen kökeni yerli birisi de değil. Böyle bir insan yok öte yandan. Yani çizile çizile çok farklılaşmış. Her yeniden üretildiğinde farklı bir ifade kazanmış. Ben de onu yeniden üretiyorum. 68’de birisi çizmiş, Ankara’dan sonra İstanbullu başka çizmiş. Onun bir hayatı var.

Bedri Baykam, Deniz Gezmiş’in parkasını dolaştırdı Veronika’nın peçesi gibi... Bu parka giyildi elden ele dolaştırıldı. 1968 hareketinin bir parkaya indirgenmesi, fetişize edilmesi bu konuda düşünen, araştırma yapan ve Deniz Geçmiş’i yakından tanıyan birisi olarak size neler hissettirdi?

Çok bozuldum. Çok itici geliyor. Orada politika var. Bunu sanatsal bir tavır olarak görmek çok zor. Üstelik o gerçek parkası mı o da belli değil ki... Gerçekten o parkaysa tutuklandığında o parka var üzerinde. Bedri Baykam, polisten mi aldı?
Bu yerli direniş imgemizin Deniz Gezmiş resminden, posterinden, stensilinden farkı var mı sizce? Varsa nedir?

Deniz Gezmiş’in stensil portresini birçok yerde kullandılar. Roll dergisi kapağında da. Bence aralarında ifade farkı var. Bu soyut bir şey. Bu soyut bir resim. Soyut resimlerle olmasının anlamı da oradan çıkıyor. Sen onu figür olarak görüyorsun ama beynimizde bir isyan ikonu. Şekli önemli olmayan bir şey. Mesafesi var. Duygu ifadesi o yüzden enterasan geliyor bana. Yoksa Deniz Gezmiş’in portresini o şekilde büyütüp oraya koysan isyan duygusunu göstermez ama isyan etmiş birini gösterir. Atatürk portresi gibi. Atatürk’ün de ikonlaştırılmış siyah beyaz görselleri vardır. Obama’yı da yapıyorlar aynı şekilde. Ama burada kim olduğunu bilmediğimiz biri var. Kimse değil. Bazıları buna bizim çocuk diyorlar, daha yaşlılıar Dev-Genç’li diyor. Fulya (Sade) bağıran adam diyor. İsmi de yok. Her zaman bir figürü görüyor olman sana onun bir figür olduğunu söylemeyebiliyor.

1968 Afişleri kitabınız için bir seri söyleşiler yaptınız. 1968 büyük bir nostalji ama ne kadar gerçek bir şey? Tam olarak neler yaşandı biliyor muyuz?
Aslında bilinen şeyler var. Olup biten şeylerle ilgili kimse açık konuşmuyor. Bilinmeyen çok şey var. Hiçbir zaman da bilinmeyecek. Uzun sohbetler yaptım, Ertuğrul Kürkçü’yle, Hasan Barutçu’yla... Kitabı 1986 yılında yapmaya başladım. İlk söyleşiyi 1987 yılında Kürkçü hapisten çıkar çıkmaz onunla yaptım.
Bütün bu araştırma neticesinde neyi hala merak ediyorsunuz?

O afişleri kimin çizdiğini merak ediyorum. Bu afişlerin çoğu 1971 yılında arkadaşların bazılarının göz altına alındığı sırada aileleri tarafından yok edilmiş. Bu afişlerden göremediklerimi hala merak ediyorum. Ve bir yerlerden çıkacaklarına dair hala umudum var.

Devrimci afişçiler ilk kez buluştu
‘1968 ODTÜ Devrimci Afiş Atölye-sinin Öyküsü’ başlıklı konuşmaya atölyenin mensupları katıldı. Atölyenin Aydın Kılıçoğlu, Aykut Ülkütekin, Çetin Ünalın gibi efsanevi aktörleri ilk kez buluşarak tarihi açıklamalarda bulun-du. Kaybettikleri dostları atölyenin diğer efsanevi üyelerini başta İbrahim Niyazi-oğlu ve Koray Doğan’ı sevgiyle andılar.

Yılmaz Aysan, 1965 yılında ODTÜ mimarlık fakültesi balosu için özel olarak düzenlenen kantine bakan boşluğun o zamanki resmiyle bugünkü resmini yan yana getirerek başladı konuşmasına... O zamanki kantine bakan boşlukta tuhaf maketler, uzak uygarlıklara ait sürrealist figüratif maskeler sallanıyor. Şu anda ise aynı mekan büyük bir terk edilmişlik duygusu taşıyarak kendinden başka hiçbir yaratıcı aksesuara evsahipliği yapmıyor.

Aysan’ın öyküsü bittiğinde ise suskunluklarıyla bilinen öykünün asıl kahramanları ilk kez sözü aldı ve birçok sır bu buluşma sayesinde Ankara Mimarlar Derneği’nde 19 Aralık 2009 akşam saatlerinde su yüzüne çıktı.

Örneğin bunlardan biri toplatılan 1967 ODTÜ yıllığının toplatılma nedeniydi. Siyasi bir ambleme sahip olduğu için değil, okulun kurumlarıyla dalga geçtiği için örneğin mühendislik bölümünü, mühendiscik olarak yazıldığı için yıllık toplatılmıştı. Komer’in arabasını yakanlar arasındaki Ahmet Sönmez, bu esnada Cadillac marka arabanın armasını, tıpkı plakasını da aldığı gibi cebine atmış. Evinde sık sık bunu ve arabanın plakasını göstermesiyle ünlüydü. Ama arabanın bir değil, iki plakası vardı. Bu plakalardan biri evet Ahmet Sönmez’deydi ama diğeri eski Adalet Bakanı Sırrı Atalay’ın oğlu İbrahim Atalay’daydı. Baba Sırrı Atalay oğluna böyle bir iş yapıp da plakayı saklamasına hatta fena halde kızmıştı.

Ertuğrul Kürkçü, afiş atölyesine ertesi gün düzenlenecek bir miting için afiş siparişiyle geldiğinde afişçiler hemen sorarlarmış, yarınki mitingte ‘hakim çelişki nedir?’ diye... Hakim çelişki’ye göre afiş ortaya çıkarmış. Süt ağalığına son afişi, ineğin önündeki ağasıyla da yine böyle bir afiş öncesi hazırlığı konuşması sonrasında çıkmış. 1970 yılında Yılmaz Aysan 2. yurtta kaldığı odasının dolaplarını, Che’nin fotoğra-fıyla, babasından öğrendiği resmi kareleyerek büyütme yöntemiyle bir güzel kaplamış. Bunu gören yurt komi-tesi hemen onu çağırarak aynısını yurt komitesi odası için sipariş etmiş. Aysan da severek görevini yerine getirmiş.

Ayşegül Sönmez - Radikal
Yayın Tarihi : 21 Aralık 2009 Pazartesi 21:16:45


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?