18
Mayıs
2024
Cumartesi
MAGAZİN

15 YIL SONRA İLK KEZ ŞARKI SÖYLEYECEĞİM

Ara verdiği sahnelere, 60 yaşında yeniden çıkmaya hazırlanan Yüksel Uzel, çok heyecanlı... Onu sahnelerden uzaklaştıran hastalığını ise şu sözlerle anlattı: "Sizi bir yaratan var. Zaten o, her şeyi çizmiş durumda. Ben sabrın da üzerinde bir teslimiyet olduğunu öğrendim bu sayede ve teslim oldum..."

Beyin kanaması geçirdiği için 1997'den bu yana konser vermeyen ve sevdiği adamın peşine takılıp Güney Afrika'ya yerleşen Yüksel Uzel, 29 Temmuz gecesi yeniden sahneye çıkıyor... Onun için bir ilk bu, yeni bir başlangıç, hatta 'merhaba' bile denebilir. Bir dönemin en ünlü assolistlerinden biri olan Uzel'in sahnesi, ona yaraşır şekilde gazino sahnelerini aratmayacak; eski dostu, bir dönem gazino sahnelerini paylaştığı Sezen Aksu da ona eşlik edecek. Yaklaşık bir ay önce, konserin hazırlıkları için İstanbul'a geldiğinde konuştuk Uzel'le... Onu sahnelerden uzaklaştıran hastalığını, G. Afrika'daki yaşamını ve hayatın ona yeniden ve yeniden öğrettiklerini anlattı. O, muhteşem Türkçesi'yle konuştukça, ben mest oldum kaldım. 60 yaşında ama hiç mi hiç alakası yokmuş gibi duruyor, şu fotoğraflara tekrar baksanıza...

- Kaç yıl aradan sonra yeniden konser veriyorsunuz?
- En son CD çıkışım 1995. Sonra da birkaç konser verdim, belki 97'ye bir iki konserle sarktım, onun dışında olmadı.

- Buna tek sebep de sağlık sorunlarınızdı...
- Evet, beyin kanamasında üçlemiştim, doktorum da 'Emeklilik için çok gençsin ama sahneyi bırakman lazım,' diyordu. En sonuncusunda, daha önce ameliyat geçirdiğim yerde sivri bir balon oluşmuş. Tıp insanı değilim, yanlış konuşabilirim ama bana söyledikleri şuydu; o baloncuk patladığı zaman 160 kilometre hız yapıyor kan basıncı, orada bir sürü hasar oluyor falan. Yani ölmek temizlik! Ama ölmeyip makinelere bağlı kalmak, etrafına da kendine de eziyet olacak. Bunları yaşamamak için durmam gerekiyordu. Stres ve sesin kafada dolanışı bile yoracak, problem olacaktı, ben de bıraktım her şeyi, veda ettim.

- Bırakırken ne hissettiniz?
- Ağır yaşadım bu hastalığı, inanılmaz deneyimlerden geçtim. Biliyordum kendi durumumu; kader, mukadderat denilen bir şey var sonuçta...

- Ama 'Niye ben?' diye sormuyor mu insan, isyan etmiyor mu?
- Elbette 'niye ben?' diye çok sordum. Çünkü çocuğum aklıma geldi, küçük bir kızım var, yalnız bir anneyim vs. Ama çabuk toparladım. Sonra ne kadar yanlış şeylere üzüldüğümü tespit ettim. İnsanın sağlığı gibisi yok, onu fark ettim; hele ki canınızı burnunuzun ucunda hissettiğinizde hayatın çok başka bir anlamı olduğunu öğreniyorsunuz. Allah kimseye öğretmesin tabii, benim tek temennim o.

- Bu hastalıkları yaşarken bir taraftan da gazino çalışmalarını sürdürüyor muydunuz?
- Tabii yavrum, ben Don Kişot şeklindeydim. Neyi kurtaracaksam? 365 günün 300 günü çalışıyordum! Bir tek Ramazanlarda dinlenirdim. Dolayısıyla yorucu bir hayattı. Bir de ben hiç hatır kıramazdım, benim cep telefonum hâlâ aynıdır biliyor musun? Hiç değiştirmedim, herkes de bana hep ulaştı. Herkesle birebir muhatap olduğum için de kaçamadım, dinlemedim, koruyamadım kendimi.

