22
Mayıs
2024
Çarşamba
KÜLTÜR/SANAT

Yıldız Kenter kırgın ama umutlu

Geçtiğimiz günlerde “Oscar ve Pembeli Meleği”ni izlemek üzere İstanbul Harbiye`deki Kent Oyuncuları Tiyatrosu’ndaydım. Fransız yazar Eric Emmanuel Schmitt imzalı, Serap Babür`ün dilimize çevirdiği tek kişilik oyunda Yıldız Kenter büyüdü, büyüdü ve sahneyi bir ışıkla donattı.

Kenter, sahnede hem 10 yaşındaki hasta bir çocuğu hem de yaşı 100`e varmış gönüllü bir bakıcıyı canlandırıyor, daha doğrusu yaşıyor. Her ölümün acıklı olduğunu reddeden, duygusal ama bir o kadar da güldüren bir eser çıkmış Kenter’in ellerinden.

Tiyatroda önden dördüncü sıradaydım ama Yıldız Kenter`in gözündeki ışıltı ve enerji oturduğum koltuğa dek uzanıyordu. Sahne performansının ötesinde akıl almaz bir fiziksel performans sergileyen sanatçı ile birkaç gün sonra söyleşi yapmak üzere Kent Oyuncuları`na tekrar gittiğimde, `iyi ki önce oyunu izlemişim` dedim içimden. Yıldız Hanım, oyununu izlemeden röportaj yapmak isteyenlere pek de hoş gözle bakmaz, sitem edermiş haklı olarak.

Çok değil, daha iki yıl öncesine kadar gelen seyirci sayısı 11 sıraya düştüğünde tiyatroyu kapatmayı düsünecek kadar hayıflanan yılların sanatçısı, bugün 6 sırayı dolduran tiyatroseverlere içi buruk bir şekilde ama umutla temsil veriyor.

Doğruyu söylemek gerekirse, cevaplarında kontrollü ama çok cana yakın bir Yıldız Kenter ile buluştum kuliste. An geliyor bir genç kızın, an geliyor bilge bir üniversite profesörünün –ki kendisi profesördür- edası ile konuşuyor. Yine de sözlerinde, mimiklerinde yadsınamayacak bir sis seziliyor. Açıkçası Yıldız Kenter kırgın. Üzülüyor. Sanata ve sanatçımıza sahip çıkacaksak zaman belki de en doğru zaman. Kenter açıkça demese de, seyircisinin televizyon başından kalkıp, tiyatroya gelmesini bekliyor. "Oscar ve Pembeli Meleği" gündelik boş koşuşturmacalarımız içinde yaşama dair, ruh aydınlatan, hoş bir istisna olarak belleğimize kazınmayı hak ediyor çünkü.

Yıldız Hanım, tek kişilik oyununuz “Oscar ve Pembeli Meleği”ni geçtiğimiz günlerde izledim. Gelen seyirci sayı bakımından az ama coşkuluydu.

Gayet iyi bir reaksiyon var, ancak fısıltı gazetesi işlemiyor herhalde. Bir de seyirci oyunun acıklı olduğunu düşünerek çekiniyor, oysa yaşama ait, yaşamı katlaya katlaya uzatan bir oyun bu. Mesajları son derece pozitif.

Salonun yeterince dolu olmamasını başka hangi etkenlere bağlıyorsunuz?

Seyirciyi televizyonlarda akan kimi yüzeysel, kimi banal, teknik ve Türkçe açısından bile on para etmez dizilere mahkum ediyorsunuz ve seyirci bu tembelliğe, bu disiplinsizliğe alışıyor.

O disiplinsizlikle tiyatro seyretmek olmaz tabii. Çünkü tiyatro bir disiplin, bir ölçü işidir ve benim yaptığım ne olursa olsun, bunu mutlaka gelecek olan seyircinin tamamlamasi gerekir bütünleşmesi için. Eğer böyle bir tamamlama olmazsa yarımdır iş. Çünkü iki şeysiz tiyatro olmaz: Seyircisiz, oyuncusuz. Dekorsuz olur, kostümsüz olur, bazen metinsiz olabilir… Bu güzelim işi, Türkiye seyircisiyle ve oyuncusuyla kalkındıramadı maalesef.

