19
Mayıs
2024
Pazar
MAGAZİN

GENÇ YÖNETMENLERİN E(K)MEK KAVGASI

Altın Portakal'da yarışan genç yönetmenlere ait fimlerin çoğu 'ekmek' ve 'emek' kavramları üzerine yoğunlaşmıştı.

Yönetmenlerin emek, ekmek, işsizlik, yoksulluk gibi sosyal temaları işlemesini sormak bize düştü; biz de sorduk: Neden bu sosyal konuları seçtiniz? Kişisel dertler mi, ülkenin durumu mu, karamsarlık mı?..

Son Altın Porta-kal'da ulusal yarışma bölümünde yarışan 16 filmin yarısı ilk filmini çeken yönetmenlere aitti. Bunlar arasında Özgür Doğan ve Orhan Eskiköy'ün yönettiği İki Dil Bir Bavul ile Miraz Bezar'ın yönettiği 'Min Dît'i (Gözlerimin Önünde) demokratikleşme tartışmalarıyla değerlendirip bir yana koyunca ilginç bir sonuç ortaya çıkıyor. İkinci filmi Bornova Bornova'yla en iyi film ödülünü Reha Erdem'le paylaşan İnan Temelkuran da dâhil olmak üzere, genç yönetmenlerin 'e(k)mek kavgası'na tutuştuğunu görüyoruz. Önce filmleri hatırlayalım.

Yakın plan kadrajları, uzun diyaloglarıyla tarz olma yolunda ilerleyen İnan Temelkuran, Bornova Bornova'da market önünde oturan, askerliğini yapmış işsiz erkeklerin ve onların bir kuşak sonrası liseli gençlerin içinde bulunduğu açmazları anlatıyor. Bunu yaparken de günümüzdeki bu lümpen hayatın çıkış noktasını 12 Eylül'e bağlamayı ihmal etmiyor. Kara Köpekler Havlarken filmiyle yurtdışındaki festivallerde dikkat çeken Mehmet Bahadır Er de, Temelkuran gibi 'doğduğu topraklara' çeviriyor kamerasını. Gültepe semtinde iki arkadaşın 'yırtma' çabasını bir alışveriş merkezinin hatta ülkenin güvenlik sorunuyla birlikte ele alıyor. Antalya'da 'bentleri yıkmasına' sebep olacak kadar halkın yoğun ilgisine sebep olan Usta'da Bahadır Karataş, bir 'dönemi' anlattığını ısrarla vurguluyor. Filmi, üniversiteyi okuduğu Eskişehir'de çeken Karataş, bir tamirci ustasının uçak yapma tutkusundan hareketle Türkiye'de değişen dengeleri perdeye yansıtıyor. Halk jürisinin en iyi film seçtiği Başka Dilde Aşk da, yine aşktan hareket ediyor. Ancak çağrı merkezi çalışanlarının 'vahşi' kapitalizm karşısındaki çaresizlikleri, işitme engelli bir gencin 'normal' bir hayat yaşama kavgası gibi sosyal temalara değinmeden de edemiyor. Amerika'da yaşayan Emre Şahin de ilk filmi 40'ta ülkesindeki göçmenlik ve işsizlik üzerine kara komediye yakın bir filme imza atıyor. Oldukça karamsar bir filme imza atan Meriç Demiray ise ilk filmi Babam Büfe'de, rakamsal olarak artan ekonomik değerlere rağmen, emek-sermaye dağılımındaki dengesizliğe küçük hayatlardan 'kara' bir bakış atıyor.

Emek, ekmek, işsizlik, yoksulluk, çıkışsızlık, kıstırılmışlık duygusu gibi bu kadar yoğun sosyal temanın genç yönetmenlerde 'bir anda' görünmesini soruşturmak da bize düştü.

İkinci filmi Bornova Bornova'yla en iyi film ödülünü alan İnan Temelkuran'ı da soruşturmamıza dâhil edip, ilk filmini çeken yönetmenlere sorduk: Sizdeki ve genel olarak genç yönetmenlerdeki bu 'sosyal' ağırlığı neye bağlıyorsunuz? Kişisel dertler mi, ülkenin durumu mu, karamsarlık mı?.. Buyurun genç yönetmenlerin ağzından cevaplar...

