22
Mayıs
2024
Çarşamba
KÜLTÜR/SANAT

Atasözlerimiz de 301'lik...

Biliminsanı MÜMTAZ’ER TÜRKÖNE, atasözlerimizden kalkarak, yaralı kişiliğimize derinliğine bir yolculuk yaptı 'Su akar, Türk bakar" başlıklı yazısıyla... Türköne'nin Zaman gazetesinde çıkan yazısını ilgiyle okuyucağınızı umarız...


'Su akar, Türk bakar'; bir Türk atasözü. Türklerin çevrelerinde mevcut olan imkânları ve fırsatları kullanma konusunda yeteneksiz olduklarını anlatıyor. Demirel'i, "barajlar kralı" olarak siyasetin zirvesine taşıyan özelliği, bu genel hükmü değiştirmesi olsa gerek.

Bir başka Türk atasözü: "Tasımı ver diyen, Türklerdendir." Bu söz de görgü kurallarına aykırı davranışların Türklerde genel bir tutum olduğunu ifade ediyor. "Osmanlı'yı at yıkar, Türk'ü inat": Bu atasözü, kör inadın, Türkleri makul davranmaktan uzaklaştırdığını ifade ediyor. "Türk'ün aklı sonradan gelir" atalar sözü de Türklerin zekâ ve algılama düzeyini alenî bir şekilde aşağılayan sözlerden biri. Nihayet: "Etrak-i bi idrak" ve "Etrâk-i na pak" sözü, yüzyıllarca kibar mahfillerde Türklerin zekâ düzeyi ve temizliğe riayetleri için söylenegelmiş sözlerden biri. Merak edenler bir "Türk Atasözleri" kitabı alıp, içinde "Türk" kelimesi geçen Türklerin sözlü kültürlerinde yaygın olarak kullandıkları kendileri hakkındaki sözlerine bakabilir. Türklerin yüzyıllardan beri kendi haklarında söyledikleri veciz sözlerin büyükçe bir kısmı, Türk Ceza Kanunu'nun 301. maddesine aykırıdır. Türkler tarih boyunca alenen "Türk'ü ve Türklüğü aşağılamışlardır."

Bu madde Türklüğü yüceltmez...

Bugün bir "toplumsal ego şişmesi" şeklinde kendini dışa vuran, özgüven yoksunu, çevresine düşmanca bakan ve saldırgan özellikleri dışa vuran "etnik köken takıntısı" ile herkesi "tasada ve kıvançta yekvücut" hale getiren "millet" arasındaki fark üzerine yeniden düşünmeliyiz. 301. maddedeki Türklüğü, kabilesinin ismi şeklinde algılayanların da birkaç kez daha düşünmesi lâzım. "Etnisite" kelimesi neredeyse galat-ı meşhûr şeklinde "azınlık" olarak anlaşılıyor. Halbuki "etnos" homojen niteliklere sahip "halk"ı ifade eden bir deyim. Bu yüzden bir "Türk etnisitesi" ve buna dayalı bir "etnik Türk milliyetçiliği" de mevcut. Sürekli homojen özellikleri arayan, yoksa bunları var eden ve diğer etnikleri düşman şeklinde algılayan bir tür kabilecilik bu. Bu topraklarda yaşanan tarihe ve halkın yaşattığı kültüre aykırı. Hiç olmazsa benim, atalarımdan tevarüs ettiğim kültürde bu ilkelliğin izi yoktu.

