30
Mayıs
2024
Perşembe
KÜLTÜR/SANAT

İŞTE TAM BİR İSTANBULLU

Aret Vartanyan (30), Ermeni asıllı bir İstanbullu. İlk kitabı "Sen ve Ben"le yıldızı parlamaya başladı. Kitap, 3 haftada 5 bin sattı. Okurlarından yüzlerce mail yağıyor. TÜYAP Kitap Fuarı’nın en çok ilgi gören yazarlarındandı.

Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi’nden sonra Oxford’da teoloji eğitimi gören Vartanyan’ın o kadar çok hüneri var ki. Profesyonel iletişim uzmanı, özel bir üniversitede iletişim üzerine uluslararası sertifika eğitimi veriyor, Patrikhane Danışmanlar Kurulu’nun en genç üyesi. Adeta milletler karması yoksul bir ailenin tek çocuğu. Babası Ermeni, annesi Rum, babaannesi Yahudi, halası Müslüman, anneannesi İtalyan, dedesi Rus. "Yaşamak için çalışıyorum, varolmak için yazıyorum" diyor. Şimdi 2010 Avrupa Başkenti İstanbul için "İstanbul’da Azınlık Olmak"ı yazıyor.

Bir Ermeni ile Rum’un evliliği sık görülen bir durum mudur? Babanız ve annenizinki aşk evliliği mi?

- Karma evlilik dendiğinde hep akla bir gayrimüslim ile Müslüman’ın evlenmesi geliyor. Oysa o kadar sert olmasa da bir Ermeni ile Rum’un, bir Musevi ile Ermeni’nin evlenmesi de karma evlilik olarak adlandırılır ve çok da sık yaşanmazdı. Babamla annemin aşkı gerçekten yoklukların içinde şekillenmiş ve biraz da babamın ailesinin karşı durduğu bir evlilik olmuş.

Anne ve babanız dindar mıydı, inanç farklılıkları sorun olur muydu?

- Ermeni ve Rum bayramları farklı zamanlarda gerçekleşse de annem her zaman dikkat ederdi. Her iki tarafın Paskalya’sına, Noel’ine aynı özenle hazırlanırdı. Küçükken Rum kiliselerine daha sık giderdim, daha doğrusu götürülürdüm. Sonra inancın da, Tanrı’nın da içimde ve her yerde olduğuna inandım.

Evde Rumca mı, Ermenice mi konuşuluyordu?

- Anne ile anneanne Rumca konuşurdu. Ben de hep Türkçe cevap verirdim. Bu yüzden de Rumcam çok iyidir ama diksiyonum bozuktur. Hiç Ermeni veya Rum okuluna gitmedim. Ermeni ilkokulunun aidatını ödeyememişler. Yol yordam bilmedikleri için burs için de başvurmamışlar. O yüzden Ermenicem çok kötüdür. Ailemin maddi durumundan dolayı devlet okullarında okudum. Lisansı, yüksek lisansı da devlet üniversitesinde okudum. Oxford’a gittiğimde asıl derdim okumaktan önce İngilizce açığımı kapatmaktı.

Bildiğim kadarıyla başınızdan bir evlilik geçti. Siz de anne babanız gibi karma bir evlilik mi yaptınız?

- Hayır, eşim de Ermeni’ydi. Karma evlilikle ilgili o kadar üzücü hikaye gördüm ki. Sırf Ermeni, Türk, Kürt, Alevi, Sünni diye aşkın yaşanamamasını hiçbir akıl açıklayamaz. Sadece zorluklar olacaktır. En basit örnek, çocuk sünnet mi olacak, vaftiz mi? Hoşgörü, anlayış, saygı. Neden karma evlilikte kendi çocuğumuzu kaybetmiş gibi görüyoruz da yeni bir çocuk kazandık gibi göremiyoruz? Ya da neden onlara kalıpların dışında saygı duyamıyoruz. Aşık olacağım bir başka kadın için öncesinde şu olsun bu olsun denilebilir mi? Oldu olacak saç rengini, göz rengini, boyunu posunu da seçeyim.

Baba olsanız siz çocuğunuzu nasıl yetiştirirdiniz?

- Çocuk daha doğmadan din hanesini doldurmaya bile karşıyım. Benim için önemli olan çocuğumun önce iyi bir insan, bir dünya vatandaşı olması. Mümkün olduğu kadar empoze etmemeye çalışacağım. Kendi yolunu çizsin. Baksanıza sonra hepimiz, kendimiz olmak için nasıl yıpranıyor, hatta kendimizi bulamıyoruz.

İSTANBUL’DA SADECE ERMENİ VE RUMLAR DEĞİL, GUSTOSU OLANLAR İLE EŞCİNSELLER DE AZINLIK

İlk kitabınız Sen ve Ben’de kendi kendinize konuşuyor izlenimi veriyorsunuz...

- Sohbet ediyorum. Kitapta çocukluğum, gençliğim var. Karşımızdakiyle şeffaf bir ilişki yaşamak istiyorsak, maskelerimizi çıkarmamız lazım. Okurla sohbet edip kenara çekildim. İçimi döktüm, maskemi çıkardım. Sıra sizde, dedim. Ne mutlu ki vermek istediğimi verebilmişim. Kendi içimdekini dökerken, okurların da ne kadar çok konuşmak istediklerini anladım. En çok da kadınların. Şu ana kadar gelen 700 mailden 680’i kadınlardan.

