İki genç dansçının, Dilek ve Steven Champs'ın yolları Paris'te kesişmiş. Çift, dört yıl Fransa'da birlikte yaşadıktan sonra İstanbul'a yerleşmiş. Aralarındaki din farkı ise hiç sorun yaratmamış...
Beyoğlu'nun ara sokaklarından birinde, bir dans südyosunda çıplak ayaklı iki âşık... İçerisi buz gibi, üşüyorum. Onlar soğuğun farkında bile değil, kendilerini müziğe bırakmış dans ediyorlar... Dilek ve Steven'ı izlemeye başlayınca, ben de unutuyorum soğuğu, dışardaki fırtınalı havayı... Bir idealle yola çıkmışlar, bir dans kumpanyası kurmuşlar. Bir yandan üniversitede dans dersi veriyor, bir yandan da bu kumpanyayla gösteriler yapıyorlar. Ama hikâyelerinin en can alıcı yeri, tanışmaları. 2005'te Fransa'daki önemli dans okullarından birini kazandığını öğrenen Dilek, kalacak bir yer bulabilmek için sınıf arkadaşlarına mesaj atıyor. Tek bir kişiden cevap geliyor, Steven'dan... 'Yanımda kalabilirsin,' diyor Steven, Dilek'in erkek olduğunu sanarak... Onu karşısında gördüğü an şaşkınlıktan kalakalıyor. Sonrası tam bir aşk hikâyesi. Okulun açılmasıyla başlayan aşk, hâlâ devam ediyor. İki yıl önce evlenip İstanbul'a yerleşmeye karar vermişler. Steven, Dilek'e olan aşkıyla Türkçe kurslarına başlamış. O kadar şeker konuşuyor ki, Fransızca başlayan sohbetimiz Türkçeyle noktalanıyor...
- Nasıl tanıştınız?
- D.C: Dünyanın en iyi ve köklü koreografik çağdaş dans okullarından olan Centre National de Danse Contemporaine'yi (CNDC Angers) kazandığımı öğrendiğimde okuldaki herkese, ev arkadaşı olabileceğimi, kalacak bir yere ihtiyacım olduğunu belirten bir e-mail attım. Portekiz'de bir dans festivalinde olacağım için Fransa'ya, ilk derse gireceğim gün ulaşabilecektim ancak. Tek bir kişi yanıt verdi, o da sınıf arkadaşım Steven'dı. İstediğim kadar onda kalabileceğimi söyledi. Ben de çok hızlı ve çapkın olduğunu düşündüm; meğerse beni erkek zannetmiş! 'Dilek' ismi ona erkek olduğum izlenimini vermiş! Sonra okulun ilk günü soyunma odasının girişinde karşılaştık, ben valizlerimi soyunma odasına taşıyordum. 'Aaa Steven,' dedim o da 'Aaa Dilek sen misin?' dedi. İlk karşı cins etkileşimleri o an başladı zannediyorum.
- İlk görüşte aşk mıydı?
- S.C: Sanki Kaliforniya'dan geliyormuş gibi sarışın, bronz ve çok güzel bir genç kızın bana doğru yürüdüğünü gördüm. Dün karşılaşmışız gibi hatırlıyorum bu anı. Dilek'in bütün hareketlerini, parfümünü ve giysilerini tek tek hatırlıyorum. Bir şeyler olduğunu ve 'Merhaba,' derken yanaklarını hissettikten sonra ona sarılmak istediğimi fark ettim. Bu kesinlikle aşktı... Angers'de iki sene geçireceğimi ve hep aynı insanlarla iki sene boyunca çalışacağımı biliyordum. Farklı biriyle, hayatımın aşkıyla tanışacağımı hissetmiştim.
- D.C: Amacım Fransa'da eğitimimi bitirip bütün sanatçılarla olabildiğince çalışmaktı, ki bunları yaptım. Ama Steven'ı tanıdığım güne kadar aşk, kafamda hep soru işaretiydi.
- Sonra ne oldu?
- D.C: Bir anda bir ilişkinin içinde buldum kendimi ve muhteşemdi. Dansın getirdiği bir aşk. Güvenli, birbirini beğenen, birbirinin işine saygı duyan, birlikte çalışıp üreten bir ikili olduk.
- S.C: Okulun başlamasından iki hafta sonra birlikteydik.
- Fransız erkekleri romantiktir, aşkını kadına hissettirir derler... Steven da öyle mi?
- D.C: Tam bir Fransız kendisi, yemek yeme saatleri belirgin, konuşma şekli zaman zaman sert ve keskin, çok fazla yorum yapan ve çok bilinçli biri. Dolayısıyla hayatı da karmaşık ve melankolik yaşamak yerine mantıklı, canlı ve neşeli yaşamayı tercih ediyordu. Bu, bana bayağı iyi geldi.
