30
Mayıs
2024
Perşembe
KÜLTÜR/SANAT

Şapkasız Yalanlar

Acayip 'kalabalık' kadınlar...

Süheyla Acar'ın yüz yıllık bir hikâyeyi, kaderleri beş kuşak boyunca birbirlerini izleyen kadınların tarihi aracılığıyla anlattığı 'Şapkasız Yalanlar' adlı romanı, hiç telaşsız, nüfuz ediyor okurunun kalbine...

Neresinden almalı, nasıl başlamalı anlatmaya? Belki tıpkı yazarının yaptığı gibi, Gül Kadınları'nı tanıtmalı önce. İsmigül (1889), Gülnihâl (1893), Gülsemâ (1908), Gülizâr (1928), Gülsün (1950) ve Gülüm (1971)... Birbirini takip eden, birbirinin içinden geçen, döne dolana birbirine takılan, birbirini inkâr eden, birbirini taklit eden hikâyelerin kadınları onlar. Mekânları, İstanbul, Kadıköy, Mühürdar... Mühürdar'da yirmi odalı bir konak önceleri; konağın dışındaki mutfaktan bozma dört odalı ev sonraları ve nihayetinde konağın yerine inşa edilen apartmanın teras katı. İsimleri ve yazgılarıyla birbirlerini andırır gibiyseler de her biri kendi zamanının ruhunu taşır üslûbuna. Gülnihâl'i şimdilik bir kenarda tutalım; İsmigül, Osmanlı toprağının bereketli ve kudretli döneminin vakarını yansıtır her bir haliyle. Gülsemâ, Kurtuluş Savaşı'nın hürriyet ve haysiyet mücadelesini hiçbir vakit elden bırakmaz. Gülizâr, Demokrat Parti dönemine yetiştirir ruhunu. Gülsün'ün gençliği '68'i kucaklar. Gülüm, '70'lerin çocuğudur; sırtını tarihe dayamıştır dayamasına ama biraz yersiz yurtsuzdur ruhu; değil mi ki gençliği '90'ların kanlı savaşını görecektir.
Peki ya Gülnihâl? Gülnihâl kısacık bir masaldır. Öylesine kısadır ki, uç uca bağlasanız yüz yılın hikâyesini birbirine kenetleyecek yalanların sırdaşı olabilmiştir. On beş yıllık bir ömürdür Gülnihâl. İsmigül'ün baba bir, anne ayrı kardeşidir.
Anlattığı kadınların toplamı kadar 'esas kız'ı olsa da romanını Gülüm'ün deneyimi ve keşfi üzerine kuran Süheyla Acar, Şapkasız Yalanlar'ı bahane edip kaderlerimizin serüveniyle uğraşıyor. Bir insan, diğerinin kaderini ne ölçüde etkileyebilir? Bir ülkenin tarihi, kişisel tarihlerimizi nasıl yönlendirebilir? Erkekler kaderlerimize ne zaman eşlik eder, peki ne zaman mani olur? Biz kendi kaderimize ne kadar hâkim olabiliriz? 

Romanın lokomotifi
Kuşaktan kuşağa taşınan yalanlarla yollarını bulmaya çalışan Gül Kadınları'nın hikâyesi, Gülüm'ün çıktığı bir gece yolculuğuyla aydınlanıyor romanda. Altında kör bir at, tepesinde mavi ayaklı gülen bir martı ve karşısında Haydarpaşa Garı'nın heybetli, sırdaş kapısı, Gül Kadınları'nın her birinin 'masal'ını ziyaret edip o masalın içindeki yalanı bulmakla yükümlüdür Gülüm. Masaldaki yalanı bulmadan özgür kalamayacaktır. Şapkasız Yalanlar'ın lokomotifi işte bu masallarda gizli olan yalanlar. Onlar hem romanı sürüklüyor hem de romanın bir anlamda 'ağır işçisi' olan Gülüm'ün de sancısını çektiği 'Gerçek Hayat' ifadesini tartışıyor. "Hayat dediğimiz şey geçmişe, geleceğe ve bugüne yaslanan bir sacayağı üzerine kurulu değil mi? Gelecek hayallerle, geçmiş ise yalanlarla yüklüyse... Hayatlarımız gerçeklikten bu kadar uzak, kurmaca hikâyelerden ibaretse... Bilmiyorum, bu parçalanmış gerçeklik duygusuyla nasıl başa çıkacağım, hiç bilmiyorum!.."
Okur, ilk yalanın açığa çıkmasından sonra öylesine şaşırıyor, öylesine afallıyor ki, bir an önce diğer yalanı bulmak istiyor. Merak unsurunu ve hatta bir parça da gerilimi içeren bu takip bazen ben diliyle, bazen sen diliyle sürüp giderken çaresi yok, bir ülkenin tarihine de bulanıyor hafızalar. Tarihe, tarihin koşulları içinde yaklaşan ya da kendini akışın şartlarına bırakan karakterleri olduğu gibi, tarihin devinmesine karşı duran karakterleri de var romanın. Süheyla Acar, Gül Kadınları'nı mutlak bir uyum ve uzlaşı içinde değil, her birini kendi döneminin sembol rol ve çatışmalarıyla kurgulamış. Bu çatışmaların doruğa çıktığı sahneler var: Anne-kız Vahdettin ile Mustafa Kemal için (İsmigül: "...Başsız millet, padişahsız memleket olur mu? Ah Sarı Kemal ah!... Hep onun yüzünden!.. Hadi bakalım Sarı Paşa, bizi öksüz yetim bıraktın ya, seni de görelim bakalım, nasıl taşıyacaksın bu vebali!..." Gülsemâ: "Hiç kimse Kemal Paşa'yı vatanı düşmandan kurtarmak uğruna harp ettiği için hainlikle suçlayamaz."); kayınvalide damat gayrimüslimler ile Türk milliyetçileri için (Gülsemâ: "Evime kimi alacağımı size mi soracağım? Evlerini talan ettiniz! Dükkânlarını yağmaladınız! Senelerce yüz yüze bakmışız, onlar benim komşularım! Bıraksaydım, onları da mı parçalasaydınız?" Enver Paşa: "Ben Kurtuluş Harbi'ni o işgalcilere karşı verdik diye biliyordum."); baba kız sınıfsal/ ideolojik bir duruş, etnik bir konumlanma için (Enver Paşa: "Elin Mardinli Kürt'üyle ne işimiz olur bizim..." Gülsün: O Mardinliyse sen de Elazığlısın ama..." Enver Paşa: "Öz be öz Türk'tür benim soyum sopum...") çatışırlar...