Kadınların sevdiği türden bir yazar mı olacaksınız?

- Okuyucularımın azımsanmayacak bir bölümünün kadın olmasında savunmasız, maskelerini yırtıp atmış, çırılçıplak bir erkeğin olmasının payı var elbet. Erkekler de kendilerini buluyor. Kadınlarla duygusal ilişkileri yürütmekte iyi olduğumu düşünmüyorum. Ama kadın ruhunu tanıyorum, biliyorum. Benim anlayamadığım şey de bu kadar iyi bildiğim ruha, neden ilişkide bekleneni veremediğimi çözemiyorum. Anneme seni seviyorum diyemiyorum. Eşime de çok fazla diyemedim. Ama çok sevdim. Kadınların karşısında erkekler o kadar güçsüz ki. Bu güçsüzlüğü toplumda erkek hegemonyası yaratarak kapatmaya çalışıyoruz. Yoğun yaşıyorum, derinde yaşıyorum, hissettiriyorum sonra çekiliyorum. Bir anda gerçekten beyaz atlı prensin sizi bulduğunu düşünebilirsiniz. Yoğun, her şeyimle bırakıyorum kendimi. Ama sonra o büyünün sıradanlığa dönüşmesinden korkuyorum. Ama aşkı yaşamaktan vazgeçmiyorum.

Bir de sıradaki romanınız var, İstanbul’da Azınlık olmak...

- İstanbul’da sadece Ermeni ve Rumlar değil; gustosu olanlar, eşcinseller de azınlık. Roman, bunların hepsini içine alıyor. Çocukluğum, gözlemlerim, ailem var. Bir Yahudi Ermeni hakkında ne düşünür, bir Ermeni Rum hakkında ne düşünür; Kürt, Türk hepsi var. Mahalle baskısı nedeniyle İstanbul’da İstanbullu olarak yaşayamamayı, İstanbullu olmanın ne kadar zor olduğunu anlatıyorum. 2010’da İstanbul’un kültür başkenti olmasının yaratacağı sinerji, kitabın filme dönüşmesi için yurtdışından fon alınmasını kolaylaştıracak. Yayıneviyle birlikte Kültür Bakanlığı da dahil olmak üzere girişimlerde bulunacağız. Hedefim, filmin yönetmeninin Ferzan Özpetek olması.

Kırk tarakta beziniz var. Nereden bu enerji, başınız dönmüyor mu?

- Farklı kulvarlarda koşmak bana heves gibi gelmiyor. Yaptığım her işin bana değer kattığına inanıyorum. Tek bir hayatımız var.

Her şeyi yapabileceğinizi mi göstermeye çalışıyorsunuz?

- Aret bunu yaptı değil, Aret bunu kendi gibi yaptı, denmesi önemli. Yeri süpürsem bile, Aret süpürdü, desinler. Askerdeyken böyle olmuştu. Mıntıka temizliğinde bahçeyi sağdan sola süpürürdüm. Komutanlar benim süpürdüğümü anlardı. Bölükte şimdi bu tarz süpürme kural oldu.

Sırası gelmişken sorayım; mahallede, okulda, askerde hiç Ermeni olduğunuz için baskı altında hissettiniz mi kendinizi?

- Hiçbir zaman Aret’e Alper demek zorunda kalmadım. Hiç çekinmedim, askerde de çok rahattım. Ben farklıyım gibi bir duyguyu hiç yaşamadım. Ama özümü hiç inkar etmedim. Hep dikine gittim. Kimse de üstüme gelmedi. Yeni nesil çok şanslı. Özgür yetişmesi, kabuğu kırdı. Hrant Dink öldürülünce korktum, kabuk yeniden üstümüzü örter diye. Ama korktuğum olmadı.

PATRİK İYİ BİR DOST

İnancımda sorun yoktu ama 2002’ye kadar Patrikhane’nin kapısından içeri girmemiştim. 1998-2000 yılları arasında Agos’ta yazmaya başladım. Hrant Dink, başlık atmayı, haber yazmayı öğretti, cemaatle yakınlaşmamı sağladı. 2002’de tesadüfen Patrik Hazretleri ile tanıştım. Frekanslarımız tuttu. Gençlere çok önem veriyordu. Mail grubu kurma hazırlıkları vardı. İletişimci olmamdan ötürü önemli sorumluluklar aldım. Üç kişilik mail grubu bin 200’e çıktı. Yine Patrik’in sayesinde Yerida Sartner (İstanbul’un Ermeni Gençleri) adlı grup kuruldu. İngiltere’den 2004’te döndüm ve 12 kişilik Patrikhane Danışmanlar Kurulu’na seçildim. Belki de Patrikhane tarihinin en genç kurul üyesiyim. Patrik’le ciddi anlamda kaynaştık. Patriğim olmasının dışında çok iyi bir dost. O bir düşünür. Bir psikologdan yardım alır gibi konuşurdum. Felsefi bir danışman gibidir. Çok güzel analizleriyle beni cesaretlendirmiştir hep. Akşam sohbetlerinin benim üzerimde büyük etkisi vardır. Sıkıştığımda telefon açtığım, sarıldığımda pozitif enerji aldığım biriydi. Maalesef sağlık sorunları nedeniyle ara verdik.

Gülden Aydın - Hürriyet
Yayın Tarihi : 22 Kasım 2008 Cumartesi 18:19:03


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?