18
Mayıs
2024
Cumartesi
KÜLTÜR/SANAT

Tahran absürd tiyatro sahnesi

İran'da Dramatik Sanatlar Merkezi'nden izin almadan oyun sahnelemek imkânsız. Yine de sanatçılar sembolik bir anlatımla da olsa rejim eleştirisini elden bırakmıyor. Fecr Tiyatro Festivali'nde oynanan 'Caligula'da olduğu gibi

 

Maalesef bu alıntının ve yazı içerisindeki görüşlerin kimlere ait olduğunu güvenliklerini korumak amacıyla yazamayacağım. Bu kişiler 22-31 Ocak arasında düzenlenen 28. Uluslararası Fecr Tiyatro Festivali’nin misafiri olarak gittiğim Tahran’da beraber vakit geçirdiğim çoğunluğu genç sanatçı ve öğrenciler.
İran’da aralıktaki Aşura gününde yapılan ve ondan fazla eylemcinin öldürüldüğü gösterilerden sonra bine yakın sanatçı, aktivist, akademisyen ve ögrenci tutuklandı.

Orada bulunduğum hafta içerisinde seçimlerden sonraki olaylara karıştığı gerekçesiyle iki genç idam edildi. Yüzlerce insan takip ediliyor, telefonları dinleniyor, elektronik posta adresleri kontrol ediliyor. Benim için şaşırtıcı olan rejimin sıklaştırdığı kontrol ve baskılara rağmen, tanıştığım birçok İranlı’nın rejimi yüksek sesle eleştirebilmesiydi. Zamanla anladım ki ‘İran İslam Cumhuriyeti ne konuştuğunuzla değil, ne yaptığınızla ilgileniyor’.

Her şey ‘normalmiş’ gibi
Tabii ki, dışarıdan bakınca içerisi bizlere daha tehlikeli görünüyor. Bir yandan, İstanbul’daki kadar cami görmenin mümkün olmadığı ve ezan sesinin megafonla verilmesinin yasak olduğu, başörtüsünün bir aksesuar gibi takıldığı, bir Avrupalı’nın arzulayacağı egzotizmden eser olmayan, her şeyin ‘normal’miş gibi yaşandığı bir şehir, Tahran. İnsanlar hayatlarını tehlikeye atmadan istedikleri gibi yaşayabilmek için çeşitli stratejiler geliştirmişler. Sokakta uyulması gereken ve başetmeyi zamanla öğrendiğiniz kurallar var ve bir de şehir efsanesi gibi anlatılagelen, bu kuralların (kısmen) geçersiz olduğu evlerdeki hayatlar. Evler şehrin üzerinizde bıraktığı gerilimi boşalttığınız, rahatça konuşabildiğiniz, eğlenebildiğiniz ‘mekân’lar.

Şehrin gerginliği, seçim sonrasında sokaklarda yaşanan olaylar ve özellikle kadınların başını çektiği eylemlerle artmış. Muhalif hareketin etkisini arttırmasının bir yansıması olarak, her alanda rejim karşıtı etkili sivil eylemler organize ediliyor. Fecr Tiyatro ve Film Festivali’ne karşı yapılan boykot da bunun bir örneği.

28 yıllık bir festival
İlki 1982’de Dramatik Sanatlar Merkezi tarafından düzenlenen festival, her yıl İslam Devrimi’nin yıldönümüne yakın bir tarihte gerçekleştiriliyor ve ülkede tiyatronun geliştirilmesini, tiyatro etkinliklerinin tanıtılmasını, tiyatro alanında yeni yeteneklerin keşfedilmesini ve İran İslam kültürünün yaygınlaştırılmasını hedefliyor. Festival, programında önceki sene sahnelenmiş oyunlara ve o yıl için üretilmiş oyunlara yer veriyor. Bu yıl, önceki yıllardan farklı olarak, tiyatro gruplarının stand açtıkları ve kendilerini tanıttıkları İran Tiyatro Fuarı da düzenlendi ve yüze yakın ulusla-rarası misafir davet edildi.

Festivale gitmeden kısa bir süre önce, devlet tarafından organize edilen festivalin, muhalifler tarafından boykot edildiği haberini aldık. İranlı sanatçılar, uluslararası kamuoyunun dikkatini çekmek için Peter Brook’tan oyununu çekmesini istemişler. Brook, ‘zaten festival katılımı konusunda hiçbir zaman olumlu yanıt vermediği’ gerekçesiyle oyununu çekti. Brook’la beraber bazı önemli İranlı yönetmenlerin de boykota katılmasına karşın geleneksel tiyatro dilinin dışında kalan birçok yönetmen de programdaydı. Üstelik seyirci her oyuna olağanüstü bir ilgi gösteriyordu. Bir grup uluslararası misafir olarak, neden festivale geldiğimizin muhakemesini yapmaya çalışırken, bir yandan da ilk defa geldiğimiz bu festivalde farklı görüşleri dinleyerek durumu anlamaya çalıştığımızı söyleyerek teselli buluyorduk.