- Çareyi yurt dışına kaçmakta mı buldunuz?
- Evet en son çare! Bir de her zaman söylerim; İstanbul'u işgal etmenin gereği yok!

- Niye, bir tek siz mi işgal ediyorsunuz?
- Ama yavrum, keşke herkes benim gibi düşünse... Bir şey üretmiyorsan, bir şey yapmıyorsan, lüzum yok büyük şehirde çakılıp kalmaya. Gidip doğaya karışmak, kucaklaşmak, başka bir şehirde yaşamak bin kat daha güzel değil mi? '

MERHABA KONSERİ OLSUN BU!'
- Peki şimdi, yeniden sahneye çıkmanız için kim kandırdı sizi; onu anlatın...
- Kandırılmadım. (gülüyor) Şöyle söyleyeyim, dört-beş sene önce, bir gün Nişantaşı'nda Erkan Özerman'la karşılaştım. Akşam Müzeyyen Senar'a konser yapılıyor, beni apar topar oraya götürdü. Mustafa Yolaşan ve İzzet Öz beni ön sıralarda görünce, emrivaki yaptılar, aldılar sahneye. Ne okuyacağımı bile bilemedim, şu-bu derken, gözlerimi kapadım bir şarkı okudum. Ön sıralarda Semiramis Pekkan, Demet Akbağ ve bir sürü isim ağlıyor ve ayakta alkışlıyordu beni... Özlemin getirdiği inanılmaz bir tezahürat, şok oldum.

- Hemen fikrinizi mi değiştirdiniz?
- Çok duygulandım. Sonra Necati Bey (Akpınar) 'Bir konser yapalım,' deyince, 'Zaten bir Allahaısmarladık borcum vardı, çünkü birden gittim, kayboldum olur,' dedim. O da bana dedi ki, 'Allahaısmarladık konseri yapmam, merhaba konseri yaparım.' Oysa ben dönmek için bırakmadım, artık başka bir hayata geçtim... Bu konuşma böyle kaldı. Bir süre sonra, 19 Nisan'da BKM'den telefon geldiğinde 'Bugün 60 yaşıma girdim ve her şeye evet diyorum, ne derseniz, ne yapacaksanız yapın çocuklar, kabuldür,' dedim.

- 'Soyalım sizi,' deseler 'Olur,' diyeceksiniz yani...
- Her şeye evet! (kahkahalar) Neyse böyle bir kararla evet demiş bulundum, 'evet'ler hayata geçince de, işin ciddiyeti bir anda dank etti. Hemen İstanbul'a geldim. Sazlarımı seçmeli, ekibimi kurmalı, bir konsepte karar vermeliy

KRALİÇE OLMAK MESULİYETLİ
- Bir dönemin en ünlü assolistlerinden birisiniz..
- Son diyelim... Benden sonraki gençler çok da muvaffak olmalarına rağmen, lanse edilen pek fazla kimse olmadı. Ben Caddebostan'ı bıraktığımda, Ahmet Özhan, Serpil Çakmaklı gibi bir kadro vardı. Seda Sayan solist çıktı, arkadan Sibel Can...

- Bu isimleri assolist olarak kabul ediyor musunuz?
- Ben zaten assolist lafına pek rağbet etmiş biri değilim. Solist olmak yeter hayatım, nedir bunun başsolisti, son solisti! Eğer bir müziğin gerçek bir icracısıysan, solistiysen yeterlidir. Kraliçe falan olmak mesuliyetli işlerdir. Onun tafrası değil, hamallığı vardır tersine; orayı kaldırabilecek tolore edecek yürek lazım bir kere.

- Kimsede var mı o yürek?
- Bilmiyorum pek gerisi gelmedi maalesef.

- Özlem var mı eski günlere?
- Çok doyarak ayrıldım ben Şirin... Hatta bu konser teklifi geldiğinde dedim ki, 'Çok güzel anılarla bıraktım bu işi, aman çocuklar bana yanlış bir anı biriktirtmeyin.' 60 yaşındayım, unutacak zamanım yok çünkü.

