29
Mayıs
2024
Çarşamba
KÜLTÜR/SANAT

TARİH HIRSIZLIĞINA BİZ KAPI ARALADIK

İngilizler Bodrum’da bulunan eserleri ülkelerine götürmek istediklerinde Sultan Abdülmecid ne düşündü bilinmez. Ama gemi kaptanı bile dünyanın en seçkin heykel koleksiyonu taşıdığının farkındaydı...

Türkiye’nin güney sahillerinin canlandığı mevsimdeyiz...
Sahiller insan yığını, turist de var... Müzeler hareketli... Yakın dönemde özellikle genç kuşaklar bu coğrafyada yaşamış eski kültürlere kayıtsız değiller... Müze yönetimlerinin değerlendirmelerinden anlaşılan bu...
Anadolu tarihi miras ve zenginlik açısından olanca soyguna rağmen hâlâ dünyanın en zengin bölgesi...
Ve hâlâ en fazla yağmalanan!.. Neyse ki eskisi kadar takipsiz değil hırsızlık... Hayıflanıyoruz kaçırılanlara, Türkiye’ye geri verilmesini istiyoruz götürülen ne varsa... Ancak unuttuğumuz bir gerçek var, bugün dünya müzelerinin envanterinde en ayrıcalıklı yeri işgal eden eserler sanılanın aksine kaçırılmış falan değil, hediyemiz olarak götürülmüş durumda...
Tarihi eser kaçakçılığı 20. yüzyılın, bugünün derdi. Dünün dünyasında böyle bir sorun yoktu! Sorun yoktu demekten kastım yapılana hırsızlık denemeyeceğidir... Antik medeniyet adına Roma dışında hemen hiçbir esere sahip olmayan kıta Avrupası’ndaki devletler, geçmiş büyük/küçük uygarlıklara ait eserleri bulundukları yerlerden söküp kendi topraklarına taşıyarak, tarihi coğrafyaya olmasa da tarihi mirasa sahip olduklarını kanıtlayarak tatmin oldular... Özellikle İngiltere ve Fransa kâh askeri başarının ardından kâh diplomatik kanallardan ilettikleri ricalarla müzelerini doldurdu.
Eserlerin söküldüğü ülkelerin ne halkı ne yöneticileri böyle bir bilince sahiptiler... Örneğin Osmanlı Devleti asırlarca hakimiyeti altında kaldığı halde Mısır firavun mezarlarıyla zerre kadar ilgilenmedi... Hidivlik müstakil hale geldiğinde de idarecileri kendileri dışında herkesin gözünde ilginç sayıldığını bildikleri için, gönlünü kazanmak istedikleri devletlere kral mezarlarından çıkan mumyaları hediye olarak gönderdiler...
Osmanlı’dan da bir örnek vereyim...

‘Ganimet dediğin taş direkler mi?’
Tarihlerimizin ‘Deli’ lakabıyla andığı Sultan İbrahim kaptanı deryası ve ikinci veziri Yusuf Paşa’ya itibarıyla bilinir. Dalmaçya’da Nadin kasabasından alınıp Topkapı Sarayı’na getirilmiş kimsesiz bir çocuktu Yusuf Paşa. Mizacı hakkında bilgi vermek için şunu da ekleyeyim:
Bir kış günü yarı çıplak halde donmak üzereyken onu görüp acıyan, evine alıp yiyecek ve ayakkabı veren kadını paşalığa terfi ettiğinde bulup, o gün kendisine verdiği ayakkabının içini altınla doldurduktan sonra “Gecikmiş borcumu ödüyorum anacığım” diye ziyaret eden kişidir...
İkinci vezir olduktan sonra Sultan İbrahim onu uzun yıllardır kuşatmanın devam ettiği ve bir türlü sonuçlanmayan Girit’in zaptı işini halletmekle görevlendirdi. Yusuf Paşa askeri harekâtla sorunun çözülemeyeceğinin farkındaydı... Kendisinden önce adaya defalarca asker çıkarılmış ama sonuç alınamamıştı... Venedik hâkimiyetinde ve bundan hoşnut olmayan Girit ahalisinin huzursuzluğundan yararlandı Paşa. Aman verdi ada halkına... Yani kimsenin malına ve canına dokunulmayacağı Venediklilere ödenen vergin yarısı kadar vergiyle yetinileceğini taahhüt etti... Sonuçta adanın merkezi sayılan Hanya’yı teslim aldı... Doğal olarak da başkente ganimet getirmedi... Getirebildiği tek şey porfir denilen kristal parçalarının sıkışmasından oluşmuş iki kırmızı antik sütundu... Antik medeniyetlerden kalma bu parçalar ne kadar göz kamaştırıcı olsa da hazineden sadece altın ve kıymetli taşı anlayan Osmanlı erkanını tatmin etmedi... “Paşa bunca masrafa karşılık padişahımıza getire getire iki taş getirmiş... Belki mücevherdirler de biz anlayamamışız” diye dedikodu etmeye başladılar... İbrahim de olanca itimadına rağmen Yusuf’a, “Ganimet getirmek âdettir... Senin taşların kıymeti ne ki” diye çıkışır oldu... Sonunda Paşa’nın hasımları, girdiği bir öfke krizi sırasında idam fermanını padişaha arz edip onaylattılar...