Oyun sırasında defalarca gözleriniz doldu. Merak ediyorum, sahnede ağladığında oyuncunun aklından ne geçer?

Jimnastikçinin bacağını açıp oturması gibi bir beden hakimiyeti. Oyun da hazırlıyor sizi. Bu, beyni direkt kontrol altına almakla ilgili. Tiyatronun en büyük özelliklerinden biri, kafanı, duygularını ve bedenini direkt konrolün altına almanı sağlamasıdır sana verilmiş koşullara göre kullanabilmen için.

Yeni bir oyun hazırlığınız var mı?

İki projem var gelecek sene için. Çok ilginç bir proje ama bir iki kişiye ve sponsor bulmamıza bağlı olduğu icin şimdiden spekülasyon yapmayalım. Bakalım tiyatro ne olacak, nasıl ayakta tutacağız? Çok kırık vaziyetteyim maalesef.

Tiyatronuzun içinde bulunduğu mali zorluk devam ediyor demek ki.

Tabii ki devam ediyor. Biz bugün maalesef çok sevdiğimiz bazı insanların işine son vermek zorunda kaldık. Bazı işleri kendimiz yapacağız. Eskiden olduğu gibi gişede oturacağız belki. Buraları (Kulisi göstererek) ben süpüreceğim, odamı temizleyeceğim, içerideki bulaşıkları yıkayacağım. Başka çaremiz yok. Çok gözyaşımız dökülüyor. Fakat zam istiyorlar zam yapamıyoruz. Ben 5 yıldır maaş almıyorum tiyatrodan. Bir de şimdi konservatuvardan da çıktık biliyorsunuz. Yani ne yapacağını bilemiyorsun. Bu kadar yılını tiyatroya vermiş bir insan olarak böyle ortalıktasın. Neye tutunsam çat çöküyor, neye dayansam pat düşüyor. Ama sanat umut demektir. Umudu kaybetmiyoruz.

Zamanında Süleyman Demirel`in tiyatronuz için yaptığını bugün yapacak bir politikacı çıkmıyor mu?

Maalesef öyle birini bulamadik. Süleyman Demirel de bir telefon etti sadece ama çok önemli bir telefondu. Tiyatronun icra yoluyla satışını durdurdular. Ödedik biz o borcumuzu, şimdiki borçlarımızı da ödeyeceğiz herhalde.

Ortakları tiyatronun satılmasını istiyor şeklinde yorumlarınız olmuştu. Söylediklerinizden tiyatronuzu satmak gibi bir düşüncenizin olmadığını anlıyorum.

Öyle bir düşüncem yok. Tabii satılmasını arzu edenler var aramızda. Bazen ben de ’aman satılsın’ diyorum, sonra ’yok bu gençlere kalmalı’ diye düşünüyorum. Türkiye tiyatrosu bol bir memleket değil. Hele binası hiç yok. Ama kimse bunun farkında değil. Satılsa, satılmasa kimsenin umurunda değil aslında.

Ama tüm zorluklara karşın bu kurum yaklaşık 40 yıldır ayakta.

Evet, 1968 sonbaharında bina bitti. Biz o tarihe kadar Dormenler ile Ses Tiyatrosu`nda çalıştık. Saat Altı Oyunları yaptık. O günden beri hiç perde kapatmadan çalışıyoruz.

Sahnede, dekorda ya da binada teknik açıdan eksikliğini hissettiğiniz bir nokta oluyor mu?

Çok oldu. Mesela paramız olmadığı için şu yan tarafı alamadık. Bizim tiyatro tek kulislidir. Öbür tarafta kulis yok, duvar vardır. Hep o genişliği istemişimdir ama alamadık, bu kadara yetti gücümüz borç harç içinde... Şimdi koltukları, halıları değiştirmek istiyorum. Sponsor yok.

Yıldız Kenter`in bir oyuncu olarak hiç lüks içinde yaşadığı debdebeli bir dönem oldu mu?
Olmadı. Borçsuz yaşadığım dönem oldu, o benim debdebem işte! (Gülüyor)

ATV’de yayına giren “Saklambaç” adlı televizyon dizisinde rol alıyorsunuz. Ekranda bulunmaktan zevk alıyor musunuz?