Çokkültürlü toplum: Komplekslerini dengelemek için sağa sola saldıran ilkel kabile milliyetçiliği, belki çocukların basit ve zalim dünyasındaki bir "reşit olamama" durumu olarak açıklanabilir. Ben bu basit dünyayı, çocukluğumun zengin "çokkültürlü" tecrübelerinde kavrama fırsatı buldum. Sadece ilkokul birinci sınıfı okuyacak kadar kaldığım Diyarbakır'dan gelip Üsküdar'a yerleştiğimizde mahalledeki çocuklar arasında adım "Kürt" idi. Oradan ilkokulu bitirdiğim Erzurum'a geldiğimde "İstanbullu muhallebi çocuğu" olmuştum. Sonra, Erzurum'dan geldiğim için ortaokulu okuduğum Lüleburgaz'da yeniden "Kürt" oldum. Yetişkin hale gelirken, çocukların birbirlerini dışlamak için kullandıkları bu nitelemeler bir anlam kazanmaya başlıyor. "Çingene mahallesinden uzak durmak", "Arnavut inadı yüzünden" yaşlı ev sahibinden çekinmek, çevremdeki muhacirler, Alevîler... Sonunda o meş'ûm soruyu, taşıdığım soyadını ilk defa alan adama, yani dedeme sordum: "Biz neyiz?" Dedem, Dranas Dağı'nın Boyabat'a bakan güney eteklerinde diğer Yörükler gibi hayvan otlatmış, üstelik öksüz-yetim büyümüş ve 30'lu yıllarda İstanbul'a yerleşmiş, görmüş-geçirmiş bir adamdı. "Ne" olduğumuza cevap olarak, Türklerden başlayan ve farklı milletleri sıralayan uzun bir listeyle cevap verdi. Sorduğum sorunun "yanlış" olduğunu, ironik bir dille anlatmıştı.

"Etnik köken takıntısı" modern bir nevrozdur. Geleneksel olarak halk kültüründe etnisite değil, şehirlilik ve köylülük, bunun dışında göçerlik toplumsal kimliği yansıtan en belirleyici referanstı. Toplumsal hiyerarşi de bu statülere göre belirleniyordu. Nizamülmülk'ün Siyasetname isimli eserinde, Toros Dağları'nda yaşayan Yörükler ile ilgili çok aşağılayıcı nitelemeler vardır. Sultana verilen nasihat, "Yine de onlara iyi davran; çünkü onlar senin akrabalarındır." diye biter. Yüzyıllar boyu bu topraklarda, insanların ırkının, dilinin, hatta ten renginin bir değerinin olmadığını hatırlayalım. Sosyal ve siyasî kimlik, toplumsal statü dinî inançla belirlenmiştir. Toplumsal ilişkiler ağının din ile biçimlenmesinin en doğal sonucunu, büyük şehirlerin kalabalık caddelerinde gelip geçen insanlara dikkatli bir şekilde baktığınız zaman görebilirsiniz: Türk milleti farklı etnisitelerin bir yekünüdür.

İmparatorluk bakiyesi ülkeye sığlık yakışmıyor!

İmparatorluk dağılıp kalan parçalardan bir ulus-devlet çıkartmaya çalışanlar, çok önemli bir şeyi, kültürü ihmal ettiler. Bu ihmal, bir yok sayma değil, mevcut kültürün yerine bir yenisinin ikame edilebileceğine dair kaba bir anlayış idi. Elde bulunan her aracın birbiriyle ilişkisi dikkate alınmadan seferber edilmesiyle elde edilen sonuç, bugün karşımızda duran nevrotik kabile milliyetçiliğinin de müsebbibidir. Türkiye ulus-devletler çağında yükselen etnik sorunlardan hissesine düşeni, şayet kültürün zengin dünyasına nüfûz ederek çözmeye kalksaydı, bugün çok farklı bir noktada bulunabilir; 301. maddedeki "Türklük" ibaresinin en dar anlamıyla aldığınız zaman bile "Türklüğü aşağılayan" bir ibare olduğunu fark edebilirdik. Bir etnisite, bir kabile aidiyeti olarak Türklüğü bu kadar yücelten şeyin, tarihten ve gelenekten gelen bir kültür değil, tersine bir kültürsüzlük, bir köksüzlük ve "kökü dışarıda" bir anomi durumu olduğunu ne zaman fark edeceğiz?

Türklerin kamu hakları: 1924 Anayasası, ulus-devleti oluşturma yolunda, Türk kelimesini yerli yersiz çok sık kullanır. Temel hakları düzenleyen bölümün başlığı "Türklerin kamu hakları" başlığını taşır. 68. maddeye göre "Her Türk hür doğar, hür yaşar." 69. maddeye göre "Türkler kanun önünde eşittir." 87. maddeye göre "Kadın erkek bütün Türkler ilköğretimden geçmek ödevindedirler." Nihayet 88. madde "Türkiye'de din ve ırk ayırtedilmeksizin vatandaşlık bakımından herkese "Türk" denir." diyerek, "Türk" sıfatını, bütün vatandaşları içine alan bir vatandaşlık sıfatına dönüştürür.

