3
Mayıs
2025
Cumartesi
KÜLTÜR/SANAT

'Bernarda Alba'nın Evi görülmeli

İspanyol yazar Lorca’nın öldürülmeden önce yazdığı son oyunu 'Bernarda Alba’nın Evi’, İstanbul Şehir Tiyatroları’nda sahneleniyor. Oyunda esnemez töreler, toplumsal ve dini baskılar irdeleniyor


Duvarlardaki saksılardan sakız sardunyalarının sarktığı, ışıklı, iç açıcı bir avlu... Akdeniz güneşiyle aydınlanan bir Endülüs evi. Bir çeşme, kırık dökük bir at arabası var... Önde de upuzun beyaz saçlı, renkli tokalar, incik boncuklarla süslü, “dilek ağacı” gibi bir kadın... Maria Josefa. Oyunun “meczubu”, aynı zamanda dillendirilemeyen bütün gizli arzuların sözcüsü.
Burası Bernarda Alba’nın evi. İspanyol edebiyatının önde gelen temsilcilerinden Federico Garcia Lorca’nın 72 yıl önce “inşa ettiği” bir ev: Esnemez törelerin, toplumsal ve dini baskıların “kale”si. Lorca’nın “Kanlı Düğün” ve “Yerma”yla başlayan ünlü “üçleme”sinin son halkası ve aynı zamanda faşistlerce öldürülmeden kısa süre önce yazdığı son oyunu.
İstanbul Şehir Tiyatroları’nda, yetenekli oyuncu ve yönetmen Engin Alkan’ın rejisiyle sahneleniyor “Bernarda Alba’nın Evi.” Lorca’nın İspanyol köylü kadınlarının kıstırılmış, trajik yaşamlarını anlatmak üzere kurguladığı oyunun evrenselliği ve ölümsüzlüğü iç acıtıcı.


Despot abla, çatlak anne
Evden bir ölünün, ailenin tek erkeğinin cenazesinin çıktığı gün başlıyor hikaye. Baskıcı ve despot Bernarda Alba (Ayça Telırmak), “çatlak” annesi Maria Josefa (Bercis Fesçi), yaşları 20 ile 40 arasında değişen beş kızı ve iki hizmetçisiyle yaşadığı evde sekiz yıllık yas ilan ediyor. Bu süre boyunca kimse evden çıkmayacak, pencereler, kapılar tuğlayla örülmüş gibi davranılacak, dışarıdan içeri hava sızmayacak. “Oturun çeyizlerinizi işleyin, bol vaktiniz olacak” diyor ellerine erkek eli değmemiş olmasıyla övündüğü kızlarına... O çeyizlerle beraber mezara gidecekleri belli değilmiş gibi.
Ancak bu arada Bernarda’nın ilk kocasından olma, 39 yaşındaki Angustias’a bir talip çıkıyor. Köyün en yakışıklı erkeği olan 25’lik Pepe el Romano’nun en yaşlı ve hastalıklı ama öz babasından kalan mirastan ötürü de en varlıklı kardeşle nişanlanması, zaten zor dengede duran yas evini alt üst ediyor.


Delidir, ne dese yeridir
Aralarında pek de şefkatli bir ilişki olmayan kızkardeşlerin her biri diğerine diş bilerken, en genç ve güzelleri olan Adela, Pepe’ye olan tutkusunun “kurbanı” oluyor.
Çünkü, oyunda çeşitli vesilelerle vurgulandığı gibi, arzularına gem vuramayan kadının sonu feci olacaktır.
Bir tek anneanne Maria Josefa haykırabilir kızların bastırılmış duygularını, ama o da “delidir” zaten, ne dese yeridir... Susturulamasa da kapatılır, komşuların görmeyeceği şekilde üzerine kilit vurulur.
“Bernarda Alba’nın Evi”, Franco rejiminin, yaklaşan çizme seslerinin boğucu atmosferini bir eve sığdırıyor. Kızları üzerinde kurduğu diktatörlükle özelde Franco’yla, genelde tüm iktidar sahipleriyle özdeşleştiriliyor oyunun ana karakteri Bernarda. Tüm ataerkil değerlerin, “Kadının yeri evidir” diyen baskıcı törelerin, şiddetin temsilcisi.
Oyunu Katolik öğelerden mümkün olduğunca arındırarak bağnazlığın evrenselliğinin altını çizmeyi seçen Engin Alkan, kasvetli olmasıyla bilinen “Bernarda Alba”dan alışılmışın dışında dinamik, renkli bir oyun çıkarma yoluna gitmiş. İyi de etmiş, din baskısı-tör-askeri rejim kıskacında sıkışmış insanların öyküsü zaten yeterince boğucu ve 'tanıdık’.


El değmeden yaşamak
Politik mesajların slogana dönüşmeden oyunun içine “yedirilmesi” metnin değerinden bir şey kaybettirmediği gibi, etkileyici ve Lorca’ya yaraşır olmuş. Oyunun tamamını tek mekana, bir tür hapishane olan evin “avlusu”na taşımış Alkan. Bütün odalar buraya açılıyor, her şey bu ortak alanda olup bitiyor. Avlu da, evin dışındaki karabasana inat, alabildiğine aydınlık. Ama işte, dışarının “havası” içeriye de sızıyor çaresiz...
Evi, beklenmedik yeni bir cenazeyle ikinci kez yasa bürünürken, “Ağlamak istemiyorum, ölümü sakin karşılamalıyım” diyen Bernarda Alba’nın tek derdi, komşuların olan biteni duymaması... El değmeden yaşar onun kızları, öyle de ölür... “Susun, susun dedim!” diye emrediyo ev ahalisine:
“Susun!” Susuyorlar.
Ama kırık kolların yen içinde kalmasından usananlara “Susmayın!” diyen bir ses yükseliyor Şehir Tiyatroları sahnelerinden... Ta 1936 yılından kopup gelen, bir baskının kurtuluşunun bir diğerinde olmadığını söyleyen bir ses... Kulak vermenin vaktidir...

 

Milliyet
Yayın Tarihi : 26 Ocak 2008 Cumartesi 12:31:22
Güncelleme :26 Ocak 2008 Cumartesi 16:50:38


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?
Yorumlarınız
aynur güzel IP: 88.246.198.xxx Tarih : 14.03.2008 14:37:09

Belki başka oyunlar kadar duyurusu yapılmamış,sansasyon yaratmamış falan filan.Biz dün akşam gittik çok beğendik.Oyuncular bir harika ayakta alkışladık.Herkese tavsiye ederim.Ne yazık ki hakettikleri desteği ve ilgiyi bulamıyorlar. Salonda boş denecek kadar az sayıda kişi vardı.Tiyatro çok emek verilen bir iş onlara gereken desteği vermeliyiz.