Puccini’nin az bilinen, operet denemeyecek ama opera gibi kesintisiz müzik akışı içeren, dramatik yükü hafif eseri 'La Rondine’i repertuvarına aldı
Opera tarihinin dört asından biri olan Puccini’nin, görece az bilinen eseri “La Rondine”, Türkiye’de ilk kez İstanbul Devlet Opera ve Balesi tarafından repertuvara alındı. Bestecinin “Madame Butterfly”, “Turandot”, “La Boheme”, “Tosca” gibi, hit aryalarla dolu operalarının yanında “La Rondine” yalnızca “Chi il bel Sogno di Doretta”sıyla ünlenmiştir.
Besteci dinleyicisini birbirinden muhteşem operalarıyla öyle şımartmıştır ki, tematik örgü, orkestrasyon, form ve armonik zenginlik açısından hiçbir kusuru olmayan ve bir başkası yapsa coşkuyla karşılanabilecek “La Rondine”, standartları yükselmiş Puccini severlerin zor beğenisine, burun kıvırmasına maruz kalır. Oysa bestecinin solistleri, orkestral ve çalgısal partileri ele alışı, ansambl ve koro partilerini şekillendirişi, temaları birbirine müzikal akış içinde hiçbir yapaylık hissettirmeksizin bulayışı mükemmeldir.
Puccini, hafif Viyana operetine yaklaşmayı denemiş ama sonunda operet denemeyecek, opera gibi kesintisiz müzik akışı içeren, konu bakımından “La Traviata” ve “Yarasa” çağrışımları da yapan dramatik yükü hafif bir eser çıkartmıştır.
Başarılı kast
Eserin İDOB’daki sahnelemesinde izlediğim kasttaki iki başrol oyuncusu, tenor Bülent Külekçi ve soprano Otilya İpek, Puccini’nin çetrefilli partilerini genel olarak başarıyla seslendiren, oyunu hem şarkıcılık hem aktörlük olarak götüren iki sanatçı.
Eserin hafif havası sizi yanıltmasın: Puccini esas kadın Magda’dan, şarkıcılık olarak diğer operalarındaki Cio Cio San, Mimi, Liu gibi karakterlerinden daha azını istemez. Tam bir lirik rol olarak, iyi bir yorum gücü, sıcaklık, dolgunca bir ton, güzel tizler, iyi alt tonlar, tatlı ve zarif bir ses kıvamı gerektiren bir partidir bu.
Otilya İpek, belki aşağı tonlarda orkestranın altında kalabiliyor ama genel olarak bu ölçütlere uyuyor. Sirel Yakupoğlu’nun yaydığı sahne ışığını sevdiğimi söylemeliyim. Çağdaş izleyicinin baş beklentisi olan oyunculuk konusunda sorunsuz gözüken Yakupoğlu’nun, tekniğini daha iyi noktalara taşıdıkça daha da başarılı olacağı kesin.
Tenor Caner Akın’ın sesi çok dolgun değil, gerçi bu da ses beğenisinde tek ölçüt değil. Akın’ın sahne üstünde bazı abartılı jestleri ise yabancılaştırıcı olabiliyor. Bas Sevan Şencan da deneyimini sahnede avantaja çevirebiliyor. Koro ise çoğunca ritim kaçırıyor, hem kendi içinde hem de orkestrayla birliktelik sorunları yaşıyor.
Dekorda bütünlük
İDOB rejisinde eserin her bir perdesi farklı bir duygu durumunu anlatan, adeta bağımsız bir bölüm havasında çizilmiş. 1. perde yüksek salonların hafifliğini yaşatıyor. 3. perde ise reddedilen aşığı anlamı tekrar eden bir çerçeveye oturtmaktansa; doğanın özgürlüğü ve akışını soyut olarak veren, esintili bir kırsal dekorun eşliğinde güzel bir şekilde (verandanın ortasındaki sakil şezlong hariç) anlatıyor. Son sahnedeki ışık etkileyici.
Bohem duyguları ayaklandıran 2. perde ise dekor bakımından bir stil karmaşası içinde. Elbette, farklı dönemleri kaynaştıran ya da zamandan koparılmış, hatta kitch veya postmodern mekânlar da yaratabilirsiniz. Ancak kostüm olarak döneme sadıkken, 1910’ların Paris’inin bir barında, günümüzün ucuz ofis dekorasyonunu hatırlatan metal sandalyelerin ve metal kaplama bar oturaklarının yer almasının bütünlüğe hizmet etmediği kanısındayım.
Seyredilmeye değer
Bir başka bağlantılı sorun da dekorun her perdede apayrı bir karaktere doğru bu derece yönlenirken bütünlüğü tümden kaybetmesi, adeta çizgisizliğe yaklaşması tehlikesi. Eser her yönüyle gerçekçi bir şekilde yorumlanırken, rejinin, bütünlük fikrinin kendisini eleştirdiğini de pek sanmıyorum.
Netice itibarıyla “La Rondine” müzikleri, başarılı solistleri ve rejideki bazı ilginçliklerle seyretmeye değer bir yapım. Ne de olsa Puccini! “La Rondine”i 5 Ocak 2008 Cumartesi günü saat 15.30’da AKM’de izleyebilirsiniz. Tel: (0212) 243 20 11