Abdülmecid’in İngiltere’ye hediyesi
1844 senesinde İstanbul’a gelip Osmanlı başkentinde üç yıl İngiltere adına büyükelçilik yapmış olan Lord Stratford Canning’in dünyanın yedi harikasından biri kabul edilen Bodrum’daki Mausoleum’un heykel ve frizleri ülkesine götürmesine izin verilmesi de bu anlayışın neticesi... M.Ö. 350’de Mausolos ve karısı Artemisia adına inşa edilen anıt mezar 42 metreyi bulan yüksekliğiyle inşa edildiği dönemde dünyanın en görkemli yapılarından biriydi. Heykel ve frizler önde gelen heykeltıraşların elinden çıkmıştı... 15. yüzyıla kadar olanca haşmetiyle ayakta duran yapı 1404 senesindeki büyük depremde yıkıldı... Mausoleum’un kalıntıları bir asır sonra Bodrum’a gelip buraya bir liman ve bir kale inşa etme kararı alan St. Jean şövalyeleri için hazır taş kütleleri yerine geçti. Bölge Osmanlı hâkimiyeti sağlandıktan sonra 17. yüzyıla kadar yabancılara kapatıldı... Nitekim frizler ilk kez 1749 senesinde yapılan çizimlerle dünyanın dikkatine sunuldu... Siyasi misyonu yanında arkeolojiye ve sanat tarihine meraklı olan Lord Stratford Türkiye’deki görevine gelirken bölgede Henry Layard adlı bir araştırmacının bulunduğunu biliyordu... Nitekim İstanbul’a gelir gelmez Layard’ı başkente çağırdı, bilgi aldı ve ona kazı çalışmalarını elçilik desteğinde sürdürebileceğini söyledi... Aynı zamanda Sultan Abdülmecid’e her görüşmesinde eserleri İngiltere’ye götürmesi için izin vermesi için ısrar etmeye başladı... Lord Stratford Canning’e göre Müslüman halkın dinen haram olan heykel ve frizleri tahrip etmesi kaçınılmazdı... Üstelik Osmanlı devletinin hazinesi bu pagan dönemi eserlerini topraktan çıkarıp muhafaza etmeye kaynak ayırabilecek durumda değildi.. 1846’da Lord’a istediği izin verildi, hatta Abdülmecid bir ‘jest’ daha yaptı, eserleri Stratford Canning’e hediye etti... Daha ötesi elçilik bütçesini zorlayan kazı masraflarını kendi ödeneğinden karşılamayı üstlendi padişah... 30 Ocak 1846’da Lord Canning eşine yazdığı mektupta heyecanını anlatacak kelime bulmakta zorlandığını söylüyordu... İlk partide 13 friz gönderildi Londra’ya... Eserleri taşıyan gemini kaptanı, “Karşısına oturup saatlerce seyredilebilir ve her baktığınızda yeni bir güzellik keşfedebilirsiniz... Şükredelim ki İngiltere Lord Canning sayesinde bugün dünyanın en nadide heykel koleksiyonuna sahip” diyordu...
Bu kadarla da kalmadı... 10 yıl sonra 1855’te Sir Charles Newton Bodrum kalesi içinde gördüğü arslan heykelini çıkarmak için izin istedi. Bir sene süren yazışma neticesinde Newton’a istediği izin verildi... Ve Knidos Arslanı diye bilinen heykel Mausoleum’dan sökülen diğer parçalarla birlikte British Museum’daki yerini aldı...
Knidos Arslanı’nı çıkarma işi sürerken Mausoleum’un yerini araştıran ve belirlediği arazinin vakıf yöneticisi Salih Bey’le tanışan Charles Newton onun izniyle yeni bir kazı daha başlattı... Artemisia ve Mausoleum’un tepesindeki dört atın çektiği araba heykeli bulundu... Keza bir çok yeni friz... Aldığı izin çerçevesinde Knidos’ta yaptığı kazıda da Demeter heykeli başta olmak üzere onlarca heykel ve lahit çıkarmıştı Charles Newton... İngiltere’ye özel olarak yapılan 218 dev ahşap koliyle gönderildi...
Türkiye böylesi binlerce eser Avrupa’ya taşındıktan sonra 19. yüzyıl sona ererken antik çağa ait eserlerin değer olduğunun farkına varabildi ve Osman Hamdi Bey’in girişimiyle arkeoloji müzesini oluşturdu.

Avni Özgürel - Radikal
Yayın Tarihi : 18 Ağustos 2008 Pazartesi 13:15:53
Güncelleme :18 Ağustos 2008 Pazartesi 14:00:00


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?