1961 Anayasası'nın 54. maddesi ile bugünkü 1982 Anayasası'nın 66. maddesi aynıdır: "Türk devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türk'tür." 1924 Anayasası ile sonrakiler arasında, muhteva itibarıyla önemli bir farklılık yoktur. Bu maddeden iki şeyi anlamamız gerekir. Birincisi, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının tamamı (din, dil, ırk vs.) ayırımı gözetilmeksizin eşittir. Hiç kimse etnik kökeninden dolayı farklı bir muameleye tabi tutulamaz, farklı bir statüde bulundurulamaz. Etnik kökenler arasında bir hakimiyet-mahkumiyet ilişkisi kurulamaz, kimse yine etnik kökeninden dolayı kendisini üstün göremez. Türk etnik kökeninden gelenin de bir üstünlük veya ayrıcalık iddiası, Anayasa'nın 66. maddesine aykırıdır. Hatta "Türk" sıfatını, bir "etnik aidiyet", "ırk veya kültür" olarak tanımlamak da Anayasa'nın 66. maddesine aykırıdır. Burada, maddenin ikinci anlamına geliyoruz. Madde tartışmaya yer vermeyecek bir şekilde "Türk" kelimesini bir siyasî-hukukî bağ ve kimlik, yani vatandaşlık olarak tanımlamaktadır. "Türk" kelimesi etnik anlamından sıyrılarak vatandaşlık ile olduğu gibi iktibas edilen bir siyasî kimliğe dönüşmektedir. Etnik kimliklerle vatandaşlık kimliği arasındaki farkı şu soruyla ortaya koyabiliriz. 66. madde, etnik kökeni farklı olanlara (Arap, Kürt, Çerkes, Gürcü vs.) "Türk" sıfatıyla hitap ederek, onların etnik kökenini değiştirebilir mi? Bunu yapmak fiilen imkansız olduğuna, etnik kökenlerin bir hukuk tanımıyla değişmesi mümkün olamayacağına göre, buradaki "Türk" tanımının etnik bir aidiyeti esas aldığı ve diğer etnik aidiyetleri de değiştirmeye kalktığı söylenemez. 66. madde, aynı zamanda çoğunluğu oluşturan Türk etnik kökeninden gelenlere de bir şey söylemektedir. Onların etnik sıfatını alıp bir vatandaşlık sıfatı yani hukukla kazanılan bir vasıf haline getirdiğini, böylelikle Türk kelimesinin artık hukuk düzeyinde etnik bir anlamının kalmadığını anlatmaktadır.

Anayasa'nın 66. maddesine, "ben Türk değilim, bu madde bana neden Türk diyor" itirazı gibi Türk etnik kökeninden gelen biri de "Türk etnik kökeninden gelmeyenleri neden Türk kabul ettiği" itirazında bulunabilir. Maddedeki tanım, kimsenin fiilen etnik kökenini belirleyemeyeceğine göre "Türk" sıfatına takılmadan düşündüğümüz zaman, "eşit vatandaşlığı" ve vatandaşlar arasındaki siyasî bağı tanımlamaktadır. Madde kendi mantık bütünlüğü içinde "etnik kökenleri" hukuken yok saymaktadır. "Eşit vatandaşlığı" ve pasaportlardaki "milliyet" hanesi ile uluslararası alandaki kimliği tanımlayan böyle bir maddeye ihtiyaç olduğu aşikar. O zaman itiraz edenlerin buradaki "Türk" ibaresi yerine başka bir ibare önermesi gerekir. Önerilen "Türkiyeli" (Türklerin vatanından olmak anlamına geliyor) ibaresinin, "Türk"ten daha fazla kafa karışıklığına yol açacağını anlayabilmek farklı bir konuyu tartışmayı gerektiriyor.

