3
Mayıs
2025
Cumartesi
KÜLTÜR/SANAT

Woody’nin şahane işi!

Woody Allen ile Cannes Film Festivali’nde konuştuk. Yeni filminde de birbirinden güzel ve yetenekli oyuncularla çalışan Allen, “Her gün işe Penelope Cruz ve Scarlett Johansson ile gitmek, geçinmek için şahane bir yol!” diyor.

Woody Allen’ın yeni filmi “Vicky Cristina Barcelona”, 61. Cannes Film Festivali’nde Yarışma Dışı bölümde gösterildi. Barcelona’ya giden iki ABD’li kadının, bohem bir ressam ve onun eski eşiyle yaşadığı macerayı konu alan bu romantik komedide başrolleri Scarlett Johansson, Rebecca Hall, Javier Bardem ve Penelope Cruz paylaşıyorlar. Allen ile izleyiciyi bol bol güldüren bu filmini konuştuk...

Filmde sanatını sergilemek istemeyen bir sanatçı var. Siz hiç böyle hissettiniz mi?
Evet, birçok kez. Sinemada kolay değildir bu. Yazar olarak yaptığım olur. Bazen New Yorker dergisine bir şey yazar ama atarım. Birine gösterilecek kadar iyi olmadığını düşünürüm. Ama hiçbir zaman “O kadar iyi ki, herkesten saklayıp onları cezalandırayım” diye düşünmem. Film yaptığınızda ise başka birinin 15 milyon dolarını harcarsınız. Başıma birçok kez geldiği gibi nefret edip “Kimsenin bunu görmesini istemiyorum, atmak istiyorum” diye düşünemezsiniz.

Bir örnek verir misiniz?
“Manhattan”ı ilk gördüğümde “Yapmayı planladığım bu değildi, fikrim aynen yansımadı. Bununla ortaya çıkmak istemiyorum. Bu filmi çıkarmazsanız size bedavaya bir film çekerim” dedim yapımcılara. Onların cevabı “Delilik bu. Filmi çıkarmalıyız. Bankadan milyonlarca dolar kredi aldık, faiz ödüyoruz. Öylesine atamayız filmi çöpe” oldu. Film çıktı ve büyük bir başarı kazandı. O büyük başarı, ben filmi sevmediğim için iyi bir duygu yaratmadı. Bir filmi bitirdiğimde “Harika olmuş, müthiş bir fikrim vardı ve harika bir film yaptım” diye düşünmeyi tercih ederim. Vizyona çıktığında kimse beğenmese de aldırmam. “Sanatsal bir iş yaptım” derim. Beğenmediğiniz bir işe insanlar “Şahane olmuş” deseler de “Bir şeyden anlamıyorlar” diye düşünürsünüz ya da “Meseleyi kavramadılar” diye.

‘Ne yaptım ben?’ dedim
Bu film bittiğinde nasıl hissettiniz?
Herkesin ne düşüneceğini merak ettim. Üzerinde durduğum bir duygu yoktu. Ne “harika” dedim, ne de “berbat”... Bilemedim. Daha önce yaptığım hiçbir şeye benzemiyor. Bir kısmında İspanyolca konuşuluyor. İki İspanyol oyuncuyla çalıştım, altyazı vardı birçok yerde. Kendi kendime “Ne yaptım ben? İyi bir şey mi yoksa değil mi?” dedim. Kendime güvenemedim ama otomatikman başarısız olduğumu da düşünmedim.

Yeniden Scarlett Johansson ile çalıştınız. Onu çok mu beğeniyorsunuz?
Evet. Scarlett olağanüstü bir genç aktris. Komik olabilir, ciddi olabilir, şarkı söyleyebilir. Ne isterseniz onu yapar. Hem de güzel yapar. Çok inandırıcı bir aktris. Birlikte çalışması da çok kolay. Çok zeki, çok zarif. Büyük bir yetenek, sınır tanımıyor. Ayrıca gördüğüm en güzel ve seksi kadınlardan biri. Her gün işe Penelope Cruz ve Scarlett Johansson ile gitmek, geçinmek için şahane bir yol! Bu iki kadın da sabahları mucize gibi kahve ve sigara içip sohbet ediyorlar. Javier de çok hoş. Rebecca’nın da ilk büyük filmiydi bu, çok sessiz ve kibardı. Hepsiyle yeniden çalışmak isterim.

