Ege Denizinin iki yakası tarih boyunca kültürlerin, uygarlıkların beşiği olmuştur. Homeros’un dizelerinde, Antik Yunan ve Anadolu düşünürleri, mimarları ve sanatçıları hep Ege’nin iki yakasından çıkmış ve günümüze kadar uzanmıştır. Zülfü Livaneli’nin değindiği gibi “Zeytin, kekik, şarap ve yanık ezgiler diyarına ne zaman adım atsam, müthiş bir coşku kaplar beni…”
Ege kıyılarında kökeni antik çağlara kadar uzanan sanatçılarla beklenmedik yerlerde karşılaşmanız her zaman olasıdır. Günümüzde sanatçı adı altında bir karmaşa yaşanmasına rağmen kıyıda köşede kalmış, daha doğrusu reklâmı yapılmamış gerçek sanatçılarla karşılaşmak insanı şaşırtmamalıdır. Nitekim bu yıl da öyle oldu; her yıl fırsat buldukça gürültüden kaçarak sakinliği bulduğum Ege’nin Antik şehirlerinden Assos’un limanına sığınırım. Bu limanda Yahya Kemal’in “Sessiz Gemi” şiirini de ara sıra düşünürsem de genelde Ege’nin denizini, gün batımını izlemeyi ve dostlarla günün siyasi çekişmelerinden, kayıkçı kavgalarından uzak sohbet etmekten hoşlanırım. Çoğu kez de gerçek anlamda sanatçılarla karşılaşırım. Bu kez de öyle oldu; beklenmedik anda usta bir cam sanatçısı Erzen İntepe ile karşılaştım.
Erzen İntepe asker olan babasının görev yaptığı Sarıkamış’ta dünyaya gelmiş, Çamlıca Kız Lisesi’nden 1965 yılında mezun olmuş, Merkez Bankası’nda 1965–1971 yıllarında memurluk yapmışsa da bankacılıktan sıkılmış olacak ki, ticaret hayatına atılmış sağlık kuruluşlarına makine ve yedek parça ithalatı ile uğraşmış ve bu dönem yaşamının on yedi yılını almış… Ardından aynı sektörde hizmet veren bir firmada satış müdürlüğü görevini üstlenmiş, 2000 yılında da emekli olmuş. Bundan sonra çoğu insanın yaptığı gibi günlerini boş geçirmemiş, kendisini tamamen sanatın çeşitli dallarına vermiş. Başlangıçta Türk süsleme sanatının önemli bir bölümünü oluşturan ağaç işçiliğinde ahşap boyama, dekorasyon, bahçe peyzajı, resim, rölyef gibi konularla ilgilenmiş. Bir dostunun yönlendirmesiyle Türk sanatının en az tanınan cam işlerine yakınlık duymuş. Bu arada kurduğu cam ocağında kısa süreli cam boncuk ve cam füzyon eğitimi almış.
İnsanlığın uygarlık düzeyine ulaşmaya başladığı eski çağlardan bu yana cam ve cam eşyalar onların en büyük yardımcısı olmuştur. Nitekim arkeolojik araştırmalar Neolitik Çağ insanlarının cama benzer bazı süs eşyaları kullandığını ortaya koymuştur. Doğadaki cama benzer maddelere, özellikle obsidyene şekil vererek ok, bıçak, mızrak ucu yapımında kullanmışlardır. Cam, alümin, kurşun oksit, kireç ve potas karışımından oluşan cam, başka bir deyişle saydam silikatlar bileşimidir. Adi sıcaklıkta sertliğini korumasına rağmen ısıtılınca yavaş yavaş yumuşamaya başlayan camın belirli bir ergime noktası yoktur. Kaynar dereceye yaklaşırken yumuşar ve hamur şekline dönüşür, sonra da kalıplara dökülerek istenilen şekli kolaylıkla alır.