301. maddede geçen "Türklük" ibaresi ise böyle değil. Buradaki "Türklük" kelimesinin "anayasal vatandaşlığı" ihata edemeyeceği; bir ırkın, bir etnik topluluğun tarihsel ve kültürel kimliğini temsil ettiği ortada. Nitekim maddenin gerekçesinde "Türklük" deyimi ile "dünyanın neresinde yaşarsa yaşasınlar, Türklere has müşterek kültürün ortaya çıkardığı ortak varlığın" kastedildiği ve bu kavramın "Türk milleti"nden "geniş" olduğu belirtilmektedir. Madde alt komisyonda görüşülürken "Türklük" yerine "Türk milleti" ibaresi önerilmiş ve gerekçe olarak da: "'Türklük' kavramı, daha çok ırkî bir bağı çağrıştırmaktadır. Bu tür kavramların kanun metninde kullanılmasının, Türk milletini oluşturan unsurlar arasındaki etnik ayrımları körükleyen bir etki doğurabileceği endişesi" gösterilmektedir. Bu gerekçeyi ve bugüne kadar bu maddenin kullanımını dikkate alarak verilecek hüküm şudur. Türk Ceza Kanunu'nun 301. maddesi Anayasa'ya aykırıdır. Bu madde mevcut haliyle açıkça "Türk milletinin bölünmez bütünlüğü"ne yönelik bir tehdit oluşturmaktadır.

"301'in Türklüğü"...

Başbakan'ın "somut öneri getirin, sonuçlandıralım" çağrısı üzerine, geçtiğimiz kasım ayında bir araya gelen; ama bir öneride anlaşamayan sivil toplum kuruluşları, cuma günü tekrar bir araya geldiler. Gerekçe, Hrant Dink cinayetinin akabinde Başbakan'ın aynı öneriyi tekrarlaması oldu. Türkiye'yi temsil eden 18 sivil toplum kuruluşunun katıldığı toplantıdan yine sonuç çıkmadı. Toplantının düzeyli ve barışçı bir havada geçmesine rağmen, maddenin aynen kalmasını savunanlarla mutlaka değişmesini savunanlar arasında bir uzlaşma sağlanamadığı anlaşılıyor. Yine de ekseriyetin maddenin değişmesini talep etmesi, bir umudun hâlâ mevcut olduğunu gösteriyor.

301. madde değişmeli. "Türk etnisitesi"nin aşağılanmasını istemiyorsanız, bütün etnik grupların hor görülmesini engelleyen ortak bir madde üzerinde uzlaşmalıyız. Ceza Kanunu'na "bütün etnik grupların topluluk olarak ve etnik aidiyetinden dolayı insanların birey olarak aşağılanmasını" engelleyen bir madde koyalım. "Türklüğün aşağılanması"nı bu adil yöntemle sağlayalım. 301. maddedeki "Türklüğü" yerine Anayasa'nın 66. maddesi istikametinde yorumlanmak üzere "Türk milleti" ibaresini koyalım. Bu düzenleme bize ne sağlar? Farklı etnik kökenleri tek bir millet haline getirir. Eğer herkes, etnik kökenlerine yönelik hakaretlerin engellenmesini aynı kanun maddesinde bulursa, işte o kanun maddesi etnik takıntıların üzerine çıkmayı başaran bir milletin dayanağı olur. Farklı etnik kökenden gelenleri bir millet haline, o madde getirir. Hukuk ile 70 milyonun maşeri vicdanını temsil etmiş olursunuz.

301. maddenin bu haliyle muhafazasını savunanların kafasının arkasında iki şey olabilir. Birincisi, ırkçı, kabileci takıntıların oluşturduğu karanlık bölgeler. İkincisi, bir siyasî kimlik haline gelen bu maddeye sarılarak karşı cepheye hamle edenlerin sığ popülizmi. Bize lâzım olan akıl ise bu maddenin doğrudan Türk milletine zarar verdiğini görebilmeli. Dünya değişiyor ve farklı bir kalıba dökülüyor. Yanı başımızda kurulan dünyayı, hızla akmakta olan tarihi bir kenara bırakıp 301'e sıkı sıkıya sarılırsak, "Su akar, Türk bakar" atasözünü doğrulamış olmaz mıyız? 


MÜMTAZ’ER TÜRKÖNE/zaman
Yayın Tarihi : 5 Şubat 2007 Pazartesi 10:06:32
Güncelleme :5 Şubat 2007 Pazartesi 10:06:48


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?