ELİMDE ÇOCUK; EMEL, BÜLENT MUAZZEZ'İN ARASINA KARIŞTIM
- En başa dönelim... Nasıl bir aile?
- Gayet tutucu bir ailede büyüdüm. Babam Rizeli, Gürcü asıllı. Annem Çerkez; huysuz, titiz bir kadın. Evin en küçük çocuğuyum. Bir ağabeyim benden 14 yaş, bir abim 7 yaş, ablam 12 yaş büyük. Son müracaat yeri babamdı. Nurda yatsın babam; çok çelebi, çok dolu bir insandı. Güzel bir iletişimimiz vardı...

- Varlıklı bir aile miydi?
- Babam müteahhitti, Ankara'daki Evkaf binasını yapmış, sonra iflas etmiş. Kendine göre maceraları olan; vasat ama sıcak, kendi halinde bir aileydik. Mazbut ve makul bir aile.

- Ne okudunuz?
- Lise terk! Bitirmedim çünkü babamı kaybettim. O beni çok sarstı. Sonra genç yaşta bir evlilik yaptım, 21 yaşında anne oldum. Bir elimde dört yaşındaki kızımla İstanbul'a taşındım.

- O yaşta âşık mı oldunuz, başka nedenlerle mi evlendiniz?
- Sevgilim, 18 yaşındakinin aşkı, mantığı olsa ne olacak! Benimki biraz da, evdeki baskıdan kurtulmak içindi. İki tane abi var evde sonuçta (kahkahalar)

- Ne kadar sürdü evlilik?
- Fazla sürmedi ama Allah bağışlasın, en büyük kazancım kızımdır....

YEDİ SENE PARA BİLE KAZANAMADIM
- Peki kim aklınızı çeliyor da şarkı söylemek istiyorsunuz?
- Müzik seviyorum, sesim güzel, dersler alıyorum, nota öğreniyorum, yani bu benim hobimdi. İstanbul'da Devlet Korosu imtihanı açılmıştı, girdim sınava, muvaffak oldum. Devlet Klasik Türk Müziği Korosu'nda korist olarak başladım. Hayatımda unutamayacağım; en hoş, yıllardır. Coşkun Sabah kan kardeşim, bir gün dedi ki, 'Fahri bey (Fahrettin Aslan) koroda seni izliyor sürekli, teklif var!', 'Kabul,' dedim, kontratlar yaptık, çıktık sahneye. Yıl 1978. Şunu da söyleyeyim Şirin; ben yedi seneye yakın hamallığını yaptım solistliğimin...

- Ne demek o?
- Para kazanamadım! Sigortalarım bile yatmıyordu, Film-San Vakfı Ajda'yı, beni, Muazzez'i emekli yaptı, inanılmaz bir şeydir.

- Kimdi rakipleriniz o dönem?
- Ben sahneye çıktığımda Emel Sayın kraliçe, Muazzez Abacı dev, Bülent Ersoy fenomen, Gönül Yazar ayrı olay, Zeki Müren'in söylemeye bile gerek yok ne olduğunu... Düşünsene, elimde beş-altı yaşlarında bir çocukla ben, bu isimlerin arasında yer edinmeye çalışıyorum. Üstelik Devlet Korosu gibi bir intizamdan gel kurtlar sofrasının ortasına otur! Uvertür çıkarsınız, solist altı çıkarsınız falan anlarım ama öyle bir deneyimim de yok. Açıyorum kollarımı çıkıyorum ilk gece, baş solistim. Düşünebiliyor musun? Üçüncü gün mideme kramplar girmişti, ne yapıyorum ben diye...

- Onların muadili misiniz, alt kadro mu?
- Ben baş solist olarak çıktım, hiç alt kadro çıkmadım. İnanılmaz sükse yaptım. 67 gün Maksim doldu doldu boşaldı. İki-üç sene hiç ekstra kabul etmedim.

 

BİZE ÇAĞIRMADAN GELEN GEREK

- Arena için nasıl bir program hazırladınız?
- Gecenin konseptini Ayşe Ersayın hazırladı ve gazino konseptini uygun gördü. Benim de bir vefa borcum var kendi ekolüme, Türk Sanat Müziği'ne. O yüzden de genç, pırıl pırıl solistlerle sahneyi paylaşacağım. Bugüne kadar doğru bir şeyler yapmışsam, eğer sevenlerim varsa, o gece onlar orada olacaklardır, biliyorum. Hatta bir slogan koydum; bize bizi bilen gerek, çağırmadan gelen gerek.