Tarih süreci içerisinde camın ilk defa nerede ve nasıl bulunduğu kesinlik kazanamamıştır. Pilinius bir efsaneye dayanarak camı ilk kez Fenikelilerin bulduğunu Naturalist Historya isimli eserinde kaydetmiştir. Suriye’de Carmelus tepeleri arasında kalan bataklık bölgeden geçen Belus Nehri’nin sularının çekildiği yerlerde çamur birikintileri arasındaki kumlarda bir takım parıltıların olduğu dikkati çekmiştir. Pilinius güherçile yüklü bir Fenike gemisinin burada demir attığını, gemicilerin kıyıda yemek pişirirlerken yanan ateşin güherçileyi erittiğini ve o zamana kadar bilinmeye bir sıvının etrafa yayıldığını görmüşlerdir. Tarihteki ilk camın da bu bileşim olduğu ileri sürülmüştür. Bazılarına göre de, Fenikelilerden önce İ.Ö 1551–1527 yıllarında yaşayan Firavun Amenhotep’in boncuğunun ilk cam olduğunu belirtenler de olmuştur. Tarihçi Herodotes, Sur’daki Herakles Mabedinin renkli camlarla kaplı sütunlar olduğuna değinmiştir. Antik Çağ Yunanlıları da yüksek düzeyde olmamasına rağmen kaliteli camlar yaptıkları, ardından Eski Mısır, Mezopotamya uygarlıklarının geliştirdiği camcılığı Romalıların da sürdürdüğü günümüze gelen ve çeşitli müzelerdeki eserlerden anlaşılmaktadır. Romalı yazar Petronius, “Satyricon” isimli eserinde kırılmaz camı bulan ve bu önemli buluşunu İmparator Tiberius’a götüren bir cam sanatçısından söz etmiştir.
Hıristiyan sanatı Roma cam işçiliğini daha da canlandırmış, kiliselerin pencerelerinde, kandillerinde kullanmışlardır. İslam sanatında cam işçiliği önemli bir yeri kapsamış, ardından Selçuklular ve Osmanlılar döneminde bu sanat dalı doruk noktasına çıkmış, birbirinden güzel cam eşyalar çeşmi bülbüller, vitraylar, bardak, tabak gibi eserler yapılmıştır. Ne var ki gelişen sanayi el yapımı ve sanatsal özelliği olan cam sanatını engelleyerek ona büyük bir darbe vurmuştur.
Günümüzde fabrikasyon nedeniyle ikinci plana düşen cam sanatını Erzen İntepe, Assos’ta kurduğu küçük atölyesi ve cam evinde yeniden yaşatmaya, insanlara sunmaya çalışmaktadır. Cam ev sanat atölyesinde bir yandan cam eserler üretirken bir yandan da isteyenlere bu konuda eğitim vermektedir. Assos’a turistik amaçlı gelenlerin cam eşyalara ilgisinin olup olmadığını sorduğumda şu yanıtı vermiştir;
“İnsanlarımız ilk yıllarda bu sanata karşı daha yabancılardı. Artık son derece bilinçli bir müşteri kitlesi oluştu. Cam füzyen sanatı ile ilgileniyorlar. Benim yaptığım gibi diğer atölyeler, cam sanatı ile ilgili sergiler halkımızın bu sanatla yakınlaşmasına çok daha yardımcı olacaktır. Ben cama uygarlığın bir simgesi olarak bakıyorum. Ayrıca cam bende içi dışı bir olmaya, aydınlığı ve temizliği çağrıştırıyor. Cam yaşamımız boyunca bizlerle hep birlikte olacaktır.”
İntepe’nin deyişiyle cam, özünde barındırdığı emeği, ustalığı ve inceliği, bir bakıma insan ruhundaki dengenin estetikle buluşmasını sağlamaktadır.
Assos’ta yoğun biçimde çalışmalarını sürdüren Erzen İntepe aynı zamanda Kadıköy sanatçılar derneği üyesi olup, yaptığı eserleri Almanya, Bordum, Bozcaada ve Assos’ta açtığı kişisel ve karma sergilerde izleyicilerine sunmuştur. Kuşkusuz, önümüzdeki günlerde eserlerinin çok daha fazla sergide yer alacağını ve kendisinden söz edileceğini umuyorum.