- S.C: Hayat hakkında hiçbir şey bilmediğimi düşünüyordum. İlgi odağım sadece bendim başlangıçta.
- Nasıl karar verdiniz Türkiye'ye yerleşmeye ve Dilek'le yaşamaya?
- S.C: Dört yıl boyunca Fransa'da yaşadık, sonra İstanbul'da yaşamı çok merak ettim ve burada yaşamayı istedim.
- D.C: Biz Paris'te de yaşadık uzun bir süre, Fransa'nın Britanya bölümünde de kaldık ailesinin yaşadığı yerde. 'Bir de Barselona'ya bakalım,' dedik 'Yaşanır mı?' diye, ama benim içim hiçbir yerde rahat etmedi. İstediğim yer İstanbul'du. Dansı yaşayabileceğim yer de, aile kuracağım yer de İstanbul'du benim için. Bizim için bu başlangıç çok önemliydi, bütün hayatımız boyunca özgür olup istediğimiz yerde yaşamaya ve dans etmeye devam edeceğiz.
- Dans ederek para kazanmak İstanbul'da bir risk mi?
- S.C: Kesinlikle bir risk değildi, çift olmamıza ve aşkımıza güvendiğimiz için İstanbul'da yaşamayı istedik. Üstelik İstanbul eşim gibi canlı ve güzel.
- Aşk Fransa'da mı daha güzel yaşanıyor, Türkiye'de mi? Paris, dünyanın en romantik kentlerinden biridir...
- D.C: Fransa'nın tadıyla Türkiye'nin tadı arasında çok fark var. Biz Paris'te Garibaldi'de oturuyorduk Eyfel Kulesi'ne yürüyerek beş dakika... Bir de Paris'te herkes stüdyo tipi küçücük apartman dairelerinde oturuyor. Bizim de hotel odası diyebileceğimiz küçük bir dairemiz vardı, dolayısıyla hem çok yakındık birbirimize hem de yüzde 100 dürüst ve direkt olup iyi anlaşmak zorundaydık. Ama tabii Fransızların kocaman dans stüdyoları iyi geliyordu bize. İstanbul kalbimin şehri, aklım rahat, dilim rahat... - S.C: Güzel bir soru! Aşk coğrafyaya bağlı değil. Aşk yaptığımız şeylerle yaratılıyor. İstanbul bize daha tatlı geldi aşk için. İstanbul 17 milyon nüfusuyla birçok sanatsal ürünün ve görüşün geliştiği bir yer.
- Dans olmazsa ne olur hayatınızda?
-D.C: Bunu düşünmek bile istemiyorum. Konservatuvarda modern bale okudum. Dans, benim hayatımı harmanlıyor, bir şeyler yapıyor organizmama... Müthiş bir şey, ben de anlamaya çalışıyorum.
- S.C: 17 yaşımdan önce dansçı olmayı hayal edemezdim. Şimdi dansla yatıp, dansla kalkıyorum. Dansı kendimi ve insanları güldürebilmek için yapıyorum. Bu seneki eserimiz olan Sterilize'nin bu işlevi gerçekleştirdiğini düşünüyorum. Dilek'le 2008'de kurduğumuz Atmasyon Dans Kumpanyası'yla insanlara dansı sevdirmeye çalışacağız.
- Sevginizi güçlü tutabilmek için ayrı ayrı fedakârlıklar yaptınız mı?
- D.C: Birbirimizi hep anlamaya çalıştık, kimse kimsenin dilini konuşmuyorken, beden dilimiz bambaşkayken birbirimizi algılamaya çalıştık. Ben Fransızca konuşuyorum, Steven Türkçe konuşuyor şimdi. Çok güzel iki düğün yaptık hem Fransa'da, hem Türkiye'de böylece ailelerimiz iyice kaynaştı. Konuşamasalar da birbirleriyle hep beraber göbek attık, valslar yaptık... - S.C: Bazı krizler geçirdik ve bunlar bize güç verdi. Birbirimizi tanımamıza ve bağlanmamıza neden oldu. Müzik enstrümanları gibi önce akort edilmemiz gerekiyor.
En sevdiğim film düğün filmim oldu
- Kültür uyuşmazlığı yaşıyor musunuz?
- D.C: Kültür uyuşmazlıklarımızı düğün hazırlıklarından tutun, bugüne kadar her gün keşfediyoruz. Bir gün de 'Oh be her şeyini anlıyorum Steven'ın ve ailesinin,' dediğim bir an olmadı. Her şeye 'Onlar da böyledir,' deyip, anlam bulmaya çalışıyorum.