Çok ustaca yazılmış bir fars. Farslar biliyorsunuz karakterler ve durumlar komedisidir bir yerde. Bu durumları, bu geçişleri çok ustaca yaratmış yazar. Çok telefon alıyorum , belki de beni özledikleri için. Tiyatroya gelmeyenler televizyonda görüyorlar… Benim için önce tiyatro, sonra sinema, sonra televizyon gelir.

Tiyatro sanatına olan sınırlı ilgi son yıllara özgü bir durum mu?

Yok, her zaman düşe kalka gelmiştir tiyatro. Ne zaman bir ihtilal olsa tiyatrolar boşalmıştır. Ne zaman kar yağsa, enflasyon olsa tiyatrolar boşalmıştır. Hep enflasyon halindeyiz zaten. Olan seyircimizi de İstanbul`a hücum eden kalabalık yüzünden yavaş yavaş kaybediyoruz. Şehirler de bir çeşit istila altında. Tabii bir de ödenekli tiyatrolarla olan rekabetimiz var. Yani lehimize hiçbir sey yok. Bir de bizim yaptığımız kusurlar var herhalde.

Burayı bir vakfa dönüstürmek isteğiniz biliniyor. Bu konuda çalışmalar sürüyor mu?

Evet, ancak zamanı belli değil. İlgi gösteriyorlar sonra ‘hazır değiliz’ diyorlar. Vakfa dönüştürürsek bazı insanların katkıda bulunması lazım. Ben bu tiyatroyu mesela Kadir Has Üniversitesi’ne bırakabilirim. Veya Koçlar, Sabancılar üniversite açtılar. Fakat bunların hiçbirinden olumlu bir yanıt gelmedi bize. Onun için ne yapacağımızı pek bilemiyoruz doğrusu.

Bütçe Yasası nedeniyle emekli sanatçıların üniversitelerde ders vermesinin önü kesildi. Bu isimler arasında İstanbul Üniversitesi`nde sözleşmeli olarak ders veren siz de bulunuyorsunuz. Ne diyorsunuz?

Sene ortasında 30 hocanın işine son verdiler, böylece bütçe düzelecekmiş. O derslere kimi bulacaklar? Haftada 300 ders saati boş geçiyor. Bu kadar saat boş geçmemeli. Düşünülür, sene sonuna bir karar verilir. Yazı yazılır, haber verilir, bir teşekkür edilir. Gişeye gittim maaşımı almaya `yok size maaş Yıldız Hanım` dediler. 47 yıllık hocayım ben.


İşinize son verildi ama hala derslere giriyorsunuz?

Senenin ortasında bırakamam çocukları. Oyunları çıkarana dek gidebildiğim kadar gidiyorum. Sonra gitmeyecegim tabii. Bu sene Arthur Miller çalışıyoruz. Biliyorsunuz bu sene öldü, o nedenle bir anma programı yapacağız. Yine bizim tiyatroda oynayacak çocuklar.

Türkiye`deki tiyatro eğitimi alan genç nesil icin neler düşünüyorsunuz?

Türk insanı çok yeteneklidir, fakat koşullar besleyici değil. 1986`dan beri bir konservatuvar binası için çalmadığım kapı, öpmediğim el kalmadı. Her partiden insana gittim bir konservatuvar binası için çünkü bu çocuklar eski hal binasında çalışıyor.

Bu çocukların oksijeni yok, bahçeleri yok, çalışacak odaları yok. Türkiye`nin en önemli sanatçıları yetişiyor buralardan. Halen tiyatro bölümü öğrencileri en çok ödül alan ögrenciler. Flütte, piyanoda, şanda, balede en yüksek yerlere ulaşan öğrenciler bunlar. Bu öğrencilerimiz aynı zamanda dışarıda Türk yaratıcılığını politikacılardan çok daha iyi tanıtıyorlar ama buna rağmen onlara gerekli imkanlar sağlanmıyor. Bu çocukların çok başka bir atmosferde yetişmeleri lazım. Apteshanenin aralığında keman egzersizi yapıyorlar. 1986`dan beri uğraşıyoruz bir binaya sahip olamadık ama bir sürü İmam Hatip okulu yapıldı her yerde.

Anneniz İngiliz asıllı. İngiltere`de akrabalarınız var mı?