- Yani sürprizler olabilir...
- TRT Radyosu Türk Sanat Müziği solistleri de benimle birlikte sahneye çıkacak. 'Yüksel Hanım siz sahip çıkıyorsunuz bize,' diyerek havalara uçtular. Sonuçta gazinoda İbrahim'le, Ajda'yla, Müjde'yle, Sezen'le; aklına kim geliyorsa onla sahne paylaştım, kader birliği ettim. Maksat para kazanmaksa ya da sükse yapmaksa geliriz gene bir araya ama bu böyle profesyonel bir gövde gösterisi değil, burada ben bana düşeni yapmalıydım. Bütün solistlerin saçı benim gibi taranacak, hepsi benim 80'li yıllarda giydiğim eski tuvaletlerimi giyecekler, hepsini getirdim buraya.

- Götürmüş müydünüz hepsini G.Afrika'ya?
- Ben üç konteynırla taşındım yavrum! Eşyalarıma kadar her şeyi götürdüm. Dokunduğum zaman ben kendi koltuğumu ya da masamı bulmak isterim ben.

- Siz bayağı masraflı gitmişsiniz. Eşiniz zengin miydi bari?
- O değil evladım, kendim gittim! (gülüyor)

- Peki... Gecede başka neler olacak?
- Boğaz'ın kıyısına bir gazino kurulacak. Sezen Aksu Türk Sanat Müziği söyleyecek, geçmişten bugüne hatıraları Demet Akbağ aktaracak, tabii ki fasıl da olacak.

- Heyecan ya da korku?
- Tabii ki heyecan var, baksana hiç durmadan konuşuyorum! Sahneden asla korkmam ama 15 senedir şarkı söylemedim. Şimdi biraz onun üzerinde çalışıyoruz.

- Bu konser son mu, devam edecek misiniz?
- Doktoruma danıştım; altı ayda bir ya da senede bir konser verebilirim. Eski tempomla karşılaştırınca mukayese edilemez. O kadar çalıştım ki ben, bir hamal kuvvetinde... Bir saat şan yapmakla bir saat taş taşımak aynı kapıya çıkar, çok yorucu iştir.

- Geriye dönüp bakınca, nasıl bir 60 yıl geçmiş?
- Acısıyla tatlısıyla hepsi benim, Allah'tan gelen her şey kabulüm. Derin nefeslerle acımı da içime çektim, neşemi de. Yaptığım hiçbir şeyden pişman değilim, olması gerekiyordu ve olan hayırlıdır diyorum.

- Hiç keşkeniz yok mu?
- Yok gibi bir şey... Keşkeyle niye uğraşayım ki? Zaten yaptıysam hatayı yaptım gitti, niye onla uğraşıp da bugünümü de zehir edeyim ki?

MÜJDE VE SEZEN YAKIN DOSTLARIMDIR

- Çekişme, rekabet ortamı nasıldı bütün o dev isimler arasında?
- Hiç husumet yaşamadık; hep sevgiyle, saygıyla davrandık birbirimize ama yakın arkadaş da olmadık.

- Hiç mi sanatçı arkadaşınız olmadı?
- Müjde Ar çok has dostumdur, Sezen Aksu'ya taparım.

- En büyük desteği kimden gördünüz?
- Arkadaşlarım kimse, onlar bana destek oldu. Yani benim çalışma hayatıma öyle birebir etken olacak kimsem olmadı, ben de sormadım. Kendi kapasitem neyse onu yaptım. Bir ara 'Yapamayacağım,' dedim, geri çekilmek istedim. Devlet Korosu'ndaki hocam Necdet Yaşar bana akıl verdi. 'Gel buraya,' dedi ve beni evimin antresindeki boy aynasının önüne götürdü. 'Şu silueti görüyor musun? Birçok kadın şu anda ameliyat masalarına yatıyor şu fizyonomiyi alabilmek için...' Elini de gırtlağıma uzattı, 'Allah buraya da bir şey vermiş. Yetişmiş, düzgünsün de. Bırakacaksın diyelim, eski şarkıcı olmak mı istiyorsun yani?' dedi. Dank etti o ses kulaklarıma. Kulağı çınlasın, hayatımın doğru kararını onunla vermişimdir.

