Aruz vezninin ortalık yerinde yetişmiş bir büyük şair, seksen üç yıl önce yakınmış, bu veznin sönüp gideceğine işaret etmiş. Ne var ki, eğitimcilerin dikkatini çekmemiş...
BİR KİTAP KAPAĞI
Ortaöğrenimde Türkçe, Türk Dili ve Edebiyatı en sevdiğim derslerdi. Tarihten de hoşlanırdım. Öteki sevdiğim dersler, öğretmenlerime duyduğum sevgiye göre değişir; kâh felsefe olur, kâh coğrafya, biyoloji, bir ara kimyayı bile çok sevmiştim.
Türk Dili ve Edebiyatı derslerimizde, günün birinde, karşıma 'aruz vezni' çıktı. Bu, bir karabasandı. Neyse ki, değerli öğretmenlerim Bakiye Ramazanoğlu'yla Rauf Mutluay, aruz vezni tutkunu değillerdi. Ben ve sınıf arkadaşlarım, Divan şiirinin biçimsel özelliklerini bilgi birikimi olarak okuduk.
Oysa aruz vezni, yıllar yılı, kim bilir kaç öğrenciyi edebiyat sanatından uzaklaştırmıştır. Edebiyat sanatından, 'okuma' sanatından. Birçok genç tanıyorum, okul yıllarındaki anılarından dolayı, bir daha roman okumamışlar, öykü okumamışlar, deneme, hele şiir. Şiir dediğinizde, aruz vezni, kalıplar, bunların dizeye göre saptanması, o tuhaf sınav soruları akıllarına geliyor, hemen hepsinin yüzü asılıyor.
İnci Enginün'le Zeynep Kerman -ikisine de borçlarımız ödenecek gibi değil- Ahmet Haşim'in tüm düzyazılarını bugünün okuruna kazandırdılar. Dergâh Yayınları, Haşim'in bütün eserlerini günümüze armağan etti. Günümüz okuru Haşim'den , yazdıklarından iz sürdü mü, bilmiyorum.
Öyle söylemek istemiyorum, ama 'unuttuğumuz' Ahmet Haşim'in bir yazısı var. İlginç bir yazı, 1924'te kaleme getirilmiş, Nâzım Hikmet'in şiirlerini övüyor. Bu şiirin yenilikçi özellikleri üzerinde duruyor.
'Merdiven' şairi kendi şiir serüveninden yola çıkmış. Aruz vezninden yakınıyor:
"Bundan 15-16 sene evvel Galatasaray Lisesi sıralarında henüz bir talebe iken, aruz vezninin mukassi (kasvet verici) darlığı içinde ciğerlerimin rahat teneffüs edemeyeceğini hissederek..."
...Şaşırmıştım. Çünkü lise yıllarımda aynı soluk alamayış yakama yapışırdı. İşte, 'Yollar', 'O Belde' gibi -harikulâde güzel- şiirler, şairin bu huzursuzluğu sonucunda, aruz vezninin kasvet verici darlığı dışına taşmış. 'Türkçe şiir için' Ahmet Haşim artık başka bir düzenek aramış.
Şair bununla da yetinmiyor, o 1924 yılında, aruz vezni için göz kamaştırıcı bir yorumu yazısına ekliyor:
"Aruz vezninin faziletleri ne olursa olsun, duvarları rengârenk çinilerle kaplanmış bir veli veya sultan türbesi gibi, asilâne ziynetlerine rağmen, ölüm ve uhreviyetin (öte dünyanın) haşyet (korku) ve kasvetiyle doludur. Bu veznin ziyası renkli camlardan süzülüp gelen bir ziyadır, dışarının güneşli aydınlığına benzemiyor."
Salt bu yorumu bile, Ahmet Haşim'in 'Türkçe şiiri için' nasıl donanımlı düşündüğünü belgeliyor. Ama onun yenilikçi, deyiş yerindeyse, Türkçeye açıldıkça açılan tutumu gözden ırak tutulmuştur.
Okullarımızda aruz vezni hâlâ sınav sorusu mu? Öyleyse, yeni yeni kuşaklar da edebiyattan, okuma sanatından uzak yetişecekler, uzak yaşayacaklar. Şiir dendi mi, aruzlu bir bilmece çıkacak karşılarına.
Bir şair, aruz vezninin ortalık yerinde yetişmiş bir büyük şair, seksen üç yıl önce yakınmış, bu veznin sönüp gideceğine işaret etmiş. Ne var ki, eğitimcilerin dikkatini çekmemiş..
Ahmet Haşim, Frankfurt Seyahatnâmesi'nde Goethe'nin evine ziyaretini anlatır. Gençlerden oluşan bir kalabalık, yazı masasındaki mürekkep lekelerine bakabilmek için sıraya girmiştir. Mürekkep lekeleri, Faust'un yazımından kalmıştır.
Değişen dünyada, Goethe'nin evinde kimselere rastlamayacağını sanmış Haşim, bu telaşa şaşar ve Faust'un mürekkep lekelerini yıldız serpintilerine benzetir.
Az okuyan bir toplumdan, okumayan... hiç okumayan, okusa da ne okuduğunu anlamayan, bilmeyen ya da kendisine 'paketlenip' sunulanı okuyan bir topluma evrilirken, ortaöğretimdeki müfredat üzerinde de düşünmemiz gerekmez mi?
Gündeş öneriler
Uyku İstasyonu, Nazlı Eray, Merkez Kitaplar, 2007. (Ölüm eşiğindeki anneye yalnızca sevgili Nazlı Eray'ın haykırabileceği bir düşlemle!)