Yeğenlerim var sadece. Afrika`da, İngiltere`de, ABD’de, Rusya`da, Avustralya`da yeğenlerim var. Yayıldık bütün dünyaya.

Ya İngiltere ile tiyatro açısından bir gönül bağınız?

Olmaz olur mu? Tiyatrolarını çok seviyorum. 8-10 burs aldım oradan değişik dönemlerde. İngiliz tiyatrosunu yukarıda bulurum, onun için her fırsatta giderim. Bazen okullara da giderim, derslere girerim. Yeni ne var ne yok, görmek isterim.

’Keşke yurtdışında kalsaydım, sanatımı orada devam ettirseydim’ dediğiniz oluyor mu?

Hayır demiyorum. Ama insanın kafası bir gariptir, düşüncelerden gümrük alınmaz. Geçiyor kafamdan bazı şeyler. Geçmişe doğru spekülasyon yapmanın anlamı yok. Elime 2-3 çok iyi şans geçmişti, fakat buradaki durumlar o kadar vahimdi ki bırakıp gidemedim. Sağlık durumu, ölüm ve diğer konular derken olmadı. Sorumluluklarım ağır bastı.

Şükran Bey`in anısına bir projeniz olacak mı?

Hayır, onu kendimde yaşatacağım, güzel bir bahçesi oldu Turgutreis`te. Bilmiyorum ileride durumlar ne olur ama Şükran adına yetenekli bazı öğrencilere para ödülü vermeyi çok isterim. Çünkü diğer türdeki ödülleri veriyorlar, bir işe yaramıyor, koyuyorsun oraya.

Bu çocuklara okuyabilecekleri, yurtdışında bir imkan sağlayabilecekleri bir para ödülü vermemiz lazım. En azından 5 bin dolar senede… Bu parayla çocuk en az üç ay dışarıda İngilizce kursuna gider, tiyatro seminerlerine katılır, hiçbir şey yapmasa dış dünyada tiyatroyu seyreder, görüşü değişir.

Eşinizin yokluğunda en çok neyi özlüyorsunuz?


Şükran yanımda, kafamda, gönlümde. Onunla konuşuyorum, onu düşlüyorum, onunla dertleşiyorum, ona dokunamıyorum. Galiba en çok özlediğim bana dokunması, elimi tutması, bana sıkı sıkı sarılması. Onun dışında kafamın içinde eskisi gibi beraberim. Eskisi gibi beraberim.

OYUN HAKKINDA
• ’Oscar ve Pembeli Meleği’ İstanbul Harbiye’deki Kent Oyuncuları Tiyatrosu’nda sahneleniyor.
• Fransız yazar Eric Emmanuel Schmitt imzalı tek kişilik oyunu Serap Babür, Türkçe’ye çevirmiş.
• Kenter Tiyatrosu’nun adresi: Halaskargarzi Cad. No.35 Harbiye/İstanbul
Tel: 0 212 247 36 34
• Oyun hakkında www.kentoyunculari.com’dan bilgi alınabilinir.


Kenter Tiyatrosu, Halaskargarzi Cad. No.35 Harbiye/İstanbul adresinde
Tel: 0 212 247 36 34

CNN TÜRK
Yayın Tarihi : 10 Mart 2005 Perşembe 01:20:44


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?
Yorumlarınız
Emel Kara IP: 212.175.1.xxx Tarih : 16.03.2005 10:29:11
Yıldız Kenter Türkiye'nin en önemli duayenidir.Gerçek sanat ve sanatçıya destek veren,mükemmel niteliğindeki bir insandır benim gözümde.Sevgili üstadıma öncelikle saygılar sunuyorum.Yıldız Kenter benim idolümdür.Kenterler Tiyatrosu Türkiye'de sahip çıkılması gereken bir sanat merkezidir.Ama maalesef kapanma riski ile yüzyüze gelmek zorunda kalmıştır.Bu kuruma devlet büyükleri,iş adamları ve sanata sanatçıya duyarlı olan tüm insanlar destek olmalıdır.Kenterler Tiyatrosu gibi köklü ve saygın bir kurumun kapanmasına göz yummayalım.'Sanatsız kalan bir milletin hayat damarlarından biri kopmuş demektir.'Kendimizi öldürmeyelim...