 

ÜÇ BEYİN KANAMASI GEÇİRDİM

- İlk beyin kanaması ne zaman oluyor?
- 26 Ekim 1981'de.

- Sahnede miydiniz, kuliste mi?
- Sahneden indim, kuliste oldu. Ben içki içmem. Aşırı stres, aşırı yoğunluk, fazla düşünme... Cinnet derler ya, bir an yüksek sesle, 'yeter' diye bir bağırmışım... Etraf döndü, sağ gözümdeki bir damarda sanki bir ateş yandı. Biraz sonra da midem bulandı, kusmaya başladım. İlaçlar, iğneler falan derken iyileştim sandım. 31 gün beyin kanaması ile gazino programına devam ettim, haberimiz yok! Bir kere daha kriz geçirince İsviçre'ye uçtum. Sekiz buçuk saat süren bir ameliyat geçirdim. Yedi sene sonra da tekrarladı.

- Bu arada sahneye devam ediyorsunuz...
- Evet, Ebru (Gündeş) gibi...

- Nasıl yaptınız bunu kendinize?
- Yavrum bir çocuğum var! Annelik nedir biliyor musun? Düşman kapısına gönderir seni. Ben hiç yurtdışı turnesine de gitmezken, 90 senesinde bir-iki yurtdışı konseri yaptım, 'Hiç değilse kızımın okulunu bitirmesine kadar dayanacağım,' dedim. Her konserden sonra kusuyordum. Kızım bitirdi, diploma törenine gittim ve kapattım defteri.

- Ebru Gündeş beyin kanaması geçirdiğinde haberiniz olmuş muydu?
- Hemen hastaneye gittim, doktoruyla konuştum, yaşadıklarımı anlattım. Allah korusun, sahipsiz kalmak ne fena şeydir, bilemezsin. Hapşırmamak gerekir mesela ama sen bilmezsin, kara biber koklarsın...

- Nasıl yani?
- O anda hapşırsam rahatlayacağım gibi bir duygu var, kara biberler kokluyorum. Allah'tan hapşıramıyorum bir türlü...

- Allah'ın işine bakar mısınız?
- Tevekkel işte... Sabrın da üstündeki teslimiyet yani. Sizi bir yaratan var, zaten o her şeyi çizmiş durumda. Tam kalple teslim olduğunuzda, her şey onun elinde artık.

 

26 KEDİYİ KARGOYA YÜKLEYİP AFRİKA'YA YERLEŞTİM

- Afrika hikâyesi nasıl çıktı peki?
- 97'de tanıştım son eşimle. Güney Afrika'da yaşıyordu, peşinden gittim...

- Nasıl göze aldınız bunu?
- Bir ömrün var Şirin, bir maceran var... Çok sevdim ülkeyi, 'Dinlenebilirim burada,' dedim... Alternatif bir hayat arıyordum, 'hayatını yaşamadın Yüksel' diye düşünüp duruyordum...

- Bu adamı tanıyınca da gittiniz?
- Adam cuk oturdu o devrede... 97'de İstanbul'da tanıştık, 97 sonunda onunla Afrika'ya gittim. 2000 yılında evlendik. 26 kediyle gittim oraya yerleştim!

- Nasıl götürdünüz o 26 kediyi?
- Kargoyla. Hayvan giriş çıkışı da yasaktı, bir sürü problem oldu, halettik. Kutularına koydum, dinlendirici haplarını verdim, bir lokma da yemek verdim, uçağa yerleştirdim. Gece bindik, dokuz buçuk saat sonra, sabah ordaydık.

- Mutlu oldunuz mu peki?
- Olsaydım boşanır mıydım? 50 yaşında evlilik yapan bir kadın işte!

- Ne arıyordunuz da bulamadınız?
- Bir şey aramıyordum. O saatte hayatında başka bir anlam arıyorsun. İyi bir arkadaş, iyi bir dost, güvenebileceğin biri olsun istiyorsun. Baktığınız nokta aynı olmalı. Oysa farklıydı. Kötületme şimdi adamı bana! Olsun, onun da misyonu bana o ülkeyi tanıtmakmış.

 

TÜRKİYE'DE GEÇİNEMEM ÜZÜLÜRÜM

- Niye hâlâ oradasınız?
- Daha ileride dönerim belki. Çok rahat bir hayat yaşıyorum şimdi. Pide yapıyorum, üç odamı pansiyon olarak satıyorum...

