14
Haziran
2025
Cumartesi
KÜLTÜR/SANAT

Karpaz ilgi bekiyor

Kıbrıslı Hıristiyanlar ve Müslümanlar için kutsal sayılan, Ortodoksların hac mekânı Apostolos Andreas Manastırı’nı onarmak, hacı barınaklarını yaşanabilir hale getirmek hiç zor değil, ama...

Karpaz yarımadasının sonuna, Kıbrıs’ın kuzeydoğu ucuna, 100-150 km kadar, dar ve dönemeçli bir yoldan gidiliyor. Apostolos Andreas Manastırı, turizm broşürlerine göre, Hıristiyan ve Müslümanlarca kutsal sayılan, Ortodoksların hac mekânı kabul ettiği bir yer. Her yıl Kasım ayının son haftasında binlerce Ortodoks, dünyanın dört köşesinden oraya gelip dua ediyor.

Manastıra 1 km kadar kala yol, “Kıbrıs Yabani Eşek Koruma Alanı” levhasının altından geçiyor. KKTC’de doğal yaşama verilen bu önem sizi şaşırtabilir. Sağda solda tek tük sevimli yaban eşekleri geziyor. Doğru ama, Ortodoksların bu kutsal alanına kurulması zorunlu muydu burasının, diye düşünmeden edemiyorsunuz. Yine de artık manastıra yaklaştığınız belli... “İşte şimdi göreceğiz” diye diye son birkaç dönemeci de geçince tatlı bir eğimle denize inen son yamaçtaki çan kulesi görünüyor, sonra soluk yapılar.

Ama o ne! Manastır çevresi tümüyle yıkıntı... Birçok dinin ve ulusun kutsal saydığı bir ziyaret yerinden çok, insanlığın unuttuğu bir harabe görünümünde. Hacıların kalacağı barınaklar bakımsızlıktan çürümüş, dökülüyor. Otoparka ulaşmak için taş, tümsek ve çukurlarla neredeyse geçilmez hale gelmiş yolu aracınıza hasar vermeden aşabilirseniz ne mutlu size.

Koca manastırın üç köhne binasından ikisi kapalı. Üçüncü binanın üst katı KKTC polis karakolu. Sorduğunuz görevli, tek kelimeyle “yasak” diyor. Yalnız alt kattaki küçük kiliseye girilebiliyor.

Aralık ayının kısa günü neredeyse sona erecek. İyice alçalan güneş içeride yanan üç beş cılız ampulün ışığına fazla bir şey katamıyor. İçeri girdiğimizde papaz, elinde salladığı tütsü kabıyla dua ederek kiliseyi dolaşıp tütsülüyor... Havada günlük kokusu. Kilisede papaz ve iki rahibeden başka üç kişi daha var. Ya bizim gibi meraklı gezginler ya da geride kalan birkaç inançlı Ortodoks.

Papaz Zaharias, tütsülemeyi bitirince akşam güneşinin kızıllığıyla aydınlanan küçük bir pencerenin önünde duruyor ve tok ama alçak bir sesle önündeki kitaptan dua okumaya başlıyor. Cemaat, 90’larındaki yardımcısı rahibe Despina ve 60’larındaki diğer rahibeden oluşuyor. Papaz da 60’larında görünüyor. Siyah cübbesinin altında temiz giyimli. Sesinde, duruşunda, hep yoğun bir hüzün seziliyor. İki üç kişiyle yapılan ayine ve bu insanların inatla sürdürdükleri yaşamlarının bir anına tanık oluyoruz. Hoyratlıkla, istenmezlikle sarılmışlar.

Ama onlar bu yabancılayan, düşman çevrenin içinde hâlâ var olmaya çabalıyor. Hem ortasında kaldıkları “başınıza ne gelirse gelsin, umurumuzda değil” tavrına hem de dışarıda var olduğunu bildikleri ama kendilerini nasıl olup da böylesine sahipsiz bıraktığını anlayamadıkları Ortodoks dünyasına karşın kendi varlıklarını, törelerini, inançlarını sürdürüyorlar. Hz. İsa’nın çarmıha gerildiğinde “Tanrım, beni niçin terk ettin!” diye inlediğine inanılır.

Karpaz yarımadasının ucundaki bu son iki üç Rum da sanki aynı acı yakınmayı bağırlarına gömmüş gibi sessiz ve onurla direniyorlar. Dikkat edince, duaya katılan rahibe Despina’nın gözlerinden süzülen yaşları görebiliyorsunuz.

Hepimiz haklıyız
Birbirimizden nefret etmemiz, “seni sevmiyorum, sen yok olsan hiçbir şey yitirmiş olmam” tavrını benimsememiz ne kadar kolay! “Sen bana ne değer veriyorsun ki ben sana değer vereyim?” diye her türlü kabalığımızı haklı görmemiz nasıl da alışılmış! Yalnız “ezeli düşman” belletildiğimiz halklar değil, özel yaşamımızda da sevmediğimiz, sevmemek için şöyle ya da böyle bir neden bulduğumuz nice insan için böyle hissetmez miyiz?

Tüm nefretlerimizde de yerden göğe kadar haklı değil miyizdir? Onlar değil midir bize kişisel ya da toplumsal olarak ne canavarlıklar, ne hainlikler yapan, ne kazıklar atan, ellerinden gelse gözümüzü oyacak olanlar... Trafikte yolumuzu kesen öteki şoför, eski eşimiz, komşumuz, iş ortağımız, aile hasmımız, ulusal düşmanımız kendilerine duyduğumuz nefreti nasıl da hak etmişlerdir!

Apostolos Andreas Manastırı’nı onarmak, otoparkını asfaltlamak, çevredeki hacı barınaklarını yaşanabilir hale getirmek, manastır çevresini ışıl ışıl gönendirmek, burasını bir cennete çevirmek hiç zor değil. Herhangi bir orta boy lise binası için yapılandan daha fazla değil gereken yatırım.

Parasal değil sıkıntı. Bu ne KKTC’nin, ne TC devletinin ne de herhangi bir AB örgütünün, ucunda politik bir çıkar görseler ufacık bir “kültürel destek” projesiyle gerçekleştirmekten aciz oldukları bir iş. Kimi yerde basit turistik tesisler için bunun kaç katı birkaç haftada harcanıveriyor.

İçimizde kök salmış nefretten arınmamız, “öteki”nin de insan olduğunu, aynı sevgileri, nefretleri duyduğunu, onun da küçücük, sevimli bir bebek olarak dünyaya geldiğini, kendi çocuklarını, sevgilisini, eşini, dostunu, inançlarını aynı bizim gibi kucakladığını, kucaklamaya, sevmeye hakkı olduğunu, hiç de farklı olmadığımızı görmek, öyle zor, öyle zor ki!

Radikal
Yayın Tarihi : 14 Ocak 2009 Çarşamba 18:42:52


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?