Yazdığı tek romanla dünyanın önemli yazarları arasına giren Arundhati Roy İstanbul’daydı. Orhan Pamuk’un Nobel’i almasındaki nedenin politik görüşleri olduğu iddiasına karşılık Roy, 'Edebiyat zaten politiktir’ diyor.
“Küçük Şeylerin Tanrısı” adlı romanıyla 1997 yılında dünyanın en prestijli edebiyat ödüllerinden Booker Roman Ödülü’nü kazanan, o günden sonra kitabı pek çok dile çevrilen Hintli yazar Arundhati Roy, İstanbul’daydı. Ancak Roy bu ziyareti edebiyatçı olarak değil, son yıllarda daha da fazla öne çıkan aktivist kimliğiyle yaptı.
Yıllardır Hindistan’ın yanı sıra dünyanın diğer ülkelerinde de savaş karşıtlığı ve küresel adalet konularında çalışmalar sürdüren Roy, geçen cuma günü Boğaziçi Üniversitesi’nde Hrant Dink anısına düzenlenen düşünce özgürlüğü ve insan hakları temalı konferansta bir konuşma yapmak üzere geldi İstanbul’a.
Roy ile “Çekirgeleri Dinlemek” başlıklı konuşmasından önce söyleşi yapma fırsatı bulduk.
Bu, Roy’un İstanbul’a ilk gelişi değil. 2005’te yapılan Irak Dünya Mahkemesi’nde Vicdan Jürisi Başkanı’ydı. O sırada Hrant Dink ile tanışıp tanışmadıklarını soruyorum, “Maalesef” diye cevap veriyor: “Dink’in adını ölümünden sonra duydum.”
Konuşmasında Hindistan başta olmak üzere dünyanın çeşitli ülkelerinde yaşanan insan hakları ihlallerini anlatan yazar, konuyla ilgili olarak şunları söylüyor:
“Bunlar özellikle gelişmeden söz eden yerlerde oluyor. 15. yüzyılda Amerika kıtası keşfedildiğinde gelişme adına oradaki yerli halk öldürüldü. Bugün Hindistan’da da aynı olaylar yaşanıyor. 2002 yılında sokaklarda 2 bin Müslüman katledildi. Devlet müdahale etmediği gibi, bu katliamın arkasında durdu. Ve aynı hükümet seçimleri bir daha kazandı.”
Dink cinayetine benzer olayların kendi ülkesinde de yaşandığını belirten Roy, aradaki benzerliklerin çarpıcılığına değiniyor.
“ABD’nin anayasasında yer alsa bile aslında 'ifade özgürlüğü’ yok” diyen Roy’a göre bunun nedeni 'ilerleme’ adı altında yaşanan sürecin kendi sansür mekanizmasının olması. Yazdığı tek romanla dünyanın önemli yazarları arasına giren Arundhati Roy, yazma eyleminin kendisi için önemini şöyle anlatıyor:
“Edebiyatın dünyayı değiştireceğini iddia etmiyorum. Ben yazmadan edemediğim için yazıyorum. Anlatmam gerekenler var.”
“Küçük Şeylerin Tanrısı”, bir ailenin yaşamının, yaşadıkları bir trajediyle nasıl değiştiği üzerine kurulu bir roman. Roy, trajedilerin edebiyat için neden daha fazla kaynak sağladığını sorduğumda “Çünkü daha derin ve karmaşıklar” diye cevaplıyor; “Mutluluk ise daha basit ve anlık. Sürekli gülen bir adama ancak deli deriz”.
Edebiyattan konuşurken söz Orhan Pamuk’a geliyor. Pamuk’un Nobel’i almasındaki nedenin politik görüşleri olduğu iddiasına karşılık şunları söylüyor Roy:
“Edebiyat zaten politiktir. Hayatımızdaki her şey politika. Diyelim ki sokakta insanlar öldürülüyor ve adamın biri oturup akvaryumdaki balıkla ilgili bir şiir yazıyor. O da politiktir. Neden başka bir konu değil de bunu seçtin sorusu politik yapar onu.”
Türkiye’nin çetrefil yapısının bir yazar için çok cazip olduğunu düşünen Roy; Sovyet propagandasının, Batılılaşmanın ve kolonyal kalıntıların bulunduğu ortamın da kendisine çok şey kattığına inanıyor.
'Ben fabrika değilim ki...’
Şu sıralar yeni romanı üzerinde çalışan yazar, “Neden bu kadar beklediniz?” sorusuna “Ben fabrika değilim ki” diye cevap veriyor: “Bazen yazar hikâyesini bulur bazen de hikâye yazarını. Bu kez hikâye beni buldu.” Romanın konusu hakkında ise bilgi vermiyor.