'Lekeli' kadınlar
Romanın ilgi çeken bir diğer özelliği de tüm karakterlerinin 'lekeli' oluşu. Her bir Gül Kadını lekelidir. Leke... Yazar, onları lekeli kılarak esasında onlara cesaret ve yaşamlarını kurgulama inisiyatifini veriyor. Gül Kadınları güçlü ve dirençli kadınlar. İronikler. Tutkulular. Sevdikleri erkekleri hayatlarına davet etmekte hiçbir mahsur görmüyorlar. Evlenmeden çocuk doğurabiliyorlar. Bazılarıyla ölüm, bazılarıyla da yaşam ayırıyor fakat gidenler hep erkekler, kalanlarsa Gül Kadınları oluyor.
Uzaktan bakıldığında azıcık deli oldukları düşünülebilir. Delilikleri de cesaretlerinden ve özgür ruhlarından kaynaklanıyor daha çok. Okuru hayal kırıklığına uğratanları da var aralarında fakat onlar bile cesaretlerinden bir şey kaybetmiş değiller. Süheyla Acar'ın kadından yana bir söylemle el ele yürüdüğü çok açık.
Sadece güç hikâyelerin güçlü kahramanları oldukları için değil, içlerinde taşıdıkları 'çokluk' nedeniyle de kadınlığı çağrıştıran bir söylemi var yazarın. Elbette saf ırk iddiası ya da tersi sadece erkeklere ait bir iddia değil, fakat tüm insanlığı kucaklayabilecek simgesel bedeni hayal ettiğimde, onun olsa olsa bir kadına ait olabileceğini düşünürüm. Gül Kadınları içlerinde Türk, Çerkez, Rus, Kürt kimliklerini taşıyorlar; Müslümanlarla, Yahudilerle ve Ermenilerle akrabalık ilişkileri var. "Birinci sınıf bir Anadolu kısrağıyla bir Arap atının yasak aşkının meyvesi" olan Gülcivan, Gülüm'e "Ben bir kırmayım anlayacağın, tıpkı senin gibi" dediğinde Gülüm, Kürt kökenli babasını hatırlamakla yetinir. Oysa Gülcivan'ın yanıtı, bugünün indirgemeci siyasal anlayışına da cevap olur: "Sen de çok televizyon izliyorsun anlaşılan. Yanılıyorsun, sadece babanın Kürt oluşundan söz etmiyorum, çok daha öncesinden söz ediyorum ben."
Şapkasız Yalanlar, tarihsel kesiti bir arka plan olarak kullanmakla birlikte ona sadece romanının fonu muamelesi yapmamış. Şapkasız Yalanlar'ın tek başına 'tarihi roman' nitelemesini taşıyabileceği de söylenemez... Tersine, belki de yazar, yapıtını daha ilginç kılan bir ton yakalamış: Tarihleri birleştirmiş. Kişisel tarihlerin altından resmÓ tarih hikâyeleri, toplumsal tarih hikâyeleri ve hatta konakların, evlerin, bahçelerin, elbiselerin, tutumların, sosyal davranış kodlarının tarihi, Haydarpaşa Garı'nın tarihi beliriyor... Hepsi, sessiz sedasız Gül Kadınları'nın tarihiyle bir olup çıkmış. Anlatısında hem dili hem de kurgusuyla bir iddiası olduğu yadsınamaz fakat Süheyla Acar neredeyse iddiasız gibi görünerek, sessizce sokularak, çok derinden seslenerek 'gerçek' kadın hikâyeleri anlatmış.



ŞAPKASIZ YALANLAR
Süheyla Acar, Agora Kitaplığı, 2008, 301 sayfa, 18 YTL.

SEMA ASLAN/radikal kitap
Yayın Tarihi : 12 Nisan 2008 Cumartesi 12:54:49


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?