Javier Bardem’in karakteri filmde “Hayat kısa, sevişelim” diyor. Siz de öyle mi düşünüyorsunuz?
Düşünüyordum. Javier filmde ‘larger than life’ (hayatta pek de karşılaşamayacağımız kadar fantastik) bir karakter. Kendine güvenli, klasik anlamda yakışıklı değil ama çekici, sadece güzel değil iyi görünüşlü. Karizmatik, zarif bir insan. Düşünüyorum da ne kadar şanslıydım Penelope ve Javier ile çalıştığım için. Karizmatik, güzel, büyüleyici, İspanyolcanın yanı sıra İngilizce konuşabilen oyuncular. Onlar filmde çalışamasa ne yapardım bilmiyorum. İspanyol sinemasını pek tanımam, belki başka oyuncular da vardır ama... Çok şanslıydım.

ABD’lilerin Avrupa’ya bakışı sizinkinden çok farklı. Filmde de bu gözlemleniyor...
Henry James’ten başlayarak ABD’liler; Avrupa’nın gizemli, karmaşık, kültürel ve cinsel yönden ilerlemiş, bohem, büyüleyici bir yer olduğunu düşünür. Çok kozmopolit ve çok sofistike olan ABD’nin tam tersi. Ayrıca Avrupa’ya gelip sonsuza dek değişen ABD’li miti vardır. Ben de buna inanırım. Eğer doğru değilse ben neden buradayım? Avrupa’ya hep romantize edilmiş bir bakış açım oldu. New York’a da. Ne zaman New York’ta geçen bir film yapsam, “New York öyle değil ki” diyorlar, “Scorsese, Spike Lee, New York’u olduğu gibi görüyor, sizinki romantik”... Avrupa hakkındaki romantik düşüncelerim gençliğimde izlediğim filmlerden doğdu. Avrupa’dan gelen Vittorio de Sica, Fellini, Truffaut, Godard filmleri daha ilerici, daha bohem, daha yenilikçi, daha özgün, daha sofistike, cinselliği daha az sansür edilmiş, daha mücadeleci, daha olgundu. Buna inanarak büyüdüm.

Keyifliyken cinayet kederliyken komedi
Uzun süre sonra komediye döndünüz. Hayatınızda neşeli bir dönem mi geçiriyorsunuz?
Baktığınızda film çok romantik; müzik, İspanya, âşık insanlar... Ama sonuna doğru oldukça acıklı hale geliyor. Vicky evleniyor, belli ki filmdeki orta yaşlı çift misali mutsuz olacak. Patricia Clark deli olmuyor kocasına... İyi, dertsiz ama tutkusuz bir evliliği olacak. Belki de yıllar sonra bir odada başka bir adamla öpüşürken yakalanacak; çünkü insanın hayatını dolduran o tutkuyu özleyecek. Scarlett (Cristina), aradığını asla bulamayacak; çünkü hiçbir şey ona doğru gelmiyor. Neyi sevmediğini, neden nefret ettiğini biliyor ama neyi sevdiğini bilmiyor. Varolmayan bir şey arıyor. Özel bir aşk, sihirli bir tatmin, yok öyle bir şey. Javier ile Penelope birbirlerine tutkun. Ama o kadar arzu ve yoğun duygu var ki, birbirlerinin sinirine dokunuyorlar. Hepsi kendilerine göre bir trajedi yaşıyor. Bence romantik bir film bu, ama çok kederli bir tonu da var alttan alta. Ben çok mutluyum. Ama özel hayatımla beyazperdeye yansıttığım arasında asla doğrudan bir bağ olmamıştır. Hayatımda tamamen kederli, yalnız, mutsuz olduğumda komediler, çok keyifli olduğumda cinayet öyküleri yazmışımdır.

MİLLİYET
Yayın Tarihi : 20 Mayıs 2008 Salı 14:29:40


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?