Kocam sabah kahvaltısına tatlıyla başlıyor, tuzluyla bitiriyor. Ben tuzluyla başlayıp tatlıyla bitiriyorum. Steven çiğ kıyma yiyor, ben köfte yiyorum.
- S.C: Biz eve ayakkabıyla giriyoruz, siz terlik giyiyorsunuz.
- Ritüellerinizde değişiklik oldu mu?
- D.C: Biz hem kilisede evlendik hem de camide mevlidimizi yapıp, kurban kestik.
Kına gecesi yapıldı, bekârlığa veda partilerimiz yapıldı. Hem Fransız hem de Türk gelenekleriyle evlendik. Ama ne ben Hıristiyan oldum ne de Steven Müslüman oldu. Sevdiklerimizle birlikte olabilmek için bütün kutlamaları yaptık.
- S.C: Yemeğe sevdiklerimizi davet ettiğimizde yemeğe peynir çeşitleriyle son veriyoruz Fransa'daki gibi. Domuzlu jambonu özledim ve burada kolaylıkla bulamıyorum.
- Evliliğin hayatta kolaylaştırdığı şeyler neler? Zorlaştırdığı şeyler neler?
- D.C: Kolaylaştırdığı şeyler; sürekli aşkla, sevgiyle evli olarak yaşamak güç veriyor. İnsan ilişkilerinde çok daha rahat ve diyaloğa açık bir insan oluveriyorsunuz.
Zorlaştırdığı şeyler; sürekli birinin fikrini alarak yaşamak ve birini bilgilendirerek davranmak. Evdeki en basit alışverişten işteki en komplike ana kadar sürekli bir bilgi alışverişi var. Yani insanın kendi kendine konuşma devresinden artık paralel başka bir devreye geçiliyor ama zevkli.
- S.C: En sevdiğim film, düğün filmim oldu.
Fransa'da evlenmeden çocuk sahibi olan çok insan var
- Etrafınızdaki insanların, ailelerin, 'Evlenmeye karar verdik,' dediğinizde tepkileri ne oldu?
- D.C: Herkes çok mutlu oldu, aileler için herhangi bir sorun teşkil etmedi.
- Birbirinizde değiştirmek istediğiniz şeyler var mı?
- D.C: Yok!
- S.C: Dilek'te değil de, kendimde değiştirdiğim şeyler var.
- Ailelerinize baktığınızda evlilikte nelerini örnek alıyorsunuz?
- S.C: Kendi evliliğimi oluşturmak için hiçbir örnek almıyorum, kendi çift anlayışımı yaşıyorum. İkimizin de aileleri 30-35 yıldır evli ve mutlu. İlişkimizdeki tazeliği bütün ömrüm boyunca korumaya çalışacağım, eşimle her yerde dans edeceğim.
- D.C: Yıllarca aşklarını koruyup sevgiyle öpüşmelerini ve ekonomik durumlarını düzenli bir organizasyonla nasıl istikrarlı koruduklarını örnek alacağız diye düşünüyorum.
- Hangi durumlarda 'Asla onlar gibi olmayız,' diyorsunuz?
- D.C: Dünyanın bütün yemeklerini tatma yetisine sahip olmak, toplumun sadece kendi milletinden oluştuğunu varsaymamak, felsefi düşünebilme yetisinin olabildiğince gelişmiş olması, devlet, toplum değerlerinin ve görüşlerinin kişinin karakteristik özellikleriyle bir tutulmaması.
- S.C: Asla onlar gibi olmayacağız, çünkü 2010'un çiftiyiz.
Ve 2010'ların bebeklerini dünyaya getireceğiz.
- Aşk sürüyor mu aynı şiddetiyle?
- D.C: Çok daha güçlü. Aşk bizim için bilinmez bir güçle hayatı yapılandırmak...
- S.C: Her gün Dilek'le yaşadığım aşk daha güçlü ve onda keşfedeceğim daha çok güzel şeyler var.
- Fransız ve Türk geleneklerinden hangileri birbiriyle çok çelişiyor?
- D.C: Evlenmek Fransa'da çok da önemli değil, aile olmak için. Evlenmeden bebeğiniz oluyor, mutlu bir yuva kuruyorsunuz. O yüzden bizim evliliğimizi anlamlandırmak başlı başına bir şey hayatta.
- S.C: Mesela benim ağabeyim evli değil kız arkadaşıyla.
Bir çocukları var, kendi evlerini birlikte satın aldılar. İşte küçük bir fark, evlenmeden çocuk sahibi olan çok insan var