7
Haziran
2025
Cumartesi
MAGAZİN

Grammy alacak Türkler

Bir Türk trombonist İsviçre’de çok önemli bir müzik okulunun sınavına gider. Fransızcası yoktur, İngilizcesi Tarzancadan hallicedir. Çok iyi çalar, çok beğenilir. Gelin görün ki, sınavın bir de mülakat bölümü vardır. İsviçreli akademisyenlerden biri ona köşedeki dönerciyi gösterir. “Ondan rica et, yarınki sınava gelip bize tercüme yapsın” der. Bizim trombonist koşa koşa dönerciye gider, durumu anlatır. “Abi yarın sabah 9’da sınava gelir misin benimle?” Dönerci de hay hay deyip sabah 9’da jilet gibi gelir sınava. Soru cevap başlar. Trombonist yanıtlar, dönerci tercüme eder. Bir anda film kopar. Dönerci tromboniste bakmadan konuşmaya başlar. Trombonist, “Abi ne diyorsun, bana da söyle” der. Dönerci onu susturur, kendi konuşmaya devam eder. Trombonist dumur olur. “Abi, dur benim hayatımın sınavı. Benim söylemediğim şeyleri söyleme” diyecek olur. Dönerci ona döner ve bir açıklama yapar. ‘‘Bu çocuğu alacağız, çok iyi ama nasıl yaşar burada, ne yer, ne içer’ diye konuşuyorlardı. Ben de ben ona iş veririm, boş zamanlarında benim yanımda çalışır dedim.’ İşte Türk’ün aklının da desteğiyle tromboncu hayaline kavuşur.

Sezen Aksu’nun evinin kapısı onlara daima açık
İşte o tromboncu Bulut Gülen, bugün dünyanın en iyi müzik okulu Berklee College of Music’de. Ben onu ilk ÇEV’in ‘Yedi Tepeden Yedi Kıtaya İstanbul’un Ritmi’ konserinde izledim. Tek kelimeyle müthişti. Hani Sezen Aksu’yu duygulandıran müzisyen diye de tanıdık onu. Sezen Aksu konserden hemen önce Bulut’un Uzay Heparı’nın kuzeni olduğunu öğrenmişti. Konser sonrası da Bulut’a ve Berkleeli diğer üç müzisyene “Size evimin ve stüdyomun kapıları daima açık” dedi. Şimdi ÇEV’in Genç Yetenekler Projesi Genel Koordinatörü Berrin Yoleri’nin evinde Bulut karşımda oturuyor ve kendini anlatıyor. Konu geleceğe gelince, tek bir cümleyle durumu özetliyor. “Grammy alacağım.” Ardından da ekliyor, “Nuri Bilge Ceylan, Orhan Pamuk nasıl Türkiye’ye ödül getirdiyse müzikte de büyük ödülü ben getireceğim.”

İlk Mustafa Altıoklar keşfetti
Hemen yanında Emir Çerman oturuyor. İşte o Berklee komitesini İstanbul’da seçme yapmaya ikna eden müzisyen. Bir dönem Mustafa Altıoklar’ın ‘Lise Defteri’ dizisinde bile oynamış. Hayatta ne yapacağını bulması uzun sürmüş. Hiç müzik eğitimi almamış, nota bilmeden azmetmiş ve kendi çabasıyla öğrenip kendini perküsyona vermiş. Hatta Berklee’nin seçmeleri için atlamış tek başına Malezya’ya gitmiş. Kuala Lumpur’daki seçmelerde “Hadi çalın” demişler. “Emir Türkiye’den” denince salonda kıyamet kopmuş. “Malezya’da Türkler’e inanılmaz bir hayranlık var. O destekle hayatımda hiç çalmadığım kadar iyi çaldım ve işte öyle kabul edildim” diyor. Şimdi de kompozitörlük eğitimi alıyor. Konserden sonra okulda nasıl tepki aldıklarını soruyorum. ‘Şimdi okulda kral gibiyiz. Bütün hocalar İstanbul’daki konseri duymuş, bizi tebrik ediyor.’

‘Kanımız tuttu ondan’
Diğer yanımda ise flütist Burak Beşir var. O arkadaşlarının aksine anlatmayı sevmiyor. Oysa Borusan Filarmoni Orkestrası’nda çalışırken işini bırakıp eşi ve çocuğuyla birlikte hayatını değiştirip Boston’a gidiyor. Dünyanın en önemli konser salonlarında, çok önemli müzisyenlerle çalıyor. Ona David Nicholson ve Sir James Galway gibi isimler bile destek oluyor. “Kanımız tuttu herhalde ondan” diyecek kadar da mütevazı.

ÇEV konserinden bir tek davul ve vurmalı çalgılardaki Ekin Cengizhan yok aramızda çünkü kendisi Almanya’da.

İşin ilginci hepsi birbirine sonsuz destek. Aralarında çekememezlik yok. Çünkü hepsi birbirinden yetenekli. Biri ödül alınca diğerleri de motive oluyor. Şimdi yeni projeleri var, ÇEV ile birlikte. Yedi tepeden sonra şimdi hedef yedi kıta. Güzel şeyler de oluyor işte dedirtiyorlar hepimize.

Bu isimler ileride Grammy alırsa hiç şaşırmayın. Beşinci sınıf oyuncuların kalkıp Oscar alacağım demesi gibi bir şey değil bu. Onlar gerekli yeteneğe ve donanıma sahip.

Çağdaş Ertuna - Milliyet Cadde
Yayın Tarihi : 13 Ocak 2010 Çarşamba 16:35:23


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?