30
Mayıs
2024
Perşembe
KÜLTÜR/SANAT

'Naht' Sanatının son temsilcisi

Naht, günümüzün unutulmaya yüz tutmuş el sanatlarından biri. Bu sanatın en önemli sanatkârı ise bu sene Hattat Hüseyin Kutlu'dan icazet alan Süleyman Sırrı Şenol. Üstad, "Bu eserler öyle al testereyi kıt kıt kes diye bir şey değil. Burada bir hal var. O hale her şeyin kokusu sinmiştir; emeğin, sabrın, tahammüllerin...” diyor.
İnsanların hayatlarını gelişen teknoloji doğrultusunda ekonomik olarak yönlendirmesi, geleneksel el sanatlarımıza her geçen gün yeni bir darbe indiriyor. Yeni sanatkârların yetişmemesi bir yana, el sanatlarını unutmamız da muhtemel. Çoğumuzun ne demek olduğunu dahi bilmediği naht sanatı buna çok güzel bir örnek. Naht, hat sanatıyla yazılmış bir eserin kıl testereyle ahşap bir zemine kabartma tekniğinde uygulanmasına deniyor. Nahtın günümüzdeki en önemli sanatkârı ise Süleyman Sırrı Şenol.

Süleyman Sırrı Şenol’a kendinden bahsetmesini istiyoruz. Söze ‘ben’ diye başlıyor. O an içinden bir şeyler kopuyor sanki. İnanılmaz bir pişmanlıkla ‘biz’ diye düzeltiyor. Süleyman Sırrı Şenol, ilkokul sıralarındayken Vita kutularının diplerinde yanmış kibrit çöpleriyle bir şeyler yapmaya gayret edermiş. Yine aynı yıllarda, ortaokula giden ağabeyleri sayesinde kıl testeresiyle tanışmış. Ancak bu, yıllarca basit bir tanışmadan öteye gitmez; ta ki askere gidene dek: “1981 yılında Mamak’ta askerdeyim. Mutfak başçavuşu ve asker arkadaşlar bir gün ziyarete geldiklerinde küçük bir sandık kayısı getirmişlerdi. Sandığın kokusu yüreğimi dağladı, içimde öyle bir huşu uyandırdı ki hemen kayısıyı boşaltıp sandığı bağrıma bastım. 12 sene evvel gördüğüm kıl testere o an aklıma geldi.” İçinde bu duygular uyanır uyanmaz soluğu çarşıda alır asker Süleyman. Kıl testere ve bir kartpostalcıdan Kelime-i Tevhid alır. Kartpostaldaki hattı bir kâğıt üzerine çalakalem büyüterek çizer. Ardından da testereyle keser. Şenol hâlâ sakladığı bu eseri, “O zamanlar sanatın ‘s’ harfinden haberim olmadığı için epey katletmişim.” sözleriyle anlatıyor.

1983 yılında askerden dönen Süleyman Sırrı Şenol’un asıl mesleği gözlük ustalığıdır. Ne zaman boş vakit bulsa ahşap kesmeye devam etmektedir. Bunun sebebi çevresindeki insanların verdiği tepkilerdir: “Çevremdekilerin yaptığım eserlere ‘güzel’ demesi, beni balon gibi şişiriyordu.” Günler böyle geçerken bir cumartesi günü akşamüzeri dükkâna bir müşteri gelir. O sırada elektrikler kesilir ve muhabbet etmeye başlarlar. “İşyerinin camının üzerine bir Besmele-i Şerif’i, yağlıboya ile nakşetmiştim. Ama nakşederken katlediyorum tabii, o zamanlar sanattan bihaberim. O kişiye de, ‘Bak o yazıyı ben yaptım.’ dedim. Herkesten ilgi gördüğüm için ondan da öyle bir ilgi göreceğimi zannettim.” Adam, onu dediğine diyeceğine pişman eder. Sonra da bu işte ciddi olup olmadığını ve nerede oturduğunu sorar. Kocamustafapaşa cevabını alınca da Süleyman Sırrı Şenol’a o sıralar Kocamustafapaşa Hekimoğlu Ali Paşa Camii’nin imamlığını yapan Hattat Hüseyin Kutlu’nun yanına gitmesini tavsiye eder ve bu konuda söz alır. Üstad da sırf bu sözü yerine getirmek için bir gün Hüseyin Kutlu’nun yanına gider. Gidiş o gidiştir. Hüseyin Kutlu ile tanışması onu farklı boyutlara taşır: “Ne zamanki hocamı tanıdım, o zaman bir hiç olduğumu anladım. Kendini dev aynasında gören bir hödükmüşüm meğer. Hocam bana yazı disiplinini, bu işin yaz kes olmadığını, ilahi bir sanat olduğunu öğretti. Bir eseri yaparken onu yapacağın malzemenin hal lisanı ile konuşursun, dertleşirsin, âlemlere dalarsın…” O günden sonra yazıları Hüseyin Kutlu’nun nezaretinde kesmeye başlar. Süleyman Sırrı Şenol hat ile naht arasındaki ilişkiyi şöyle açıklıyor: “Hat ilahi bir sanat. Sanat açısından baktığınızda hat ile naht mukayese edilemez. Naht onun yanında bir sanat değil. Biz mevcut olan yazıyı ahşaba uyguluyoruz.” Hüseyin Kutlu ile tanışmasının ardından çalışmalarına hız verir üstad. 1991 yılında Kocamustafapaşa’dan Yakacık’a taşınır. 96 yılına kadar bir atölyesi dahi olmadan gözlükçülükten arta kalan vakitlerde kendini sanata adar. Yatak odasından ve çocuklarının odasından kovulması pek zaman almaz. Kendine balkonu mesken edinir. Kışın az titremez balkonda; ama yılmaz, yeniden içeri taşınır. Bir karar vermenin zamanı gelmiştir. Ya ‘iş’ diyecektir ya ‘sanat’: “Gönlüm sanata ağır bastı. Duyguyla değil, akılla hareket etmiş olsaydım gözlükçülükte kalırdım, o zaman fevkalade durumlarda olurdum. Bu sanatı seçmem beni pek çok zorluklarda bıraktı; ama şimdi hamdolsun. Şimdi maddi olarak çok mu iyiyim? Değilim. Çok mu kötüyüm? Değilim. Hamdolsun. Zaten maddi olarak baksaydım mesleğimi bırakmazdım.” Gönlünün sesini dinlemiştir dinlemesine ama bir atölyesi hâlâ yoktur. Apartmanlarının izbe sığınağını mesken edinir kendine. Süleyman Sırrı Şenol 1996 yılından beri sığınaktan bozma atölyesinde üretiyor eserlerini. Bir eseri ortalama olarak bir buçuk ayda bitirdiğini; fakat bu sürenin ardında 23 yıllık bir geçmişin olduğunu söylüyor. “Eserlerinizi nerelere yapıyorsunuz?” sorumuzu, ‘gönül ehillerine’ diye cevaplıyor üstad: “Su, yola çıksın akacağı yeri bulur. Senin gönlüne, eline kıl testeresiyi alıp bir eser üretmek düştüyse; eserini alacak kişinin de gönlüne öyle bir şeyi alma isteği düşmüştür.” Bugüne kadar 25 sergide yer alan Süleyman Sırrı Şenol, bu sene hocası Hattat Hüseyin Kutlu’dan icazet almış.

Zaman/Serkan Kara
Yayın Tarihi : 29 Mart 2008 Cumartesi 17:22:06


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?