***

Bu bir sosyal sorumluluk projesi değil

İlksen Başarır (Başka Dilde Aşk): Biz işitme engelli bir karakterle, bize dayatılan kusursuz insanların karşısında farklı birinin de ideal olacağını anlatmak istedik. İkinci sorunumuz iletişimdi, bu kadar gelişmiş teknolojik bir dünyada karşılıklı iletişim kurmanın ne kadar zor olduğunu göstermek istedik, o yüzden cümlemiz "Hiç konuşmadan anlaşabilir miyiz?" sorusu oldu. Bizim yapmak istediğimiz bir sosyal sorumluluk projesi değil; sadece gözümüzü kapattığımız, hatta hiç görmeyi beceremediğimiz bazı konuların önünü açmak istedik. Çünkü engellilerin hayata entegre olabildiği derecede bir ülkenin medeniyetinin gelişeceğine inanıyoruz. İşitme engellilerin hiçbir Türk filmini sinemada izleyemediği bir ülkede alt yazılı bir film yaptık. Genç yönetmenler bilinçli, sorunları kendi dillerinde anlatarak insanlarla paylaşmak istiyor.

***

Türkiye'nin içinden geçtiği dönem anlatılıyor

Bahadır Karataş (Usta): Ortada söz birliği edilmiş bir durum yok. Tüm filmleri izleyemedim, ama ben de aynı şeyi gördüm. Türk sinemasının daha derin ve anlamlı bir yöne gittiğini düşünüyorum. Anlatılan karakterler ve hikâyelerin Türkiye'nin içinden geçtiği toplumsal değişimle birlikte verilmesi çok mutluluk verici. Usta, bir tutku ve aşk filmi olmasına rağmen, 'dönem' filmidir. Bugünün Türkiye'sinin ruh hâlini anlatmaya çalıştık. Gerçekliği süslemeden anlattık. Bu konu, Türk sinemasının yerelden yola çıkarak evrenseli yakalaması için önemli bir meseleydi ve görünen o ki hallediliyor. Özellikle Altın Portakal'a katılan filmlerde bu durum görülüyor.

***

Bazı şeyler halledilseydi biz bu hikâyeleri yazmazdık

Meriç Demiray (Babam Büfe): İlk başta ekonomiyle ilgili. Geçen yılki ekonomik krizin etkileri var. Türkiye rakamsal olarak ekonomik yönden bayağı gelişti. Ancak sosyal olarak o kadar başarılı olamadı. Sosyal önlemler aynı ölçüde gelişmeyince emek-sermaye çatışması çok arttı.
 

Yoksul ve zenginin yaşamı arasındaki fark çok keskinleşmeye başladı. Mesela herkes sigortalı olsaydı Türkiye'de biz bu hikâyeleri yazmazdık. Bizim filmde kapıcı evden atılıyor. İnsanların sosyal haklarının biraz daha güçlenmesi lazım. Bizim sektörde de aynı durum var aslında. İnsanlar ağır şartlar altında ve sigortasız çalıştırılıyor.
***

Bu bir trend değil, 40 yıl önce de vardı

Mehmet Bahadır Er (Kara Köpekler Havlarken): Ben oturduğum semtin hikâyesini anlattım. Ayrıca 'sosyal içerikli olsun' diye bir gayretimiz olmadı. Yeni nesildeki 'şunun filmi yapılmalı' gibi entelektüel yargılardan ziyade kendi hikâyesini anlatma çabası hoşuma gidiyor. Biraz da bunun yansıması bence. İkinci, üçüncü filmlerde de böyle olur mu bilemem. Bu bir trend değil, herkes aynı anda yapınca böyle bir durum oluşuverdi. Türkiye'de 40 yıl öncesinde de vardı sosyal gerçekçi akım, yerini başka şeylere bırakmıştı. Şimdi geri geldi aslında.

***

İnsanlar bu ülkeden memnun değil

İnan Temelkuran (Bornova Bornova): Bunun bir trendle ilgisi yok. Genç yönetmenlerin ülkenin gidişinden memnun olmamasındandır. 20-30 yıldır kimse ülkeden memnun değil. Gelen iktidarlar hiçbir şey yapmıyor. Dış borç da iç borç da sürekli artıyor. Her gelen de çok iyi işler yaptıklarını anlatıyor. En başta da ekonomi bir türlü halledilemedi.

***

Bizim nesil sosyal meselelere daha duyarlı

Emre Şahin (40): Ben bunu iki sebebe bağlıyorum. Birincisi, ilk filmini çeken yönetmenlerin genellikle genç olması. Genç nesil de sosyal meselelere biraz daha duyarlı. İkinci sebep de Türkiye'nin içinden geçtiği sosyal değişimin sinemaya yansıması.
 

Ali Koca - Zaman
Yayın Tarihi : 25 Ekim 2009 Pazar 18:26:09


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?