26
Mayıs
2024
Pazar
KÜLTÜR/SANAT

TÜRKOLOJİNİN BÜYÜK YILDIZI KAYDI...

İrene Melikoff, Fransız akademi dünyasının zirvesine çıkarken üç de aydın çocuk yetiştirdi. Üstelik her zümrenin sevgisini kazanmıştı

Fransız medyasında çıkan haberler dört haftaya yakın bir süredir komada olan ünlü bir bilginimizin, Prof. Irene Melikoff’un iyileşme imkanının kalmadığını yazıyordu. Bu haber hekimlerin raporuna dayanıyordu. Nitekim perşembe gecesi ebedi aleme geçti. Hiç şüphesiz Türkoloji dünyası yaslı günler yaşıyor.

1917 Ekim’inde Petrograd’da doğdu. St. Petersburg’un savaş başında değiştirilmiş adıydı. İhtilal günleriydi, sokaklar kaynıyordu. Ana tarafından Rusya’nın soylu bir ailesinden, baba tarafından Azerbaycan’ın petrol burjuvazisine mensup Aleksandr Melikoff’un kızıydı.

Küçük İrene’e sorsalar Rusya’yı bırakabilir miydi bilinmez ama aile bir yıl içinde Rusya’yı terk edip Fransa’ya geçti. Ruslar bazı muhacir milletlere benzemez; okumuş üst sınıf aileler ulusal kültürel kimliklerini hassasiyetle muhafaza eder.
Kusursuz Shakespeare okuyacak kadar düzgün İngilizce ve bulunduğu ülkenin Fransızcasını en haddeden geçmiş tarzıyla kullanan Melikoff; hiç şüphesiz ki Rusçayı da en zarif telaffuz ve zengin lügat ile öğrendi. Üç dili de sadece kulaktan değil, kitaplardan zenginleştirmişti. Sonra bunlara İtalyanca katıldı. Döneminin bütün Fransız aydınları gibi liseyi bitirdiğinde Yunanca, Latince klasiklerle yeterince tanışmıştı.

Melikoff Kafkasların kültürünü her zaman büyük hayranlık ve saygıyla izlediğinden, Doğu dilleri okuluna gitti. Burada Türkiyat şubesini seçmişti. Bölümün hocası Jean Deny idi. Prof. Deny Polonya asıllıdır. Güçlü bir linguist yani dilbilimcisiydi. Türk dilinin gramerini halen aşılmaz biçimde derleyen odur.

Öğrenciler Deny’yi sıkıcı buluyorlardı. Sıkıcı bulmadıkları, ömür boyu hayranlıkla andıkları hocaları ise Paris’te sürgününü yaşayan, milli mücadele döneminin sağlık bakanı Dr. Adnan Adıvar’dı. “Adıvar size ne öğretiyorduk ki?” diye sorduğum zaman Bernard Lewis “Her şeyi, hatta Goethe’nin ‘Faust’unu bile. O iki dünyanın da kültürüne sahip, ikisinin de üstadıydı” dediydi.

Türkler onu hep el üstünde tuttu

İrene Melikoff ünlü matematikçimiz Salih Zeki Bey’in oğlu Faruk Sayar ile evlendi. Bu evlilikten Belkıs Sonya, Ladin ve Şirin Laura adlı üç kızları oldu. Kültürel kimliği kuvvetli bütün Rus aydınları gibi yad ellerde üç kızına da Rusça öğretti ve çok sevdiği kızlarının babalarının dili olan Türkçeyi de birlikte aşıladı. Şirin Laura bugün saygı duyulan bir Türkologdur, bilhassa Azerbaycan mıntıkasının edebiyatını çok iyi tanır.
İrene Melikoff hoca Türkiye’nin her şeyiyle ilgilendi.

“Danişmendname” üzerine kaleme aldığı ünlü doktorasından sonra Alevi tetkikleriyle uğraştı. “Uyur İdik Uyardılar” onun bu konuda geniş halk kitlelerine yönelik bir kitabıdır.

Türkiye’nin solcularını da sağcılarını da tanıdı. Kırıcı olmadı ve batılı meslektaşlarında pek bulunmayan tevazuu ile her zümrenin muhabbetini kazandı. Strasbourg’da yardım etmediği Türk yok gibiydi; işçiler, gurbetçiler, talebeler... İnsanımız kendisini kollayanı unutmaz; Melikoff da Türklerin bulunduğu yerlerde el üstünde tutuluyordu.