- Fahri konsolos gibisiniz galiba...
- İnşallah öyle bir unvan almam çünkü yüküm daha da artar. Yolun bir tarafında Mandela oturuyor, bir tarafında ben oturuyorum. Rehberler Türk turist gezdirirken 'Bu Mandela'nın evi,' diye önce orayı gösteriyor, sonra da 'Burası da Yüksel Uzel'in evi,' diye benimkini. Dolayısıyla bazıları kalkıyor otobüsle geliyor kapıya. Hadi buyurun, kırk kişi ağırlıyorsun pastası, çöreği... Ben de olayı bu şekilde çözdüm.

- Tek geliriniz pansiyondan mı?
- Mazbut bir hayatım var. Sokağım yok, giyimim yok, hayvanlarımla yaşıyorum, bir tane yardımcım var. İdare ediyorum.

- Hâlâ anlamadım nasıl geçindiğinizi?
- Hazırdaki, o bu, bir şekilde dönüyor. Biraz borç harç, biraz mücevher satılıyor...

- Tamam da nereye kadar?
- Gittiği yere kadar... Türkiye'yi taşıyamam, ben artık sahne yapamadığıma göre ne iş yapacağım Türkiye'de söylesene? Geçinemem ve çok üzülürüm. Bir standardım var, çok düzgün bir arkadaş grubum var. Her davete giyinmeye kalkışsan yetmez zaten!

 

SEMRA ÖZAL'I OYNARIM

- Hep 'Özallar'la parlayan sanatçı' dediler sizin için. Onlarla dostluğunuz nasıl başladı?
- Bizimki Ankara'dan, eskiye dayanan bir dostluktu; Zeynep ve Asım'ın flörtüyle bilindi.

- Siz papatyaların arasında var mıydınız?
- Hiçbir derneğe, hiçbir partiye üye olmadım.

- Bu kadar samimi olup, papatyaların arasına girmemek peki?
- Ben sanatçıyım hayatım. Zaten bir iş yapıyorlarsa, bir yardım yapıyorlarsa o gecelerine ben fiziken gidip destek veriyordum.

- 'Yüksel Özal' denirmiş size o yıllarda...
- Floransa'da bir etkinlikte boy friend'im arıyor beni; 'Bayan Uzel' diye Semra Hanım'ı çağırdı İtalyanlar. Turgut Bey arıyor Semra Hanım'ı, ben gidiyorum 'Yüksel Özal' diye. Adım öyle kaldı. Ne günlerdi o günler... Bir gün Semra Hanım'ın hayatı oynanacak olursa herhalde en iyi ben oynarım, seve seve de oynarım..

- Nasıl Geçer Sensiz Bu Yaz şarkısını gerçekten Turgut Özal için mi yazdınız?
Evet ona ithaf ettim, çok kahroldum, çok üzüldüm. Nur içinde yatsın...

 

SABAH GREYFURT SUYU

- Yılların yorgunluğu, hastalıklar, boşanmalar, üzüntüler derken size nasıl bu kadar taş kalabildiniz 60 yaşında?
- 1800 metre yükseklikte bir yaylada yaşıyorum. Hava çok güzel.

- Sadece temiz hava sayesinde mi?
- Sabah kalkarım greyfurt ve elma suyu içerim. Saat 11.00 gibi, güzel tropik meyvelerden meyve salatası yaparım. Günde bir öğün, saat 13.30-14.00 arasında ne istersem onu yiyorum. Makarnaysa makarna, etse et. Hiç üşenmem, Ezine tam yağlı peynir taşırım buradan. Gece yine meyve salatam vardır.

- Bakım falan?
- Ayol krem sürmeyi unutuyorum!

- Estetik var mı hiç?
- Çok eski, burnumu yaptırmıştım.

- Meme falan?
- 86'da yaptırdım. Bir tuvalet giymiştim, İzmir sıcağında. Göğüs arası ayrık dursun diye bant yapıştırmıştım, bantı çıkarırken bütün derimi kopardım. Onun için yaptırdım, 24 sene olmuş.

 

Şirin Sever - Sabah
Yayın Tarihi : 25 Temmuz 2010 Pazar 22:00:29


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?