Neredeyse aynı tarihte düzenlenen Fecr Film Festivali’nde ise tiyatro festivalinin aksine ortak bir görüşe varıldığı, boykotun tam anlamıyla başarıya ulaştığı iddia ediliyor. Uluslararası jüri festivale katılmamaya karar verdiğinden son güne kadar juri üyesi aranmaktaydı. Ken Loach gibi konuk yönetmenlerin tümü ve İranlı yönetmenlerin çoğu filmlerini geri çekti ve Film Festivali’ndeki boykot uluslararası camiada yankı buldu.

Kontrol devlette
Birçok sanatçı, İran’da tiyatronun üretim koşulları nedeniyle tiyatro festivaline karşı yapılan boykotun anlamsız olduğundan bahsetti. Ana kurum olan Dramatik Sanatlar Merkezi, İran’da seyirciyle buluşmayı hedefleyen tiyatro topluluklarını ve oyunlarını sansür ve kontrol uygulamalarından geçiren, onları kayıt altına alan, böylece kontrol altında tutan devlet kurumu. Kısacası, bu kurumdan onay almamış hiçbir tiyatro, oyununu sahneleyemiyor. Bu durumda ülke içinde devletten bağımsız bir sanat oluşumu kurmak, festival düzenlemek imkansız. Yapılabilecek iki şey var:

Birincisi; toplulukların uluslararası ağa dahil olması. Tiyatronun kendine ve İran’a özgü koşulları nedeniyle bunu ‘başarabilmiş’ veya tercih etmiş topluluk sayısı çok az. İran’da çekilen filmler için de benzer denetim mekanizmaları geçerli olsa da, film endüstrisinin daha gelişmiş ve uluslararası bağlantıların daha yerleşik olması yönetmenlerin ellerini güçlendiriyor. Yönetmenler festivali boykot ettiklerinde çok fazla kaybedecek birşeyleri olmuyor, üstelik boykotun uluslararası etkisi daha büyük oluyor. Tiyatro grupları ise, uluslararası sanat piyasası ile ilişkileri daha zayıf olduğundan, boykota katılmaları halinde, seyirci ile buluşabilecekleri tek olanağı kaybetmiş oluyorlar. Boykotu destekleyenler son kertede bunun önemsiz olduğunu düşünenler. Yine de arada net bir kutuplaşma yok, ayrıca Tiyatro Festivali ekibi sadece devlet için çalışanlardan oluşmuyor. İçlerinde muhalif harekete ciddi şekilde destek verenler de var.

Varlığını sürdürmenin yolu
Yapılabilecek ikinci şey devletin kontrolü altında olsa bile varlığını sürdürmek. Bu ise ancak eleştirel dili soyutlaştırarak ve sembolize ederek mümkün. Böylece tiyatrolar sansüre uğramadan (veya kısmen uğrayarak) oyununu sahnelenebiliyor ve rejim eleştirisini sahneden yapabiliyor. Yani, kimisi de mücadeleyi içeriden vermeyi tercih ediyor.

Bu oyunlardan biri Albert Camus’nün yazdığı iktidara dair bir oyun olan ‘Caligula’ydı. Aslen salonun demirbaşlarından olan Humeyni portrelerinin asılı olduğu sahnede, -aynı zamanda Cafe Godot adında sanatçıların gittikleri bir kafe işleten, son yaptığı işlerle ses getiren- genç yönetmen Homayun Qanizadeh, Roma İmparatorluğu’nu bembeyaz, steril, modern bir mutfakta, deliliğin sınırlarında anlatmayı tercih etmişti. Sembolik anlatımın teatral bir strateji olarak kullanıldığı oyun sonrasında seyirci uzun zamandır bu kadar politik bir iş görmediklerini ve rejim eleştirisinin, İranlı olmadığımız için bizim aslında neye işaret ettiğini çok da anlayamayacağımız sahnelerde yer aldığını söylediler. Buna rağmen yönetmenin sahnede kurduğu evrenin ve estetik dilin gücünden dolayı oyundan İranlı seyirciler kadar etkilenmiştik. Sembolik anlatım sanatçılar için özgürlük alanı sunarken, tehlikeli bir yanı da var: zorlu dili nedeniyle tiyatronun elitleşip halktan kopması. Tiyatronun seyirci bulmakta hiç zorlanmadığı İran’da bu olasılık camia içinde önemli bir tartışma konusu.

Bu tartışmalar biteceğe benzemiyor, çünkü İran’da gündem hızla değişiyor. Bugünlerde büyük protestoların yapılacağına dair haberler geliyor. Gelecekte neler olacağını kimse bilmiyor. Yine de herkes bir konuda hemfikir: ‘Halk rejimden daha güçlü’.
 

Pelin Başaran - Radikal
Yayın Tarihi : 18 Şubat 2010 Perşembe 16:26:31


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?