En tatsız zamanlarda bile Türkiye’den uzak kalmadı

Birçok Türkologun Türkçe konuşmayı öğrenmediği, kendisine tarihçi diyenlerin Türk edebiyatı ile ilgilenmediği, hatta lüzumlu bir faaliyet olan gazete okumaktan bile kaçındığı bir dönemdeyiz. İrene Melikoff Türkolojinin altın devrine mensuptur ama zor hayatının içinde üç aydın çocuk yetiştirip Fransız akademi dünyasının zirvesine kadar yükseldi. Yaşadığı hayatın emektar ruhlu insanlara örnek olmasını dileriz.

Birtakım münasebetsizlerin aksine, tatsız zamanlarda dahi Türkiye’den uzak kalmadı. Bu halkı ve ülkeyi sevdi. Onun şahsında sıcak bir dost tanıdık. 30 yıla yakın tanıdığım, samimiyetle görüştüğüm bir aziz meslektaşı unutmak mümkün değil. Her zümreden Türkün tanıdığı kimseydi.

Bilim dünyamızdan bir yıldız daha kaydı. Üzüntülü günler ama hayat bu.

Zaman gazetesinin Kurşunkalem’ine

Zaman gazetesi son 2,5 yıl içinde birkaç kere Topkapı Sarayı Müzesi ile veya şahsımla ilgili mesnetsiz ve araştırmasız olarak tenkit eden yazılar neşrediyor. Açıktır ki oradaki bir grubun benimle arası pek iyi değil. Bu beni çok ilgilendirmez. Herkesin dostu olmak durumunda değilim.

Şahsen gazeteyle bir çatışmam hayat boyu olmadı. Kendi hak ve adalet anlayışım içerisinde Zaman gazetesi dışında Yazarlar Sendikası’yla, yurtdışındaki okulların faaliyetleriyle ve Rusya Türkiye bilim adamları grubuyla yakın ilişkiler kurdum, müspet çalışmalarını da destekledim.

Gazetenin son kötü niyetli çıkışı, Hürriyet’in 1 0cak 2009’da çıkardığı yeni yıl ekindeki benimle ilgili bir resim altyazısıdır. Bu yazıda Murat Bardakçı’nın Talat Paşa ile ilgili kitabı üzerine biraz takılmalı fakat daha çok yazının altını düzenleyen muhabirenin kapasitesizliğinden ileri gelen bir alıntı var. “O bunak memurların verdiği notlara dayanarak kaleme aldığı not defterinden” ibaresi fazla özet çıkarılmış.

Defter hiç şüphesiz Talat Paşa’nın evrak-ı metrukesi arasındadır. Güzel yazılıdır, Paşa’nın kendi yazısı bu kadar güzel miydi bilemiyorum, ama katiplerine dikte ettirdiği açıktır. Bardakçı gazetecidir ve tarihçidir, bulduğu evrakı da yayımlar.
Talat Paşa’nın önüne gelen ve kaydedilen rakam ve malumatın hakikati yansıttığına kani değilim. 1915 yılının Osmanlı bürokrasisi neyi ne kadar sağlıklı kaydeder, Allah biliyor. Kaldı ki, Osmanlı İmparatorluğu’nun 1915’teki geri ulaşım teknolojisi ve örgütsüzlüğü malum. 900 bin kişiyi nasıl sevk ettiklerini düşünmek lazım. Tabii edemezlerdi.

Bütün bunlar dururken Zaman muhabirinin bana hiçbir şey sormadan (ki sık sık olur olmaz şeyler için telefonla rahatsız ederler) bana Talat Paşa’nın şehit olduğunu öğretme pişkinliğine hayret ederim. Devlet-i Aliye’nin sadrazamına bunak diyecek değilim, bunayamayacak kadar genç bir yaşta da suikasta kurban gittiği malumdur.
“Ailesi bunu okuyunca ne der?” gibi bir mahalle provokasyonu da yapıyorlar.

Bahsedilen şahıs Telgraf Müdürü Talat Bey değil, Sadrazam Talat Paşa. Tarihi portrelerin defteri kapanmaz. Toplumlar onların hayattayken aldığı kararlar ve yaptıkları kadar artlarında kalan mirası da yaşarlar. Mesela yayımlanan defterin bugünlerde yeni başkan Barack Obama’nın masasına konacağı açıktır.
Zaman gazetesinin isimsiz muhabirlerini terbiyeye davet ediyorum. Gazetenin yanlış tavrının kendilerini bir yere götürmeyeceği bellidir. Basın organı olarak hizmet etmek için illâ galiz olmak gerekmiyor.

İlber Ortaylı - Milliyet
Yayın Tarihi : 12 Ocak 2009 Pazartesi 20:53:30


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?